Orhan ALİMOĞLU

Orhan ALİMOĞLU

Tüm Yazıları

Yaşam Nöbetçisi: Dr. Hussam Abu Safiya

15 Aralık 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

“Benim işim çocuklarla. Ben bir çocuk doktoruyum.”

 

27 Aralık 2024’te İsrail işgal güçleri Gazze’deki Kemal Adwan Hastanesini kuşatarak tahliyesini emretti. Birazdan, etrafı onlarca tankla sarılmış enkaz halindeki hastaneden beyaz önlüğüyle bir doktor çıktı ve tek başına tanklara doğru yürümeye başladı. Savaş tarihinin en ikonik karelerinden biri olan bu resim, tıp mesleği ve doktorluk adına onur, insanlık ailesi ve tarih adına utanç olan o anı resmediyor. Filistinli ressam Maram Ali, o onur ve utancı fırçasıyla adeta insanlığın vicdanına kazıyor.

Gazze’de kadınlar ve çocukların yanı sıra, insanlığın yarattığı bütün değerler katledildi. Savaş jetleri, füzeler, tanklar ve daha nice yıkıcı savaş makinesinin kulak tırmalayan gürültüsü yanında, dünyanın, umut kıran, insanı derdest eden derin sessizliği ile adalet, ahlak, masumiyet de katledildi. Ancak yaşam ve yaşama duyulan derin inanç, savaş makineleri ve taşlaşmış kalplerden örülü suskun bariyerleri de yıkarak insan kalabilen her yüreğe ulaştı.

Gazze’de yıkıntılar ve enkazlar altından sürekli bir fısıltı çarpar kulaklara: “kalpler enkaz altında bile atmaya devam eder.” Fısıldayan ölüler değildir, baştan başa bir enkaza çevrilen Gazze’de ölüme direnen, aşağılanmaya direnen, inadına yaşam, inadına umut diye haykıran o vicdandır. 2 yılı aşkın bir süredir dünyayı ayağa kaldıran, dünyayı ülke ülke, şehir şehir, sokak sokak isyan nöbetine diken o vicdan.

Karanlığın bütün küreyi esir aldığı bu meşum zamanlar boyunca beden ve ruhlarını yakarak, insan varlığına, masumiyete ve ahlaka umut olan nice kahramanlığa da şahit oldu dünya. İşte tanklara karşı bu vakur ve cesur yürüyüşüyle Dr. Hussam İdris Abu Safiya, dayatılan bu aşağılanmaya karşı yaşamın umudunu ve insanlık değerlerini diri tutan, sağaltan o vicdanın inatçı ritmini temsil ediyor, yok edilmeye çalışılan yaşam için vakur bir nöbete dikiliyor.

Dr. Hussam Abu Safiya bir çocuk doktoru, eş ve baba.  Kamal Adwan Hastanesi’nin direktörü bir doktor olarak tıbbı ve bilimi inatçı bir ‘yaşamak’ eylemine dönüştüren, yaşamıyla çağa tanıklık eden, hesap günü için adeta çetele tutan bir adam. Bir keresinde “Size kuşatmanın kalbinden sesleniyorum,”[1] demişti. Bu bir mecaz değil, gerçeğin en katı haliydi; hastanesi kalpti, kuşatma ise onun daralan kafesi.

21 Kasım 1973’te Jabalia Mülteci Kampı’nda, sürgün bir ailenin çocuğu olarak doğdu. Ailesi, 1948’de sömürgeci çetelerin terörist saldırıları sonucu boşaltılan Gazze’nin 24 kilometre kuzeyindeki Hamama’dan sürüldü.[2] Her Filistinli gibi Hussam da hayatta kalmanın garanti altında olmadığının farkında olarak büyüdü. İsrail kolonisinin parça parça işgal ettiği Filistin’de yaşamak sürekli biçimde ölümün eşiğinde yaşamak demektir çünkü. Ölümün kol gezdiği Gazze sokaklarında Hussam, yaşamın değerini her gün daha fazla özümseyerek büyüdü. Çalışkan bir öğrenci, sorumluluk duyguları yüksek bir çocuktu.

Orta öğreniminin hemen ardından katıldığı sınavlarda tıp eğitimine hak kazandı ve eğitimi için Kazakistan’a gitti. Orada zorlu ve başarı dolu eğitiminin ardından pediatri ve yenidoğan alanında uzmanlıklarını tamamladı. Kazakistan’da geçirdiği 1990’lı yıllar ona mesleki uzmanlığın yanında bir de hayat arkadaşı kazandırdı; yıllar süren gurbet ve ağır kayıplarla devam eden savaşlar boyunca ona sarsılmaz bir dayanak olacak olan hayat arkadaşı Albina. İlk oğulları Elias'ın doğumundan sonra Albina ve Ebu Safia, 1998'de Gazze'ye geri döndüler ve Cebaliye mülteci kampında yaşamaya başladılar. Albina, ilerleyen yıllarda üç erkek ve iki kız çocuğu daha dünyaya getirdi.[3]

Yıllarca Gazze’nin kuzeyindeki Kamal Adwan Hastanesi’nde görev yaptı; binlerce bebek bu kötücül dünyaya onun şefkat ve uzmanlıkla bezenmiş avuçlarında doğdu. Hastanesinde sadece bir pediatri uzmanı ve yenidoğan uzmanı değil, genç anne adaylarına, ailelere, sorunlu doğumlara çözümler üreten, manevi destek sağlayan bir çekim merkeziydi. Filistin Tıp Kurulu’nun düzenlediği sınavlardan başarıyla geçen Dr. Hussam sık sık şöyle derdi: “Benim işim çocuklarla. Ben bir çocuk doktoruyum.”[4]

Ve 7 Ekim 2023’ten sonra kapsamlı bir soykırıma dönüşen İsrail işgal güçlerinin saldırıları, Dr. Hussam Abu Safiya’nın omuzlarına hastalarının yanı sıra yeni sorunluluklar yükledi. O artık hastanenin direktörüydü. Ancak kendisinin de ifade ettiği gibi bu görevi bir terfi değil bir sorumluluk olarak kabul edecekti. Çünkü Gazze’de sağlık sistemi çöküyordu, su ve sanitasyon şebekesi yıkılmıştı, elektrik yoktu, tıbbi malzeme akışı kesilmişti ve artık bu distopik şartlar altında sağlık yöneticiliği ağır bir sorumluluktu.  Elektrik için yakıt bittiğinde, mum ışığında resüsitasyon yapmak zorunda kaldı, kuvözlerin ısıtıcıları durduğunda, prematüre bebeklerin göğsünü nefesiyle ısıtmaya çalıştı, kaynak sıkıntılarının had safhaya yükseldiği kritik zamanlarda aklı zorlayan ağır kararlar almak zorunda kaldı; hangi hastaların yaşamı kurtarılmalı ve hangileri ölüme terk edilmeli. Meslektaşları umutsuzluğa düştüğünde onlara sessizce şöyle derdi: “Biz nefes aldıkça, onlar da alacak.”[5]

Tıbbi ve yönetsel çalışmalarının arasında Gazze’nin yok edilmek istenen sesini dünyaya duyurmak için çırpındı Dr. Hussam, ışıkların, tıbbi cihazların, havalandırma ve hijyen aletlerinin sustuğu hastanenin karanlık servislerinden dünyaya şöyle seslendi: “Dünyaya bir kez daha hatırlatıyoruz: hastaneleri ve sağlık çalışanlarını koruyan Cenevre Sözleşmeleri diye övündüğünüz yasalar var, lütfen hastaneleri ve sağlık çalışanlarını koruyan.” Ancak dünyanın önemli merkezleri, BM kuruluşları, devletler ve uluslararası organizasyonlar bütün bu çağrılara kör sağır kalacaktı.[6]

Dr. Hussam gerçek anlamda bir yaşam nöbeti tutuyordu, defalarca hastaneyi terk etmesi için tehdit edildi. Hem İsrail hem başka çevrelerden ona defalarca “güvenli geçiş” teklif edildi, ancak o bu teklifleri her defasında reddetti. Cevabı hep aynıydı: “Zaman çok hassas, hastalarımın bana en çok ihtiyacı olduğu an bu. Son nefesime kadar hizmet edeceğim.” Dr. Hussam gitmenin, hastalara, bebeklere, yaşama sırt dönmek olduğunu ve hem insani değerlerin hem de tıbbi etiğin terk etmeyi değil kalmayı, her şart altında yaşam için çabalamayı gerekli kıldığına inanıyordu. Öyle de yaptı, hastalarını, bebeklerini, servisini ve hastanesini asla terk etmedi.[7]

Kuşatma derinleştikçe hastanenin içinden fotoğraflar çekmeye başladı, acı çeken çocukları, ağlayan anneleri belgeleyerek dünyanın vicdanını uyandırmaya çalıştı. Defalarca video gönderdi; sesi sakin ama umutsuzdu, insanlığa sesleniyordu. Ama dünya sessizdi. Eşi Albina acıyla şöyle diyecekti: “Çocukları gösteriyoruz ama dünya görmek istemiyor.”

Savaş her gün her saat biraz daha yaklaşıyordu. Ekim 2024’te, hastanenin kapısına yapılan bir drone saldırısında oğlu İbrahim hayatını kaybetti. Yüreği yangın yeri, cenaze namazını bizzat kendisi kıldırdı; etrafında hastalar ve sağlık çalışanları vardı.[8] Oğlunun bedenini hastane kompleksindeki geçici mezara indirirken, yoğun bakımdan bir çağrı geldi: Bir çocuk solunum yetmezliğindeydi. Gözyaşlarını silip töreni yarıda bıraktı ve hastaneye geri koştu. Albina o anı şöyle hatırlıyor: “Kendi çocuğuyla hastaları arasında ayrım yapamıyordu. Her birine kendi çocuğu gibi davranıyordu.”[9]

Birkaç hafta sonra hastane içinde yaptığı bir denetim sırasında şarapnel parçalarıyla yaralandı, ancak tahliye edilmeyi yine reddetti. “Bu bizi durdurmayacak,” dedi gazetecilere. “Benim kanım, meslektaşlarımın ya da hizmet ettiğimiz insanlarınkinden daha değerli değil.” Koltuk değnekleriyle hastanenin servislerini dolaşmaya, bu halde bile hastalarına hizmet etmeye devam etti.[10]

Kuşatma çemberi her gün biraz daha daralıyordu. Kişisel olarak Dr. Hussam’ı cezalandırmak isteyen İsrail işgal güçleri 21 yaşındaki oğlu İbrahim’i hedef alarak öldürmüş, bizzat kendisini hedef alarak yaralamış ancak doktorun yaşama dair direnişini kırmayı başarmamıştı. Nihayet 27 Aralık 2024’te İsrail güçleri Kamal Adwan Hastanesi’ni kuşattı. İşgal güçleri herkese tahliye emri verdi. Yukarıda beyaz önlüğüyle tanklara doğru yürüyen resim o gün çekildi. Hemen orada ağır şekilde aşağılandı, tartaklandı ve hemen göz altına alındı. Daha sonra Negev Çölü’ndeki Sde Teiman Gözaltı Merkezi’nden ağır işkence ve sorgulardan geçirildi. Buradan da işkence ve tecavüz uygulamalarıyla ünlü[11] Ofer Hapishanesi’ne nakledildi. Ve işgal güçlerin nihayet Dr. Huşsam Abu Safiya’nın sesini kesebilmişti.[12]

Altı hafta boyunca avukatına erişimi engellendi, tecritte tutuldu ve dinlenmeden sorgulandı. Avukatı sonunda onu gördüğünde 40 kilodan fazla zayıflamış, kaburgaları kırılmış, kalp atışı düzensizdi. Göğüs ağrısı, baş dönmesi ve görme kaybı vardı, ama avukatını en çok etkileyen, direnciydi. “Beni kırmak istediler ama hâlâ çocukların seslerini duyuyorum, bu beni hayatta tutuyor,” demişti.[13]

Şu anda İsrail’in “Yasadışı Muharipler Yasası” kapsamında tutuluyor, bu yasa, herhangi bir suçlama ya da yargılama olmaksızın süresiz tutukluluğa izin veriyor. İnsan hakları örgütleri, bu yasanın Cenevre Sözleşmelerini ve temel adalet ilkelerini açıkça ihlal ettiğini söylüyor.[14] Ağır hak ihlalleri, işkenceler, aç bırakılma ve kötü muameleler eşliğinde devam eden bu sonu belirsiz, gayri hukuki tutukluluk, Dr. Abu Safiya kadar ailesi için de farklı anlamda bir kuşatma anlamına geliyor. Eşi Albina, yaptığı kısa görüşmeleri şöyle anlatıyor: “Her görüşmede daha zayıf, daha solgun oluyor, ama gözlerinde hâlâ bir ışık var. Bana diyor ki: ‘Ağlama. Ne yaptıysam, Gazze’nin çocukları için yaptım.’”

2025 ortasına gelindiğinde durumu daha da kötüleşti, ağır yetersiz beslenme, kalp ritim bozukluğu, tekrarlayan enfeksiyonlar. Yine de avukatına hâlâ şunu söylüyor: “Hastaneyi ve hastalarımı terk etmeyi reddettim, bu yüzden ordu beni oğlumu öldürerek cezalandırdı.”[15]

Gazze’de kırılgan bir ateşkes başladığında, adı tahliye edilmesi beklenenler listesinde yer alacaktı. Bu, dünya tıp camiası, insan hakları örgütleri ve ailesinin uzun süredir beklediği bir gelişmeydi. Ancak liste açıklandığında, adı yoktu. Bunun yerine mahkeme, hiçbir gerekçe göstermeden tutukluluğunu altı ay daha uzattı.[16] Bu gelişme ailesi için bu yeni bir yıkım oldu.

Dr. Hussam Abu Safiya başta olmak üzere Gazze doktorlarının meslek yaşamları ironik bir paradoksa yol açıyor; tedavi ve sağlık için çalışmak direnişin kendisi oluyor. Onun işi tıptı, ama varlığı bir meydan okumaya dönüştü, halbuki onun mesleki çabası, şiddetin yaşamın değerini belirlemesine karşı bir isyandı.

Onun hikâyesinde doktor, baba ve mahkûm arasındaki sınırlar siliniyor; geriye yalnızca vicdan kalıyor. Boşalan vadide dimdik duran taşlar gibi, onun kararlılığı da sarsılmadan duruyor. Bir zamanlar Kamal Adwan koridorlarından yankılanan sesi hâlâ onu hatırlayanların dilinde: “Benim işim çocuklarla. Ben bir çocuk doktoruyum.”

Ve Ofer Hapishanesi’nin duvarlarının ardında bir yerlerde o kalp hala atmaya devam ediyor. Gazze’nin sokaklarında kulaklara çarpan gizemli fısıltının dediği gibi: “Enkazların altında bile kalpler çarpmaya devam eder.”

İntern Dr. Abdel-Rahman Farwanah ve Gazeteci-Yazar Mustafa Ekici’ye katkılarından dolayı teşekkür ederim.

 

 

 

 

Prof. Dr. Orhan Alimoğlu,

İstanbul Medeniyet Üniversitesi

 

[1] https://newyorkwarcrimes.com/dr-safiya-dispatches

[2] https://www.sciencedirect.com/science/article/pii/S0305748823000853?via%3Dihub


 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA