Muhammet Savaş KAFKASYALI

Muhammet Savaş KAFKASYALI

Tüm Yazıları

Konjonktür ve Gündem

19 Mart 2020
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

İnsanı ve toplumu bilmeye çalışmak, anlamak maksadıyla olduğunda hem doğru hem de saygıdeğerdir. Zira insanı ve toplumu anlamak, hayatı insanın ve toplumun bilgisine dayanarak şekillendirme imkânını sağlamaktadır. Hayatı buna göre şekillendirmek ise insan ve toplum hayatının tabiata uygun, takdir edilmiş işleyişle ahenk içinde, yani doğru olabilmesini mümkün kılar.

Modern Uluslararası Sistem ve modern siyaset, hem bireyi hem de toplumu, kontrol ederek ve yöneterek istediği gibi yönlendirmek maksadıyla bilmeye çalışmıştır. Sosyoloji, psikoloji yahut antropoloji gibi adlarla müstakil bilim dallarının oluşturulup bu alanlarda araştırmalar yapılmasının sebebi, bilhassa sömürge toplumlarının özelliklerini bilerek sömürme eylemini kalıcı kılıp / sistemleştirip sömürgecilik hâline getirebilmek olmuştur: Bu alanlardaki bilimsel çalışmalarda elde edilen bulgular, Avrupalı / Batılı beyaz adamın, siyah adamı yönetmesi gerektiğini, zira siyah adamın antropolojik özellikleri itibariyle yönetmeye elverişli olmadığını ve siyahların toplumunun beyaz adam tarafından yönetilmesi gerektiğini göstermiştir / göstermektedir. Bu görev esasında beyaz adamın mukadderatıdır! Beyaz adamın böylesine zor bir yükü üstlenmesi karşısında elbette siyah adamın da minnettarlık duyması gerekmiştir. Çünkü yönetilmesinin ve başına getirilenlerin bütün gerekçeleri tamamen bilimsel (!) olarak gösterilmiştir.

Bugün geçmişe bakıldığında, “bilimsel” sıfatını kullanarak toplumları kandırmak ve yönetmek için ileri sürülenlerin nasıl da pervasızca, çılgınca ya da akla zarar olduğu görülebilmektedir. Meselâ siyahî kölelerin tarlada çalışırken kaçmalarını engellemek için kaçma isteğinin, zencilere / kölelere has bir hastalık olduğunu ileri sürüp bilimsel olarak açıklamasını yapmak, her ne kadar bugün latife gibi görülse de o vakit ciddiyetle yürütülmüş uygulamalardan sadece bir tanesidir.

Dr. Cartwright’ın, “Zenci Irkının Hastalıkları ve Fizikî Özellikleri”[1] adlı makalesinde tanımını ve açıklamasını yaptığı drapetomania, Amerika’daki zenci kölelerde görülen ve “kaçma hastalığı” olarak nitelendirilen bir psikolojik rahatsızlıktır. Yunanca “kaçak köle” ve “delilik” kelimelerinin birleşiminden oluşturulmuştur. Cartwright, kölelerin “kaçma hastalığı”nın bir hastalık olduğunu İncil’in, kölelerin efendilerine boyun eğmesi gerektiğini ve asla kaçma arzusu duymamaları gerektiğini söylediğini ifade ederek gerekçelendirmiştir. Hastalığın tedavisi için de kölenin içine girmiş bu şeytanı kovmak maksadıyla sistemli bir şekilde kırbaçlanmasını yahut daha kalıcı çözüm için kölenin ayak başparmaklarının kesilmesi gerektiğini anlatmıştır.

Diğer taraftan, kafatası ölçümleri yaparak beyinle ilişkisini ve bunun da ırkların üstün yahut alt sınıfa aitliğini belirlediğini, neticede beyaz ırkın üstün ırk olduğunu göstersin diye üstün gayretlerle yürütülen çalışmaların bilimsel değil aslında politik olduğu çok uzun bir süre konuşulamadı. Bu süre içinde de zaten istenen görevi yerine getirmişti.

Sömürgeciliğin bilimsel gerekçeleri ve bu doğrultuda yürütülen uygulamalar, muazzam kazançlar sağlamıştır. Kazanç sömürgeciliği, sömürgecilik de kazancı artırmıştır. Toplumları yönetebilmenin ve yönlendirebilmenin getirdikleri, bu durumu kalıcı kılabilme isteğini doğurmuştur. Kalıcı kılabilmek ise daha fazla çalışmayı, bilgi birikimini ve tecrübeyi gerekli kılmıştır. Günümüze kadar yapılan çalışmalarla, toplumu yönlendirebilme imkân ve kabiliyeti ciddi ölçüde geliştirilmiştir. Her geçen gün teknolojinin ürettiği yeni vasıtalar da toplum hakkında hem bilginin hem de kontrolün artırılmasını kolaylaştırmıştır.

Modern Uluslararası Sistemin işleyişini sağlaması ve bu işleyişin engellenmemesi, toplumların bu sistemden rahatsız olmaması hatta mümkünse memnuniyet duyması için bir taraftan toplumların istekleri ve beklentileri araştırılırken, diğer taraftan da onların istek ve beklentilerini hatta çıkarlarını belirlemenin yolları aranmıştır. Bugün büyük ölçüde kitle iletişim araçlarıyla, akademik çalışmalarla halkın düşünceleri ve eğilimleri yönlendirilebilmektedir. Herhangi bir hususta halkın genel kanaati belirlenebilmekte ve maalesef bu kanaati değiştirmek ya da yanlışı düzeltmek de çok zor olabilmektedir.

Halkın umumî kanaatinin belirlenebildiği bir ahvâl, doğruları ve gerçekleri ararken daha fazla dikkat etmeyi ve daha titiz çalışmalar yapmayı zarurî kılmaktadır. Oysa pek çok konuda ve durumda sadece üstünkörü bir bakışla yetinip bu üstünkörü bakışla hatta bakmaya dahi ihtiyaç hissetmeksizin umumî görüşü esas alarak değerlendirmemizi yapmakta, yolumuza devam etmekteyiz. Tabi bu yol ne kadar yol olacaksa ve bizi nereye vardıracaksa. Efkâr-ı umumîye hürmet elbette lâzımdır, lâkin umumun fikrini ve kabulünü benimsemek, iki sebeple zararlı olabilmektedir:

  1. Toplum, bazen umuma ait düşüncelerin yahut kabullerin gelmişliğini, devam etmesi mecburiyeti şeklinde yorumlayabilmekte ve zamanla inanç esası veya atalar dini hâline getirebilmektedir.
  2. Umumî düşünce yahut umumun düşüncesi başkaları tarafından kurgusal olarak belirlenebildiği için umuma hürmeten düşünceyi doğru kabul etmek yanlışa sürükleyebilmektedir.

Birinci durum toplumdan kaynaklıdır ve toplumun yanlışıdır. Böylesine bir durumda yanlış olduğu düşüncesi, kabul etmemek için kâfidir. Oysa ikinci durumda sebep toplum değildir ve yanlış fark edilmesin diye tasarlanarak yapılmıştır. Bu sebeple yanlışı reddedebilmek için bu tasarımı, tasarlayanları ve yöntemlerini / vasıtalarını anlamak, bilmek gerekir.

Modern Uluslararası Sistemin baştan yapılandırılmış işleyişine ilaveten, uzun zaman içinde görülen eksiklerin ve aksaklıkların giderilmesi maksadıyla geliştirilen yeni vasıtalarla ve yöntemlerle daha da kuvvetlendirilen, toplumları hatta bütün dünyayı yönetme ve yönlendirme becerisi, artık oldukça ileri seviyededir. Bu beceriyi hem kullanmak hem de diri tutmak için en önemli vasıtaların başında konjonktürü ve gündemi belirlemek gelmektedir. Konjonktür, toplumların içinde bulunduğu ahvâldir ve konjonktürü belirlemek, bu ahvâli belirlemektir. Gündem ise toplumların dikkatinin, merakının, alâkasının odağıdır ve gündemi belirlemek toplumun öncelikle aynı konuya odaklanmasını ve ardından odaklandığı bu konu hakkında kendisine anlatılanları dilemesini, öğrenmesini ve bilmesini sağlamaktadır.

Konjonktür[2], bireyin duygu ve fikir dünyasının kendi zihniyetiyle oluşmasına, bu zihniyet doğrultusunda yaşamasına ve yaşadıklarını zihniyetine göre muhakeme etmesine engel olup onu Uluslararası Sistemin işleyişine bağlamak içindir. Konjonktür, en öz ifadeyle bireylerin, toplumların ve devletlerin sisteme bağlacı / bağlayıcısıdır. Uluslararası Sistem, içinde bulunduğu şartları ve bu şartlara ayak uydurmanın kaidelerini belirlemek suretiyle herkesi sistemin işleyişine bağlar. İşte bu bağlaç konjonktürdür. Kelimenin anlamı da zaten budur.

Gündem[3] bağlamanın vasıtasıdır. Sistem, bireyleri, toplumları ve devletleri kendi işleyişine gündem vasıtasıyla bağlamaktadır. Gündemi belirleyebilme gücüne sahip olanlar, ancak sistemin kontrolünü elinde tutanlardır. Zira gündemin merkezinde olmak yahut gündemin konusu olmak, gündemi belirlemek anlamına gelmez. Gündemi belirlemek, bütün dikkatleri üzerine çekmek ya da haberlerin konusu olmak değildir. Hangi konunun konuşulacağına, neyin haber olacağına ve bu haberle toplumlara neyin anlatılacağına karar verebilmektir. Toplumların bu konuları konuşurken ve bu konulara odaklanmışken, bütün dikkatlerden ve gözlerden uzak kalmanın sağlayacağı rahatlıkla, planlanmış diğer meselelerle meşgul olabilmektir.

Gündemin unsurları, sanat, kültür, spor, ekonomi, politika, bilim, sağlık gibi alanlardır. Bu alanların herhangi birinde ortaya çıka(rıla)cak bir konu, gündem hâline getirilebilir ve bu konu hakkında söylenenler toplumların hatta devletlerin bilgisi olabilir. Şâyet kendine ait bilgi kaynağına sahip değilse gündemi belirleyenlerin gündem hakkında ileri sürdüklerini dinlemek ve bilmek kaçınılmaz olacaktır.

Gündemi oluşturma araçları, medya, sinema, haber gibi vasıtalardır ve bu vasıtaların sahipleri umumiyetle sınırlı sayıdadır. İşte bu vasıtalara sahip olanlar ve bu vasıtaları kullananlar,

  • Okunacakları
  • Dinlenecekleri
  • Seyredilecekleri
  • Öğrenilecekleri
  • Bilinecekleri
  • İstenecekleri
  • Yapılacakları belirleyebilmektedir.

Bütün bunları belirlemek[4], bireyleri, toplumları ve devletleri Uluslararası Sisteme bağlamakla kalmayıp, bu sisteme bağımlılığı ve hatta bağlılığı da beraberinde getirmektedir. Bir ‘bağlaç’tan da bundan daha fazlası beklenemez herhalde.   

Bir çalışma yaparken hangi eserlerin kaynak olduğunu tespit edip o eserlere ulaşmaya çalışmak, hangi sanatçıyı dinlemek ya da hangi filmi seyretmek gerektiğini düşünmek, herhangi bir alanda nelerin öğrenilmesi gerektiğini ve nelerin bilinmesi gerektiğini belirlemek, bunların daha da ötesinde nelerin isteneceğine ve bu istekleri elde etmek için nelerin yapılacağına karar vermek, olabilecek en etkili belirleme gücüdür. Nitekim bu kadar unsuru belirlemek, büsbütün hayatı ve hayat tarzını belirlemek demektir. Uluslararası Sistem bu belirleyiciliğin nihayetinde ise hayat tarzı pazarlama imkân ve kabiliyetiyle toplumların nasıl bir hayat tarzını isteyeceğini ve benimseyeceğini tayin edebilmektedir. Adına konjonktür denen ‘bağlaç’, hem bu unsurları hem de toplumları sistemin işleyişine bağlayarak sistemin devamını sağlamaktadır. Zira bireyler, toplumlar ve devletler, sistemin belirleyiciliği sebebiyle konjonktürel davranmak mecburiyetinde kalarak konjonktürün götürdüğü yere gitmektedirler. O yer ise her daim sistemin işleyişidir.

Açılmış bir çığırdan yürümek, o çığırı açanın belirlediği yolda gitmektir. Herkes o yoldan gidiyor diye bu yoldan gitmek, kendinde olmayan şuurun diğer gidenlerde olduğunu önden kabul etmektir. Şuurlu olma vazifesini herkesin birbirine bıraktığı bir durumda, herkes denen gürûhun mâkul davrandığını / davranacağını sanmak gaflettir, dalâlettir. Gafletin ve dalâletin hâkim olduğu topluluğun kendi zihniyeti doğrultusunda hareket edemeyeceği, başkaları tarafından yönlendirileceği açıktır. Böyle bir hâlde herkes denen gürûhun oluşturduğu sıranın önünde yer almaya çalışmak yahut daha güvenli olsun diye bu sıranın ortalarında olmaya gayret etmek yol değildir.

Modern Uluslararası Sistem, mecburî eğitim sistemiyle belirlediği formasyonu alan bireylerden ve toplumlardan hangilerinin başarılı olduğunu ve sıranın önünde yer alacağını, bu formasyona uygun sınavlarla ve ideal diye sunulan niteliklerle belirlemektedir. Gündemi ve konjonktürü belirleyerek de toplumların, sistemin işleyişindeki tadilata ve gidişata yönlendirilerek sistemin işleyişine hem bağları hem bağlılıkları kavileştirilmektedir. Formasyonu belirlenmiş bireylerin ve toplumların hangi durumda nasıl davranacakları, tepki verecekleri zaten bilinebildiği için sistem, gündemi ve konjonktürü belirlerken de çok zorlanmamaktadır. Davranışların öngörülemediği daha mühim konularda ise evvelâ tatbikat niteliğinde gündemler oluşturmakta ve böylece toplumların, devletlerin tutumları hakkında bilgiler toplayarak sonraki süreçte ‘konjonktürün / bağlacın’ bağlayıcılığını kusursuz kılacak gündemler belirleyebilmektedir.

Modern Uluslararası Sistem, yapısı itibariyle zulüm temelli olduğu ve işleyişiyle de sürekli zulüm ürettiği için oluşturduğu ya da belirlediği gündem, bu yapıya ve işleyişe uygun olmak mecburiyetindedir. Bu durum ise sistemi anlamak isteyenler için bir imkândır aynı zamanda. Zira işine, yani gündemine ve konjonktürüne sistemin âyinesi olarak bakıp niyetini görmek mümkündür. Keza hem yapısına bakıp işleyişinin güzergâhını tahmin etmek hem de işleyişine bakıp niyetini tespit edebilmek mümkündür. Neticede yapısı hastalıklı olanın gündemi elbette virüs olacaktır. 

İnsanoğlu her halükârda sıradan olmak mecburiyetindedir. Önemli olan insanoğlunun sıradanlığı değil, hangi sırada olduğudur. Nitekim sıra dışı olma girişimleri, arzusu ve gayreti de esasında sadece aynı trenin içinde ön vagonlara doğru ilerleme girişimi, arzusu ya da gayretidir. Zira sistemin sırasına mahkûm olduktan sonra, sıradan kurtulmak ihtimal dışıdır ve başarılı veya sıra dışı olmak ancak sıradan olup sıranın önünde yer almakla mümkündür. Çünkü hem başarılıyı hem de sıra dışı olmayı sistemin kendisi belirlemektedir. Tıpkı aynı trende ya da uçakta ‘business / first class’ta yolculuk etmek gibi.

Sırayı kendi zihniyetiyle belirleyip o sıradan olmayanlar, gündeme göre konjonktürün koyacağı sırada olacaktır. Kendi zihniyetine göre sırayı tayin etmek ise gündemin teferruatını konuşup konjonktüre göre hareket ederek değil, bütün etkilerden ve etkenlerden bağımsız kendi bağını, bağlılığını ve bağlacını bilerek, kendi gündemine göre hareket ederek olabilecektir.     

Bütün mesele kendini bilmek ve kendi zihniyetiyle tutarlı olmaktır. Nispeti kendi ve mihenk taşı kendi zihniyeti olmayanlar, yani tutarlı olmayanlar, başkalarının sırasının sıradanı olurlar. Özgenin sırasında yer tutup, kendi yolunu yürümek olmaz. Kendi yolunu yürümeden yaşayanlar ise “hayatım” diyemez.  

 

 

____________________________________________

[1] Samuel A. Cartwright, "The Diseases and Physical Peculiarities of the Negro Race", Southern Medical Reports, vol. 2, 1851, pp. 421–429.

[2] konjonktür: 1. isim Geçerli durum.

  1. isim Her türlü durum ve şartın ortaya çıkardığı sonuç:

“Seçim konjonktürü böyle ülkelerde bazen pek duygusal, pek yüzeysel faktörlerle değişebilir.” - Haldun Taner https://sozluk.gov.tr/

conjuncture (n.): A combination of things happening at the same time. https://dictionary.cambridge.org/dictionary/english/conjuncture

conjunct (adj.): "conjoined, conjoint”, mid-15c., from Latin coniunctus, past participle of coniugare "to join together”, from assimilated form of com "with, together" + iugare "to join”, from iugum "yoke" (from PIE root *yeug- "to join"). A doublet of conjoint and conjoint. https://www.etymonline.com/word/conjunct#etymonline_v_28636

conjuncture (n.): c. 1600, "a combining or joining together”, from French conjoncture (16c.), from Medieval Latin coniunctura, from Latin coniunctus, past participle of coniugere "to join together”, from assimilated form of com "with, together" + iungere "to join together" (from nasalized form of PIE root *yeug- "to join"). Meaning "combination of circumstances”, especially "a critical state of affairs”, is from 1610s. https://www.etymonline.com/word/conjuncture#etymonline_v_28640

[3] gündem: 1. isim Toplantılarda görüşülecek konuların bütünü, ruzname.

  1. isim Yaşanan günlük olaylar. https://sozluk.gov.tr/

YTü: "Fr agenda karşılığı" [ TDK, Türkçe Sözlük, 1. Baskı, 1945] gündem: ... ruzname.

TTü gün +dAm  

→ gün sözcüğünden +dAm sonekiyle türetilmiştir. https://www.etimolojiturkce.com/kelime/g%C3%BCndem

Not: YTü sözcüğün Lat agendum "gündem" sözcüğünden esinlendiği açıktır; +dAm ekinin işlevi belirsizdir. https://www.nisanyansozluk.com/?k=g%C3%BCndem

agenda (n.): 1650s, originally theological, "matters of practice”, as opposed to credenda "things to be believed, matters of faith”, from Latin agenda, literally "things to be done”, neuter plural of agendus, gerundive of agere "to do" (from PIE root *ag- "to drive, draw out or forth, move"). Sense of "items of business to be done at a meeting" is first attested 1882. "If a singular is required (=one item of the agenda) it is now agendum, the former singular agend being obsolete" [Fowler]. https://www.etymonline.com/word/agenda#etymonline_v_8029

[4] Unutulmaması gereken beki de en önemli husus, bir alanda gündemi belirleyebilmek, o alana hâkim olmayı gerekli kılar. Spor, ekonomi ya da sağlık alanında eğer gündem belirlenebiliyorsa, gündemi belirleyenin bu alana hâkim olduğu anlaşılmalıdır. Nitekim yaygın kanaate göre sadece medya alanında etkili olmak gündem belirleyebilmek için yeterli olmaz. Diğer bir ifadeyle, medya gücüne sahip olmak tek başına gündemi belirleyebilme imkânını vermez.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA