Levent AYDIN

Levent AYDIN

Tüm Yazıları

TUİK’in Enflasyon Mızrağı Tüketici Çuvalına Sığar mı?

10 Şubat 2020
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Günlük hayatımızda gözü önünde duran, apaçık bilinen gerçeklerin gizli tutulması, örtbas edilerek yokmuş gibi gösterilmesi ile karşılaştığımızda bunun imkânsız olduğunu  söylemenin en etkili ve kısa yolu “mızrak çuvala sığmaz” atasözünü o kişiye yada o kuruma hatırlatmaktır.  Bu günlerde gerek yazılı basında gerekse günlük sohbetlerimizde yine enflasyonun düşük gösterildiğini sıkça tartışır olduk. Esasında enflasyon ortaya çıktığından beri enflasyon hesaplamalarına olan bu güvensizlik bazen artarak bazen azalarak da olsa günümüze kadar süregeldiğini söyleyebiliriz. Söz konusu bu güvensizliğin kökeni belki de kısmen de olsa enflasyonun tanımdan kaynaklanmış olabilir. Zira enflasyon tanımında iktisatçıların ortak bir tanım üzerinde görüş birliğinin olmadığı çeşitli, enflasyon tanımları kullandıklarını biliyoruz. Burada enflasyon üzerine yapılan kavramsal tartışmalara girmeden en yaygın kullanılan tanımın fiyatlar genel düzeyinin sürekli ve hissedilir artışı ifade eden bir durum olduğunu söylemekle yetinelim.

Öyleyse iktisatçılar arasında bile kavramsal olarak tam bir mutabakata varılamamış enflasyonun, gerek tüketici fiyat artışlarını temsil eden TÜFE, gerekse üretici fiyat artışını temsil eden ÜFE olarak ülke ekonomi ve diğer ülke ekonomilerinde tam ölçülebilmesi maalesef mümkün olamamaktadır. Zaten tam ölçesiniz bile enflasyon bir genelleme ve temsili değer olduğunu kabul etmemiz gerekir. Bunu bir örnekle açıklamaya çalışalım. Tüketici sepeti içerisinde yer alan mallardan biri olan araçlarımızda yakıt olarak kullandığımız motorini ele alalım. Diyelim ki bu ayın TÜFE’sin de en fazla fiyatı artan motorin olsun. Ama benim aracım yok veya çok az kullanıyor isem açıklanan enflasyon motorin üzerinden benim satın alma gücümü ya hiç etkilemeyecek ya da çok az etkileyecektir. Aynı örnekleri ocak ayında fiyatları en çok artan patlıcan ve domates dibi sebzeler üzerinden söylemek mümkün. Özetle bir yandan Türkiye İstatistik Kurumunun (TUİK) tahmin ve anketlerine göre hesaplanan bir resmi enflasyon, diğer yandan vatandaşın tüketim alışkanlıkları, harcamaları ve gelirine göre gerçekleşen bir sokak enflasyonu var. Görüldüğü üzere resmi enflasyon ile sokak enflasyonun birbirine eşit olması pek de mümkün görünmüyor olduğundan aradaki bu farkı hileden ayrı düşüneceğiz. Ancak yine de resmi enflasyonun sokak enflasyonuna olabildiğince uyumlu olması ve iyi temsil ediyor olması gerekir. Aksi halde eksik ve fazla enflasyon ölçümünden sadece halkın değil hükümetin de kaybının olacağını ve hatta hükümetin daha çok kaybedeceğini bilmemiz gerekir. Şimdi işin doğası gereği tam bir ölçüm yapılamadığını kabul ettikten sonra asıl tartışma konusu, hükümetin hile yaparak gerçekte yüksek olan enflasyonu düşük göstererek kendine bir menfaat sağlayıp sağlamadığıdır.

Hemen tartışma konusuna geçmeden yine bilinmelidir ki ekonominin temel kavram ve göstergelerinden enflasyon, işsizlik oranı ve Gayri Safi Yurtiçi Hasılanın da maalesef hiçbir zaman ve hiçbir yerde tam bir ölçümünü yapmak mümkün olmamaktadır. Onları eksikleri ile birlikte kabul edip, kullanmak zorundayız. Kısaca söylemek istediğim hiç kimse enflasyonu kendi kilosu veya boyunun kaç santim olduğu kadar bir kesinlikte ölçülebildiğini sanmasın.

Öyleyse kavramsal olarak herkes tarafından kabul edilmiş bir tanımı olmayan ve tam olarak ölçülemeyen enflasyonun bu zorunluluklar dışında politikacıların enflasyon hesabı yapan kurumlar üzerinde özellikle yüksek enflasyonu düşük göstermek gibi bir amacı ya da müdahalesi olamaz mı? Elimizde bunu doğrulayacak bir kanıt ve veri yok ama bunu tartışan muhalefet, yazılı basın ve halkın bir kesiminin tespitleri ve bulguları var. Sorunun asıl muhatabı olan hükümet tarafı bu tür suçlamalara karşı sessiz kalmayı tercih ediyor. Fakat demokratik ve açık toplumlarda şeffaflık adına TUİK’in devamlı gündeme gelen bu soruna açıklık getirebilecek bazı açıklamalar ve doğru bilgilendirmeleri yapması gerekir. Bu arada bazen sapla saman da karıştırılıyor. TUİK’in tüketici sepetine son zamanlarda çok tüketilen çocuk taytını ekleyip, az kullanılan fotoğraf makinesini çıkartıp sepeti revize etmesi bile hileden sayılıyor. Hükümet ve TUİK bu tür yersiz ve yanlış suçlamalara yanıt vermeyince demek ki hile yapılıyor kanaati hakim oluyor. Öyle ya sükût ikrardandır. Kısaca bu işin sahibi konumunda olan hükümet ve ilgili kurumu açıklama ve bilgilendirmeler yapmayı gerekli görmediği için tartışmalar da beraberinde geliyor. Bu durumda yorum ve analizlerle biraz da iş başa düşüyor. Şimdi varsayalım ki hükümet yüksek olan enflasyonu hilelerle düşük gösteriyor ve bundan kazanç sağlamak istiyor veya tek haneye indirdiğini sanıyor olsun. Bu senaryoyu geçen yılın enflasyonu üzerinde analiz yaparak hükümet ve tüketicinin bu hilede kayıp ve kazançlarını iktisadi olarak ölçmeye çalışalım. Geçen yılın enflasyonu TÜFE’ye göre yüzde 11,84 idi. Hükümetin sorumlu kurumu TUİK çeşitli hilelerle aslında diyelim ki yüzde 25 olan enflasyonu yüzde 11,84 olarak açıkladı. Tüm ekonomilerde enflasyon aslında bir tür gizli ya da bütçede görünmeyen bir vergi kalemi gibidir. Aslında gibisi fazla, enflasyon vergidir ve enflasyon vergisi olarak tanımlanır. Öyleyse hükümetin en büyük gelir kaynağı olan bu vergiyi neden yüzde 25 üzerinden almayarak yüzde 11,84 üzerinden almaya razı olsun. Madalyonun bir yüzünde hükümetin bu hilede çok büyük bir vergi kaybı olduğunu kabul edelim. Öteki yüzünde ise hükümetin çalışanlar için ücret artışını enflasyon üzerinde endekslemesi var. Hükümet ücret artışlarında kendi beklediği enflasyona göre artışı yapıyor, dönem sonu gerçekleşen enflasyonla ücret artışını gerçekleşen ile beklenen enflasyon arasında oluşan farkı enflasyon farkı olarak ödüyor. Hükümet enflasyon farkını yıllık yerine 6 aylık dönemler halinde ödüyor. 2020 yılında toplam 5,2 milyon memur ve emekliye 2019 ikinci yarısı için yüzde 5 olarak kabul edilen enflasyon beklentisine göre ücretleri artıran hükümet, söz konusu dönemde gerçekleşen enflasyon yüzde 6,49 olduğu için bugünlerde  %1,49 kadar enflasyon farkını ödemesi bekleniyor. Burada hükümet ücret artışlarını enflasyona göre endekslediği için diyelim ki düşük gösterilerek daha az ücret artışı ile kazanç sağlamış olsun. Ama toplamda 83 milyon kişiden alacağı enflasyon vergi kaybına karşılık, 5,2 milyon kamu çalışanın ücret artışlarından elde ettiği kazanç dikkate alındığında hükümetin temel amacı kazanmak olsa birinci seçeneği tercih etmesi gerekmez mi?

Hükümetin uyguladığı enflasyon politikası ile fiyat ve finansal istikrarı sağlaması ekonomik istikrar açısından ne kadar önemli olduğunu son 18 yılda görmüş olmamız gerekir. Bu istikrarı döviz kuru, faiz ve kamu çalışanlarının ücretleri üzerinde de sağlayarak geçmişte yaşanılan krizlere düşmemiş olmamızı da göz ardı etmemeliyiz. Bununla birlikte maalesef kamu kesiminde çalışanların liyakati ve marjinal verimliği sorunu hala çözülmüş değil. Çalışanın marjinal verimliliğinden kast edilen aldığı ücrete karşılık kurumun yaptığı işe veya üretime olan katkısının ne kadar olduğudur. Bu katkının yeterli olmadığı ve alınan ücretin altında olduğu veya hiçbir şey üretmediği maalesef ekonomimizin yüksek işsizliğe rağmen en temel sorunlarından biri olarak devam etmektedir.

Enflasyon ölçümün sadece ekonomik getiri ya da maliyeti olduğu kadar politik yönlerinin de olduğunu unutmamak gerekir. Bunu izninizle bir atasözümüzle örneklendirerek açıklamaya çalışayım. Bir an için hükümetin yüksek enflasyonu gizleyerek daha az vergi almaya razı fakat daha az ücret edemeye istekli olduğundan tabir yerindeyse süte su katarak hile yaptığını düşünelim. Hükümetin süte su katarak sütün niteliğini bozduğunu bu sütten ne yoğurt ne peynir ve de tereyağının elde edilmediği bir süre sonunda tüketici kolaylıkla fark eder bu hileli sütten daha fazla tüketmek istemez ve muhalefetin sütünü denemeye yönelir. Başka bir anlatımla,  eğer AK parti hükümeti sütün niteliğini bozacak kadar süte su kattıysa sandığa giden halk bu sütten çoktan vazgeçmesi gerekirdi. Ama halk hala anasının AK sütünü içer gibi içmeye devam ediyor.

Şurası bir gerçek ki artık günümüz bilgi ve veri çağında Türkiye’nin 1980’lerde dünyaya açılan ekonomisi ile birlikte son on yıldaki uluslararası siyaseti ile de dünyaya açılan yüzünün ak ve parlak olması için dışardan ışıldayan yeni binasındaki TUİK’in, dışı kadar içinin de en az Merkez Bankası’nın güvenirliğine ve şeffaflığına sahip olması için bir şeyler yapması gerekir. Bizler de doğru ve kapsamlı verileri elde ederek genç, dinamik ve gözleri parlayan öğrencilerimiz ve araştırmacılarımız ile birlikte yapacağımız analiz ve sentezlerle ülkenin geleceğini planlayabiliriz.

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA