Muhammet Savaş KAFKASYALI
Tüm YazılarıHer şeyin yerli yerinde olduğu, her bir varlığın olması gerektiği gibi olduğu ve gerektiği gibi davrandığı, adaletin minval olduğu bir yer idi dünya. Esasın da usûlün de adalet olduğu o vakit, esasa mugayir düşünmek, esastan razı olmamak, esasa itiraz etmek mümkin alanında değil idi.
Ne zaman ki insanoğlu geldi dünyaya, varlık için mümkin alanı da genişledi. Zira insanoğlu, ‘eşref-i mahlûkat’ olup, ‘ahsen-i takvîm’ olup varlık âlemine şeref verebilme ve ‘esfel-i sâfilîn’ olup hemcinslerine ibret verebilme imkânıyla gelmişti. Bu yeni gelen varlık, isterse içine geldiği nizamı ve varlığını anlayabiliyor, kendi iradesiyle bu nizamın mizanına uygun davranabiliyor, isterse adalet esasından gayrısını düşünebiliyor hatta adaletten razı olmayabiliyor idi.
İnsanoğlu kendini diğer varlıklara ilaveten gelmiş ve varlığın âhengine uymalı görmeyip, varlık âleminin bir parçası olarak bu âlemin nizamını anlamaya çalışmak yerine, kendi arzu ve heveslerine göre işleyebilecek ve kendi menfaatlerini temin edeceğini umduğu sistemler kurmaya cüret etti. Kendi haddini bilmeden hadler koymaya çalıştı.
***
Uzun zaman, hâlinden ve ahvâlden memnun olmayan, imtiyaz isteyen, hakkından ayrıca vasıflar ve imkân isteyen insanoğlu, güçlü olduğu takdirde isteklerini ve ayrıcalıklarını gücün zoruyla kabul ettirmeye çalıştı. Güçle ve zorla, ayrıcalığını ve ayrılığını tanrılık iddiasına kadar götürenler oldu. Lâkin baskının, kabulü temin edebilmesine rağmen inancı ve imanı sağlayamadığı hep bilindi.
Coğrafî keşiflerle, sömürgecilikle, Sanayi Devrimiyle ve nihayet Aydınlanma düşüncesiyle tekamülünü tamamlayan Batılı zihniyet ve Batı üst birimi, bir yandan bütün dünyaya hâkim olmak isterken, diğer yandan da evrenin işleyişine hükmetmek arzusundaydı. Bu hükümranlık arzusu ve düşüncesi, sadece güce dayanan ve zor kullanmaktan gayrı yol bilmeyen evvel zamanki hükümranlık gayretlerinden pek farklı idi. Nitekim tarihin belki de en önemli dönüm noktası olarak görülebilecek bu değişim, bundan sonraki dönemi önceki dönemlerden çok başka bir güzergâha sokmuştur. Tarihin bu yeni döneminde hükmedenler, ilk defa hükümranlıklarına rıza gösterilmesini de sağlamaya uğraşmıştır. Yönetilenlerin hâkim olanlardan razı olması, hâkimiyeti kabul etmenin ötesinde, onun doğru olduğuna inanması anlamına gelecekti ki, bu inanç hâkimiyete meşruiyet de kazandıracaktı.
Adaleti istemeyenler, istediklerine göre bir sistem inşa ettiler. Kendilerini imtiyazlı kılacak şekilde kurgulanan bu sistem, elbette adalet temelli kâinat sistemine aykırı olduğu için onun işleyişine zarar verecekti. Dahası imtiyaz, tabiatı itibariyle adalete aykırı, yani zulüm olduğu için de zulüm esasına göre işleyecek ve zulmeden bir sistem olacaktı.
***
Evvelâ, içinde bulundukları ve aslında kendilerinin de bir parçası oldukları kâinat sisteminin bir düzen olmadığını, bu sebeple yeni bir düzen kabulüyle inşa edilecek ve bânisinin insanoğlu olduğu seküler bir sistem kurmaya giriştiler. İnsanoğlunun, dünyayı hatta evreni kontrol edebileceğini ve yönetebileceğini düşündüler. İnsanoğlunun kutsandığı, onun kurduğu devletin ise tanrısı olduğu seküler bir sistem.
Küsuratın kabul edilmediği, eşitliğin ve ölçünün düzen sayıldığı, bu sebeple haftanın 10 gün, ayların ise 30 gün yapılarak düzenli hâle getirildiği*; tabii ormanların düzensiz kabul edilip, birbirine eşit mesafelerde dikilmiş ağaçlardan müteşekkil korulukların düzenli sayıldığı; insanoğlunun yaptığı yenilerin idealleştirildiği, buna mukabil ilâhî kaynaklı, geleneksel ve eski olan her şeyin kötülendiği ve reddedildiği yahut görmezden gelindiği bir sistem.
Kurulan sistemin işleyişini sağlamak ve varlığını korumak maksadıyla hukuk sistemleri oluşturuldu. Adaletin bir amaç olmaktan çıkarıldığı, kurulan sistemin (hem devlet hem de uluslararası sistem) işleyişini yegâne amaç edinmiş, halkın hukuka riayet etmesini huzur ve sükûn için değil sisteme uyum sağlaması için isteyen ve gerekli gören bir hukuk sistemi.
Muktedir olma arzusuyla her geçen gün daha da hırçınlaşarak ve hırslanarak, insanoğlunun hâkimiyeti için ne gerekiyorsa yapılmaya çalışıldı. Bilim, sanat, kültür vs. ne varsa vasıta kılındı. Bundan kelli, bilim insanoğlunun hâkimiyeti için kullanıldı. Fen bilimleri tabiata hâkimiyet içindi artık. Toplumlara hükmetmenin yollarını bulabilmek için sosyoloji bilim oldu. Beyaz adamın siyah adama üstünlüğünü, Batılının Doğuluya üstünlüğünü, sömürgecinin sömürülene/köleye üstünlüğünü bilimsel bir şekilde ifade etmek ve bilimsel gerçekler olduğu için razı olmaktan başka yol bırakmayan antropoloji bilimi zuhur etti. Batılı hayat tarzını benimsetmenin ve geleneksel olanın, kültürel unsurların ayıplanabilmesi için, toplumların kendi geçmişlerinden ve atalarından utanmalarını sağlayabilmek için medeniyet diye büyülü bir kavram icat edildi.
İnsanoğlunun hükümranlık alanının dışında kalan ve her şeye rağmen hâkim olunamayan alanlar ve belirlenemeyen durumlar için ‘fortune’ dendi. Fakat ne kadar seküler bir düzen kurulmuş olsa da ‘fortune’, insanoğlundan başka bir hâkimiyeti çağrıştırıyordu ve seküler düzenin buna bir çare bulması gerekiyordu. Tam bu sırada, harikulâde bir kurguyla, ‘fortune’ talih olmanın yanı sıra ‘varlık, servet’ anlamında da kullanılmaya başladı.** Birçok kavram için başarıyla uygulanan kurgu, ‘fortune’ için de uygulandı ve fevkalâde başarılı oldu. Artık ‘fortune’ her geçen gün biraz daha ‘varlık/servet’ anlamına getirildi ve daha seküler bir hâl alarak Tanrı’yı çağrıştırmaz oldu. Nihayet, kurgusallığın zirvesine erişilen nokta ise, ‘fortune’un ‘varlık/servet’ sayılmasının ötesinde onu büsbütün seküler kılmak için vergilendirilmesi oldu. Devlet, ‘fortune’a vergi koyarak hem kendi tanrısallığını perçinlemiş hem de Yaratıcıyı dünya hayatından tamamen uzaklaştırmıştır. Zaten sistem de kişisel gelişim ile rekabet ile hırs ile ‘fortune’ sahibi olunabileceğini her fırsatta gösteriyordu insanoğluna.
İşte ne zaman ki, devlet ‘fortune vergisi’ni kaldırıp halkın en elzem ihtiyaçlarından olan akaryakıta zam yapınca, ‘fortune’suz halk sarı yelekler giyip isyan etmeye başladı. Bu hâliyle kendi düzeniyle çelişmişti seküler devlet. Zira ona göre ‘fortune’, insanoğlunun kendi gayretiyle ve devletin imkânlarıyla elde edilen, bu sebeple tek hâkim olan devlet tarafından da vergisi alınması gereken dünyevî bir ‘varlık/servet’ idi.
Tabiatındaki/fıtratındaki adalet ihtiyacı ve beklentisi algısal seviyede dahi olsa kendisini göstermekte ve insanoğlu bu ihtiyacını gidermek mecburiyetinde hissetmektedir. Kurgulanmış ve işleyen sistem bilgiyi ve kabulleri anlayış seviyesinden algı seviyesine indirgemiş olsa dahi adalet hem kâinatın esasında hem de insanoğlunun özünde olduğu için halk bu sistem içinde dahi adalet aramaktadır.
***
Mütemadiyen zulmeden Modern Uluslararası Sistem, her ne kadar adalet istemeyen insanoğlunun kurduğu bir düzen olsa da Yaratıcının adalet esasına göre işleyen nizamı haricine çıkabilemeyecek ve zulmüyle bu nizamın mizanında tartılıp adalet karşısında mağlup olanların yanında yerini alacaktır.
* Fransız İhtilali’nden sonra 1793’ten 1805’e kadar yaklaşık 12 yıl boyunca Fransa’da kullanılan yeni takvime göre yıl 30 günden oluşan 12 aydan meydana geliyordu. Hafta ise 10 gün idi. Tasniflerin onluk sisteme göre yapıldığı, bu suretle düzenli hâle getirildiği bu takvim ve hatta saat sisteminde mümkün mertebe küsurata tahammül gösterilmemiştir.
** fortune (n.): c. 1300, "chance, luck as a force in human affairs," from Old French fortune "lot, good fortune, misfortune" (12c.), from Latin fortuna "chance, fate, good luck," from fors (genitive fortis) "chance, luck," possibly ultimately from PIE root *bher- "to carry," also "to bear children," which is supported by de Vaan even though "The semantic shift from 'load' or 'the carrying' to 'chance, luck' is not obvious ...." The sense might be "that which is brought."
Sense of "owned wealth" is first found in Spenser; probably it evolved from senses of "one's condition or standing in life," hence "position as determined by wealth," then "wealth, large estate" itself. Online Etymology Dictionary, Douglas Harper, Historian. https://www.etymonline.com/word/fortune#etymonline_v_11830
01.01.2019
Güncel Yazıları
Karanlık ve Işık
08 Nisan 2020
Konjonktür ve Gündem
19 Mart 2020
Bahar
03 Mart 2020
Küresel Isıtma ve Zihniyet
24 Şubat 2020
Kurban Bayramı’ndan Şükran Gününe
10 Aralık 2019
Masraf ve Minnettarlık
02 Nisan 2019
Talihe Vergi Koymak
01 Ocak 2019
Şevket’li Özbekistan’ın Yeniden Uyanışı
04 Aralık 2018
Strateji ve Tarih İşbirliği
03 Temmuz 2018
SDE Yeniden Başlarken
15 Mayıs 2018