Levent AYDIN
Tüm YazılarıHükümetin 2021-2023 yıllarını kapsayan ve Cumhuriyetimizin 100. yılına kadar uzanan Yeni Ekonomi Programı (YEP) Hazine ve Maliye Bakanı Albayrak tarafından açıklandı. Açıklanan bu programın geçmiş plan ve programlarından ayırt edici temel özelliği, dünya ve ülke ekonomisini tehdit eden bir küresel salgının etkileri altında hazırlanmış olmasıdır. Kovid-19, yayılma hızı ve etkileme gücü bakımından önceki küresel salgınlardan farklı bir tavır sergilemekte olup belirsizlikler ekonomileri ve geleceğe yönelik ekonomi programlarını da etkileyebilmektedir.
Böylesine bir ortamda açıklanan YEP’i kısa ve uzun vadeli iki bakış ile değerlendirmek ekonomi teorileri ve politikaları açısından yerinde olur. Cumhuriyetin ilk yıllarında (1930'lu yıllarda) sanayi planları hayata geçirildi. İlk kalkınma planı ise 1961 Anayasa'sı sonrası DPT tarafından hazırlanıp 1963 yılında uygulamaya başlandı. Bu tarihten serbest piyasa ekonomisine geçişin başladığı 1980’lı yılların başına kadar ekonomi 5 yıllık kalkınma planlarıyla yönetiliyordu. Ekonomide yapı değişince daha doğrusu devletin ekonomideki payı azaldıkça hazırlanan bu planların uygulama ve ekonomiye yön verme gücü de giderek azalmış oldu.
Ekonomide yaşanan 1999 yılı sonu ve 2000’li yılların başlarında yaşanan döviz ve banka krizlerinin çözümü için dönemin Başbakanı Bülent Ecevit Dünya Bankasında başkan yardımcılığı görevinden bulunan deneyimli ve ünlü iktisatçı Kemal Derviş’i ülkeye davet etmek zorunda kaldı. Bu davet ile yaşanan krizler fırsata dönüştü. Çünkü bu ağır krizlerin çözümüne yönelik Derviş ve kurduğu ekip tarafından hazırlanan Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı bundan sonraki yıllar için Türkiye ekonomisinin önemli bir altyapısı ve dinamizmini oluşturdu. Güçlü Ekonomiye Geçiş Programı, 1980’li yıllarda Turgut Özal tarafından para ve finans piyasalarının serbestleştirilerek etkin ve verimli kullanılması ve devletin düzenleyici ve denetleyici rolünün devreye girmesi planının tamamlayıcısı olmuştur.
Güçlü bir ekonomik temeli oluşturan bu program daha sonra AK Parti hükümetlerinin Orta Vadeli Programlarla (OVP) Türkiye ekonomisinin sağlam, güvenilir ve istikrarlı yönetilmesinde büyük bir katkı sağlamış ve ne mutlu ki hala da sağlamaktadır. Yine AK Parti hükümeti tarafından hazırlanan ve 2018 yılından itibaren 2019-2022 yıllarını kapsayan ilk YEP, OVP yerini almaya başladı. Bu 2021-2023 yıllarını kapsayan üçüncü YEP açıklandı.
Görüldüğü üzere Türkiye ekonomisini yöneten bu programların hem zarfı hem de mazrufu sürekli değişim içerisinde ve sürekli yenilenebilir ekonomi programına dönüşmektedir. Ekonomi programlarının zarfını değiştirerek yeni bir ruh ve heyecan katmak istenmesi amacına uygun görünse de ruhu ve heyecanı mazrufta aramak çok daha doğru olur. Programın mazrufunda yenilikten ziyade Kovid-19 salgına göre bir önceki YEP’i yenilemek var gibi.
Ekonomik kalkınma planları ve ekonomi programlarının Türk halkına en büyük kazanımı artık açıklanan programların enflasyon, işsizlik ve ekonomik büyüme gibi temel makroekonomik değişkenlerin güncel ve geleceğe yönelik izlenmesi ve değerlendirilmesi olmuştur. Sanırım uzun süredir halkın önemli bir kesiminin AK Parti hükümetini desteklenmesi ve 20 yıla yakın bir süre iktidarda tutması bu izlenme ve değerlendirme sonucuna bağlı olsa gerek. Muhalefet partileri ya da onları destekleyenlerin programı yapan ve uygulayanları aşağılamak veya küçük düşürmek yerine bu noktaya odaklanarak yapıcı eleştirilerle ortaya çıkmaları hem kendileri hem de hepimiz için büyük fayda sağlar.
Son açıklanan ekonomik programın kısa vadeli ekonomik dalgalanmalara yönelik aldığı önlemler ve politikalar dikkate alınırsa bir başarı performansı yakalandığı söylenebilir. Bunun da en önemli göstergesi 2020 yılında pozitif büyümeyle çıkabilmek olacaktır. Döviz kurundaki artış baskısına rağmen para piyasasında düşük faiz uygulanması ve reel ekonomide kriz yaratmadan küresel salgın etkisinden çıkabilmesi başarılmış görünüyor. Döviz kuru ve enflasyon arasında uygulanan para ve kambiyo politikalarıyla denge sağlanmaya çalışılsa da henüz başarıya ulaşılamadığı ve bir süre daha devam edeceği görülebilmektedir. Doların ekonomideki ezici gücünün giderek azaltılmakta olmasına karşın istenilen seviye gelindiğinde kur istikrarı da sağlanmış olacaktır. 2000’li yılların başında çıkan krizlerde banka krizleri ya da riskleri kontrol altına alınırken dolar talebi ve arzındaki baskılar yönetilememektedir.
Öte yandan enflasyon, döviz kuru ve işsizlik gibi kısa vadeli değişkenlerin oynaklığı ekonomik istikrarı sağlamada hayati bir öneme sahip iken diğer uzun dönemli değişkenlerden ekonomik büyüme oranı ya da GSYH’deki artış oranı da refah ve kalkınma için aynı öneme sahiptir.
Güçlü Ekonomiye Geçiş Programından bu yana Türkiye ekonomisinde uzun dönemli kalkınma planlarından kopuk hazırlanıp ve uygulanmasına rağmen farklı isimlerdeki Güçlü Ekonomiye Geçiş, Orta Vadeli ve Yeni Ekonomi Programların büyüme performanslarına Dünya Bankası’nın verileriyle[1] bakıldığında çarpıcı bir fark ortaya çıkmaktadır.
Ortalama Ekonomik Büyüme Oranı Türkiye Dünya
1961-2001 : %4,69 %3,48
2002-2019 : %5,41 %2,89
1961-2019 : %4,73 %3,73
Ortalama büyüme oranlarında, Türkiye kalkınma planlarının aktif olduğu yıllarda %4,69 Güçlü Ekonomiye Geçiş ile başlayan OVP ve YEP ile devam eden programlar döneminde %5,41 büyüme sağlamıştır. Türkiye için %5’lik bir büyüme patikasının sürdürülebilir olduğu varsayılırsa programların büyüme için hedefleri yakaladığını ve dünya ekonomisinde bu dönemde %3,48 den %2,89’a kadar düşüş olduğu da göz önüne alındığında iyi bir performans sergilediği söylenebilir.
Ekonomi yönetimi artan jeopolitik risk ve küresel salgının ekonomik faaliyetleri engellemesi ve belirsizlik yaratmasına karşın döviz kuru, enflasyon ve işsizlik gibi kısa vadeli değişkenlerdeki dalgalanmaları dizginlemekte zorlansa da uzun vadeli bir değişken olan ekonomik büyümede başarı devam etmektedir.
Ancak ülke ekonomilerinin kalkınması sadece büyüme oranlarındaki artış ile mümkün olamamakta, uzun dönemli özellikle eğitim ve teknoloji stratejileriyle desteklenmesi gerekmektedir. Bir akademisyen olarak üzülerek ifade etmeliyim ki eğitim politikalarımız ve stratejilerimiz ekonomik büyüme ve kalkınmadaki gücünü göstermede yetersiz kalıyor. Sürdürülebilir büyüme sadece potansiyel büyüme patikası üzerinde yürümek gibi görülse de bu patikada sağlam yürümek için sadece fiziksel sermaye yetmez beşeri sermayenin de desteği gerekir. Bütün bunlara rağmen sürdürülebilir büyüme için çevre ve iklim değişikliğinin izin vermesi de elzemdir.
[1] (https://data.worldbank.org/indicator/NY.GDP.MKTP.KD.ZG?locations=XT-TR&name_desc=false)
Güncel Yazıları
Ters C’ye Benzeyen Doğu Akdeniz’in Ters Giden Jeopolitiğine Doğal Gazı Bağlamak..
23 Kasım 2020
Tarihi İpek Yolu’ndan Gelen Kovid-19’un Ekonomik Büyüme Üzerine İki Ters Hamlesi..
15 Kasım 2020
ABD Seçmeni Biden’a, O da İklime Yeşil Işık Yakıyor
05 Kasım 2020
“Put-in” Ne Demek?
02 Mart 2020
Ölçüsüzce Yükseltilen Merkez Bankası Politika Faizinden “Daha Ölçülü” Düşürülen Polit..
25 Şubat 2020
Enflasyonda Sepet Farkı: Yüzde 11,84’e karşı Yüzde 12,12
13 Şubat 2020
TUİK’in Enflasyon Mızrağı Tüketici Çuvalına Sığar mı?
10 Şubat 2020
Tek Haneli Faiz Penceresinden Gündeme Dair
03 Şubat 2020
Brexit Sonrası Türkiye’nin Brexport Geleceği
21 Ocak 2020
Kazancın Borsa Olsun
13 Ocak 2020
Merkezin Dengelemesinde IMF’nin Stresinde Yeni Ekonomi
06 Ocak 2020
Nev’i Şahsına Münhasır Bir Enerji Ülkesi Libya
31 Aralık 2019