Halil İbrahim BÜYÜKBAŞ

Halil İbrahim BÜYÜKBAŞ

Tüm Yazıları

Yeşilçam Gerçekten Yeşil Miydi?

04 Eylül 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Bir millet; kendi kahramanlarını unuttuğu gün, başkalarının sahte kahramanlarına hayran olur!

Fulbright ile Başlayan Tahribat

1949’da imzalanan Fulbright Anlaşması, milli eğitimimizin bağımsız ruhunu Batı’nın gözetimine teslim etti. Ders kitaplarının içeriği Batılı uzmanların onayına bağlandı, öğretmen yetiştirme programları yabancı danışmanların denetimine geçti. Milli tarih ve kültür aktarımı ikinci plana itildi.

Fulbright’ın kalemle başlattığı bu gayri milli sürecin, kısa zamanda sinemada karşılığını bulması tesadüf değildi.

Hollywood’un Beyaz Perdesi: Kanı Aklayan Makine

Amerika, işlediği tarihi suçları unutturmak için Hollywood’u kullandı:

- Kızılderili soykırımı kovboy filmleriyle “medeniyet mücadelesi”ne dönüştürüldü.

- Vietnam yenilgisi Rambo’nun tek başına kazandığı zaferlere çevrildi.

- Soğuk Savaş, Rocky’nin ringde attığı yumrukla kazanıldı.

- Afganistan ve Irak işgalleri, “özgürlük ve demokrasi götürme” maskesiyle sunuldu.

Her filmde papaz kutsandı, kilise başköşeye kondu. Hollywood, kendi halkına sahte kahramanlar üretirken, dünya kamuoyunu da zihinsel işgale maruz bıraktı. Amerika her yaptığı soykırım ve katliamdan sonra kanlı ellerini Hollywood’a yıkadı...

Yeşilçam: Görünürde Bizim, Aslında Yabancı

Görünüşte Yeşilçam bizimdi. Ama özünde emperyalizmin maskesi oldu.

- İmam kötü figür, papaz baş köşedeydi.

- Öğretmen, komutan, polis karikatürleştirildi.

- Anadolu insanı cahil ve kaba gösterildi.

- İçki, sigara, kumar “modernlik” diye özendirildi.

Kahramanlarla dolu bir milletin tarihi, kendi evlatlarının gözünde itibarsızlaştırıldı.

Elin adamı karanlık tarihinden, sahte kahramanları dünyayı kurtaran adam diye pazarladı. Biz ise; Oğuzhan'ı, Mete'yi, Alparslan'ı, Osman Bey'i, Fatih'i  ve binlerce gerçek kahramanı perde de göremedik.

Fulbright–Hababam Hattı

Fulbright’ın kitapla açtığı gedik, Hababam Sınıfı ile beyaz perdeye taşındı.

Toplumun gözünde “masum güldürü” olan bu filmler, aslında eğitim otoritesini alaya aldı. Öğretmen küçümsendi, disiplin karikatürleştirildi, devletin eğitim sistemi gülünçleştirildi.

Böylece milli olan eğitim, hem sınıfta hem perdede gayri milli hale getirildi.

Müslüman İsimlerin İtibarsızlaştırılması

Yeşilçam’ın kirli bilinçaltı oyunlarından biri de Müslüman isimlerin itibarsızlaştırılmasıydı. Recep, Şaban, Ramazan… Hepsi bir milletin inancıyla yoğrulmuş, maneviyat yüklü isimlerdi. Ama sinemanın o dönemdeki “ustaları(!)” bu isimleri toplumun gözünde alaya alınacak, hor görülecek, saf ve ezik karakterlere yüklediler.

Böylece Recep deyince zihinlerde vakur bir Müslüman değil, komik ve aşağılanan bir figür canlanmaya başladı. Şaban ismi, “İnek Şaban” tiplemesiyle koskoca bir millete küçümseme malzemesi yapıldı. Ramazan, bir kutlu ayın adı olmaktan çıkarılıp, cahil bir karakterin ağzında sakız edildi. Bu tesadüf değildi; Yeşilçam sadece bir sinema sektörü değil, bir algı mühendisliği laboratuvarı olarak çalışıyordu.

Üstelik bu kirli oyun sadece Yeşilçam döneminde kalmadı. Recep ismi bugün “Recep İvedik” gibi iğrenç bir karaktere verilerek yeniden itibarsızlaştırıldı. Oyuncusundan, senaristine ve yönetmenine kadar, bu ismin böyle aşağılık bir tiplemeye yüklenmesinde iyi niyetten söz edilebilir mi? Yoksa bu, İslam’la, Müslümanla ve Türk devletiyle sorunlu bir zihniyetin ürünü değil midir?

Ramazan ve Şaban isimlerinin böylesine yoz tiplemelerle anılması, bu toprakların düşüncesi olabilir mi? Elbette hayır. Yıllarca Yeşilçam ve genel anlamda sanat sektörünü, bizim gibi görünen ama aslında bizden olmayan bir zihniyet domine etti.

Bir soru soralım: Siz Hollywood’da, kendi dinine ve kültürüne böylesi hakaret eden yapımlar gördünüz mü? Bir papazı, bir hahamı aşağılayan, küçük düşüren bir karakteri hangi Amerikan filminde izlediniz? Batı, kendi değerlerini asla böyle alaya almazken, bize dayattığı sinema ve televizyon kültürüyle kendi değerlerimizi aşağılamamızı sağladı.

Gezi’de Sanatın İhaneti

2013’teki Gezi kalkışmasında “sanatçı görünümlü etki ajanları” sahneye çıktı.

“Mesele sadece Gezi Parkı değil arkadaş, hâlâ anlamadın mı?” sloganıyla, beyaz perdeden sokağa taşan kin, emperyalist ajandaların dili oldu.

Aslında o gün, beyaz perdedeki sanal kahramanların ihaneti artık sahaya inmişti. Perdede milletin değerlerini alaya alan isimler, bu kez doğrudan milletin devletine başkaldırı için sahneye çıktılar.

Daha geçen hafta Avrupa’da, üstelik Müslüman bile olmayan sanatçılar, eğitimciler ve motosiklet sürücüleri Gazze için sokağa çıktı. Avrupa’nın farklı kentlerinde insanlar, İsrail’in Gazze’de katlettiği çocukları anarak soykırımı kınadı ve Filistin’e destek çağrısında bulundu.

Peki bizim sanatçılar? Onlar ne zaman sokağa çıktılar? Devlete başkaldırı için! Deprem olur göremezsin, yangın olur göremezsin, harekât olur göremezsin, Gazze’de çocuklar katledilir yine göremezsin. Bizim beyaz perde kahramanları, ekran bülbülleri “dut” mu yedi acaba?

İsim vermeye gerek yok; her şey gözümüzün önünde yaşandı. Milletin ekmeğini yiyip, milletin vergisiyle kurulan sahnelerde parlayan bazıları, iş millete sahip çıkmaya gelince sırra kadem basıyor. Kendi değerine değil, efendilerinin ajandasına ses veren bu zihniyet, sanatın değil ihanetin temsilcisi olarak hafızalara kazındı.

Tek Başına Bir Kale: Cüneyt Arkın

Ama bütün bu tablo içinde bir yiğit çıktı: Cüneyt Arkın.

Malkoçoğlu, Battal Gazi, Kara Murat… Hepsiyle Türk tarihini beyaz perdeye taşıdı. Düşük bütçelerle ama yüksek ideallerle gençliğe kahramanlık aşılamaya çalıştı.

“Benim sinemamın amacı Türk gençliğine kahramanlık duygusunu aşılamaktır” diyerek Hollywood’un sahte kahramanlarına karşı direnişin nöbetini tuttu.

Bugünün Tablosu: Yozlaşmanın Zirvesi

Bugün geldiğimiz noktada, Fulbright ile atılan tohumların, Yeşilçam’da filizlenip büyüttüğü yozlaşmanın ağır meyvelerini topluyoruz.

-Okullarımızda disiplin, ahlak ve milli ruh yerine; kimliksiz, yönsüz, “anadan üryan” bir nesil manzarası…

-Ama sadece okullarda değil; sokakta başıboş gezen gençlik, ekranlarda özendirilen çürüme, sosyal medyada pompalanan sapkınlık… Artık hayatın her alanına sirayet etmiş durumda.

-Gençlerimiz, Y kuşağı – Z kuşağı gibi yapay etiketlerle sınıflandırılıyor. Bu suni ayrımlar, gençliği kolay yönetmenin aparatı haline geliyor.

-Cinsiyet eşitliği söylemi, asli manasının ötesine taşınıyor; cinsel sapkınlıkları meşrulaştırmanın kılıfı haline getiriliyor.

-TV dizileri, gayri ahlaki ilişkileri sıradanlaştırıyor. İhanet, sefahat, gayrimeşru ilişkiler alkışlatılıyor; sadakat, aile ve helal değerler küçümseniyor.

-TV programları, yozlaşmayı “eğlence” diye parlatıyor. Rezillikler reyting uğruna alkışlanıyor; gençliğe yoz hayatlar rol model olarak sunuluyor.

- TV haberleri, marjinal ve gayri ahlaki sahneleri “haber” kılıfıyla defalarca yayınlıyor. Böylece kötülüğü eleştirmek yerine yaygınlaştırıyor, normalleştiriyor.

-Fonlanan basın ve güdümlü sosyal medya, bu çarpık düzenin destekçisi… Küresel aklın dayattığı her sapkınlığı “özgürlük” adıyla servis ediyor.

Kısacası, Fulbright’ın müfredatta ektiği zehir, Yeşilçam’da filizlendi; bugün TV dizileri, programları ve haberleriyle toplumsal hafızamızı çürütüyor. Ve bu ağaç, artık kökleriyle aileyi, toplumu ve gençliği sarmış durumda.

Artık dur deme zamanı gelmedi mi?

Yeşilçam gerçekten yeşil miydi?

Yoksa Fulbright’ın kalemiyle, Hollywood’un gölgesiyle boyanmış sahte bir perde miydi?

Bugün görüyoruz ki; kitaplarda başlayan tahribat, sinemada kahkaha ile büyütüldü, dizilerde sıradanlaştırıldı, programlarda eğlence diye parlatıldı, haberlerde defalarca tekrar edilerek normalleştirildi.

Bir milletin kahramanlarını, inancını, ahlakını hedef aldılar. Çünkü çok iyi biliyorlardı: Kültürsüz bir millet, teslim alınmaya hazır bir millettir.

Ama biz de biliyoruz ki;

-Bir millet; kendi kahramanlarını unuttuğu gün, başkalarının sahte kahramanlarına hayran olur!

Bugün artık, bu çarpık tabloya “dur” deme vaktidir. Çünkü kültürel bağımsızlık olmadan, ne ekonomik ne de askerî bağımsızlık kalıcıdır.

Amerika her yaptığı soykırım ve katliamdan sonra kanlı ellerini Hollywood’da yıkadı... 

Bizim Yeşilçam ise, devlete ve millete gölge bile olamadı...

Unutmayın ki: Bir millet; kendi kahramanlarını unuttuğu gün, başkalarının sahte kahramanlarına hayran olur!

 

(E)Tuğg. Halil İbrahim BÜYÜKBAŞ

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA