Levent AYDIN
Tüm YazılarıMerkez Bankasının Para Piyasası Kurulu (PPK) son yapılan aylık toplantısında politika faizi olarak kullandığı bir haftalık vadeli repo ihale faiz oranını ‘daha ölçülü’ davranıp 50 baz puan düşürerek yüzde 11,25'ten yüzde 10,75'e düşürdü. Önceki ve son düşürülen politika faizi iktisatçılar, politikacılar, çalışanlar, esnaf ve işadamları gibi toplumun her kesimini adeta iki ayrı tarafa ayırmış gibi duruyor. Birinci tarafta yer alanların önemli bir kısmı politika faizinin düşmesini istemeyenler ve düşmüş olsa bile enflasyon üzerine olumsuz etkilerinin doğru yansıtıldığına inanmayanlar, faizle enflasyonun düşürülemeyeceğini geçmiş de olduğu gibi şimdi de mümkün olamayacağını savunanlardan oluşmaktadır. Ayrıca bu taraftan faizleri düşürmek yerine biraz beklemenin ve daha fazla risk almanın gerekli olmadığına inananların da olduğunu söylemek gerekir.
Ekonomi politikaları taraftan bakılınca geçen yıl ikinci çeyrekte daralan ve yıl bazında sıfıra yakın büyüyen ekonominin bu yıl genişleyebilmesi, ekonomide para politikasında tüketim ve yatırımların artırılması için faizlerin düşürülmesine ihtiyaç duyulmuştur. Bu genişleyici para politikası sonucunda artan enflasyona rağmen artan üretim ya da azalan işsizlik olması beklenir. Bu arada düşen faizler tüketimi ve yatırımı artırarak sadece iç talep yönünden büyümeye katkı sunmaz, aynı zamanda döviz kurunu da artırarak dış talep yönünden de üretimi artırır. Ama bu üretim artışı hep enflasyon pahasına olur.
Para politikasının işleyiş mekanizması böyleyken bu tarafta yer alanlar faizler damdan düşer gibi (6 PPK toplantısında 1325 puan) düşüyor ama enflasyonda ve büyüme göstergelerinde herhangi ciddi bir artış görülemiyor diyor. Bu arada hızlı düşen faize karşı dolar kuru yavaş yavaş artırılmakta olsa hükümet gerçek enflasyonu gizliyor, kura müdahale ediyor, zaten büyümenin de arttığı falan yok deniyor. TUİK, hesapladığı TÜFE ile enflasyonu ne kadar gizleyebileceği tartışılır ama Merkez Bankası ve hükümet dolar kurunun çok küçük adımlarla artmasını ham talep yönünden hem arz yönünden yaptığı müdahalelerle kontrol etmekte, aksi halde doların kendi haline bırakıldığında başa bela olacağını çok iyi biliyor. Bu kadar faiz düşüşüne karşılık ne kadar büyüyeceğimizi yılın ilk çeyreği tamamlandığında görmeye başlayacağız. Bunun için hiç acele etmeye gerek yok. Tabi bu büyümenin ne kadarı istihdama yansıyacak ve ne kadar işsizliğe çare olacak en az bir çeyrek bekleyip göreceğiz. İyi bir büyüme rakamı yakalarsak faiz konusunda yaşanan birçok endişelerin belki de azalmasını sağlamış oluruz.
Politika faizinin düşürülmesinin karşı tarafında ise son atanan başkanından buyana Merkez Bankası ve Hükümet yer almaktadır. Hükümet tarafında hükümetin politikalarını sukut içinde tasvip eden ve benimseyen işadamı, akademisyen ve çalışanlardan bir toplum kesimin olduğunu da dikkate alarak tartışmayı sürdürmeliyiz. Öncelikle burada bir hakkı teslim etmeliyiz. Düşürülmesi bu kadar güç olan politika faizinin bu kadar yüksek seviyelere çekilirken Merkez bankası başkanlarına çok sert eleştiriler yönelten bir hükümet tarafı vardı. Faiz tartışmasında her iki tarafın eleştirilerini ve yaptıklarını anlayabilmek için Merkez Bankası tarafından son yıllardaki politika faizi olarak bir haftalık repo faiz oranlarındaki değişikleri aşağıdaki grafikle hatırlamak faydalı olacaktır.
Son 5 yılın politika faizindeki (haftalık repo faiz oranlarına) değişikliklere bakıldığında Temmuz 20018’e kadar yüzde 10-13 bandında seyreden faiz oranı bu tarihten itibaren hızla yüzde 24’lere kadar, başta Erdoğan olmak üzere hükümetin sert söylemlerine rağmen artırıldığını ve Arjantin (%60), Surinam’dan (%25) sonra dünya üçüncülüğüne kadar çıktığımızı hatırlamamız gerekir. Merkez Bankası başkanlarının temel amacı olan fiyat istikrarı için enflasyonun artmaması uğruna faizlerin yükseltilmesi ve daha sonra bu yüksek seviyede Temmuz 2019’a kadar sürdürülmesi gerektiğini hükümete rağmen savundular. Bu dönemde Merkez Bankası ile hükümet tam bir koordinasyonsuzluk ve uyuşmazlık örneği sergilerdiler.
Bugün faizlerin kısa sürede düşürülmesine karşı gelenler veya düşük faizin nimetlerine inanmayanlar faizlerin kısa sürede MB başkanları tarafından yükseltilmesine ve dünya üçüncüsü yapmasına hiç ses çıkarmadılar. Nasreddin Hocanın kazan fıkrasında kazanın doğduğuna inanıp öldüğüne inanmayanlar gibi ‘faizin çıktığına inanıyorsun da indiğine niye inanmıyorsun?’ diye sormak lazım.
Hükümet Merkez Bankasının para politikasında faizlerin yüksek tutulduğunu sabırla eleştirerek Merkez Bankasının araç bağımsızlığına Temmuz 2019 tarihine kadar doğrudan bir müdahalede bulunmadı. Bir türlü tavsiye ve eleştirilerini Merkez Bankası Başkanlarına kabul ettiremeyen Erdoğan ve hükümeti çareyi Merkez Bankası Başkanı Murat Çetinkaya’yı süresi dolmadan Cumhurbaşkanlığı kararnamesiyle görevden alarak yerine yardımcısı Murat Uysal’ın atanmasında buldu. Bu atamayla istediği faiz düşüşleri de peş peşe geldi. Hükümet Merkez Bankasının bağımsızlığını zedelemesi pahasına istediğini alırken eski başkanlardan Sayın Erdem Başçı ve Murat Çetinkaya’nın kendi argümanlarına karşı yapılan bu politika faizi kararları ve uygulamasına yönelik değerlendirme yapmalarını toplumun bilgilendirilmesi yönünden çok değerli bulurum. En azından bu sürecin içinde olmasa bile daha önce görsel basında sıkça gördüğümüz Sayın Durmuş Yılmaz’ın bu konuda yapacağı değerlendirmeler de çok kıymetli olabilir.
Gelinen noktada Merkez Bankası eski başkanlarından koordinasyonsuzluğun nedenlerinin ekonomik yönden açıklanmasını beklerken hükümet kanadından Hazine ve Maliye bakanı düşük faizlerin kısa dönem sonuçlarına bakarak “Aldığımız önlemlerle, ekonomideki tüm kurumlarımızın ortaya koyduğu güçlü koordinasyonla, iş dünyamıza verdiğimiz desteklerle 'kriz sevdalılarını hüsrana uğrattık" diyor. Belki söylem ülkede kriz sevdalılarına veya akılcı eleştiriler yerine yıkıcı bir tarzla “hükümetin tahtı batsın ki ben çıkayım” politikasını sürdürenlere beklentilerin kötümserliğini kırmak adına iyi bir cevap olabilir. Ama bilinmelidir ki ekonomide uygulanan politikaların etkilerini tam olarak görebilmek için belli bir zamanın geçmesi gerekir. Düşürülen faizlerin etkilerini tam olarak görebilmek için henüz erken sayılsa da Merkez Bankasının araç kullanımındaki bağımsızlığını temsil eden “politika aracı”, hükümetin “politikacı aracına” dönüştüğünü üzülerek söylemek gerekiyor. Bu da 1999/2000 yılı yaşadığımız krizler sonrası Merkez Bankasının güçlendirilmesine yönelik yapılan adımlarla uzun süren ekonomik istikrarımıza sağladığı katkıyı zedelemez inşallah.
Son söz olarak, son yıllarda politika faizleri üzerinde yapılan çekişmelerin Merkez Bankasının bağımsızlığı, itibari ve güvenirliği gibi niteliğinde oluşturduğu bozulmaların ekonomik yapıya vereceği hasar, politika faizlerindeki artış ve düşüşlerden kaynaklanan ekonomik fayda ve zarardan gelecek için çok daha önemlidir.
Güncel Yazıları
Ters C’ye Benzeyen Doğu Akdeniz’in Ters Giden Jeopolitiğine Doğal Gazı Bağlamak..
23 Kasım 2020
Tarihi İpek Yolu’ndan Gelen Kovid-19’un Ekonomik Büyüme Üzerine İki Ters Hamlesi..
15 Kasım 2020
ABD Seçmeni Biden’a, O da İklime Yeşil Işık Yakıyor
05 Kasım 2020
Yenilenebilir Ekonomi Programlarıyla Sürdürülebilir Büyümeye
02 Ekim 2020
“Put-in” Ne Demek?
02 Mart 2020
Ölçüsüzce Yükseltilen Merkez Bankası Politika Faizinden “Daha Ölçülü” Düşürülen Polit..
25 Şubat 2020
Enflasyonda Sepet Farkı: Yüzde 11,84’e karşı Yüzde 12,12
13 Şubat 2020
TUİK’in Enflasyon Mızrağı Tüketici Çuvalına Sığar mı?
10 Şubat 2020
Brexit Sonrası Türkiye’nin Brexport Geleceği
21 Ocak 2020
Kazancın Borsa Olsun
13 Ocak 2020
Merkezin Dengelemesinde IMF’nin Stresinde Yeni Ekonomi
06 Ocak 2020
Nev’i Şahsına Münhasır Bir Enerji Ülkesi Libya
31 Aralık 2019