Emel SARAÇ
Tüm YazılarıNATO, yani Kuzey Atlantik Antlaşması Örgütü, siyasi ve askeri bir ittifaktır. Örgüt, İkinci Dünya Savaşı sonrasında 1949 yılında, üyelerinin kolektif güvenliği sağlamak amacıyla 12 ülke tarafından kuruldu ve zamanla genişleyerek üye sayısı 32’ye ulaştı.
2025 yılı itibarıyla NATO üyesi ülkeler şunlardır; Amerika Birleşik Devletleri (ABD), Arnavutluk, Almanya, Belçika, Birleşik Krallık (İngiltere), Bulgaristan, Çekya (Çek Cumhuriyeti), Danimarka, Estonya, Finlandiya, Fransa, Hırvatistan, Hollanda, İspanya, İsveç, İtalya, İzlanda, Kanada, Karadağ (Montenegro), Kuzey Makedonya, Letonya, Litvanya, Lüksemburg, Macaristan, Norveç, Polonya, Portekiz, Romanya, Slovakya, Slovenya, Türkiye, Yunanistan.
İttifakın temel amaçları aşağıdaki gibi sıralanmaktadır.
Ancak, 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Çin'in Asya-Pasifik’teki artan etkisinin önlenmesi, küresel güvenlikte artan hibrit tehditler sebebiyle, NATO liderleri 2023 Vilnius Zirvesi’nde, %2’lik oranı bundan sonra "tavan" değil, "taban" harcama seviyesi olarak kabul ettiklerini ilan ettiler.
Belki en az bunlar kadar etkili olan ABD’nin ittifaktan ayrılma tehdidi oldu. ABD Başkanı Donald Trump, ilk başkanlık döneminde 2018’te Brüksel’de düzenlenen NATO zirvesinde, bazı ülkelerin savunma harcamalarını artırmadığı gerekçesiyle ABD’nin NATO’dan çıkmayı düşünebileceğini ima etti. İkinci başkanlık döneminde, 6 Mart 2025’te yaptığı Oval Ofis’te yaptığı basın açıklamasında “Eğer ödemezlerse, onları savunmayacağım; hayır, onları savunmayacağım” dedi. NATO üyesi ülkelerin toplam savunma bütçesinin %66’sının ABD’ye ait olduğu göz önünde bulundurulduğunda bu tehdidin etkisi diğer NATO üyeleri üzerinde korkutucu olmuştur.
Üye ülkelerin NATO bütçesine katkıları
2024 yılı için NATO'nun ortak fonları (Sivil Bütçe: 438,1 milyon €, Askeri Bütçe: 2.030 milyon € ve NATO Güvenlik Yatırım Programı- NSIP: 1.300 milyon €) toplamı 3.768,1 milyon Euro'dur.
ABD, NATO bütçesinin yaklaşık %16,34'ünü oluşturarak en büyük katkıyı sağlarken Almanya, Birleşik Krallık, Fransa ve İtalya gibi ülkeler, katkı oranları itibariyle ilk 5'te yer almaktadır. Türkiye ise %4,73'lük katkı oranıyla ilk 10 içinde bulunmaktadır.
NATO’nun 2024 raporuna göre, bütçenin yaklaşık %87’sini karşılayan ve katkı payı %2’yi aşan ilk 11 ülkenin katkı oranı ve katkı tutarı aşağıda gösterilmiştir. Bu analizimizde esas olarak bu ülkeler ele alınacaktır.
NATO üyelerinin mevcut savunma harcamaları
2014 yılında Galler Zirvesi'nde alınan kararla, her üye ülkenin, 10 yıl içerisinde Gayri Safi Yurt İçi Hasılası'nın (GSYİH) en az %2'sini savunmaya ayırması kararlaştırılmıştır.
Ancak, 2022’de başlayan Rusya-Ukrayna Savaşı, Çin'in Asya-Pasifik’teki artan etkisinin önlenmesi, küresel güvenlikte artan hibrit tehditler sebebiyle, NATO liderleri 2023 Vilnius Zirvesi’nde, %2’lik oranın bundan sonra "tavan" değil, "taban" harcama seviyesi olarak kabul edildiğini açıkladılar.
NATO'nun 2025 Lahey Zirvesi'nde kabul ettiği yeni hedefe göre, üye ülkeler 2035 yılına kadar savunma harcamalarını GSYH'nin en az %3,5'i "çekirdek savunma" (personel, ekipman, operasyonlar) ve %1.5'i "güvenlik ilişkili" (kritik altyapı, siber güvenlik, yenilik, endüstriyel kapasite) olmak üzere toplam %5'ine çıkarmayı taahhüt etti. 2035'e kadar ulaşılması beklenen %5 hedefi bağlayıcı değil politik bir taahhüttür. Ülke planları yıllık raporlanacak ve 2029'da gözden geçirilecek.
32 NATO üyesi ülkenin mevcut savunma harcaması (2025 tahmini) yaklaşık 1,40 trilyon dolardır. 2024 itibarıyla NATO üyesi 32 ülkeden 23’ü, GSYİH’nin %2 veya daha fazlasını savunma harcamasına ayırma hedefine ulaşmıştır.
Aşağıdaki tabloda NATO'nun 32 üye ülkesinin bütçeleri içindeki savunma harcamalarının büyüklüğü itibariyle sıralanmıştır. NATO'nun 32 üye ülkesinin milyar USD cinsinden 2024 yılı GSYH (I), Savunma Bütçesi(II), Bütçe İçerisinde Savunma Payı(III) ve 2025 Savunma Payı Tahmini/Hedefi (IV) yer almaktadır. Veriler, NATO'nun resmi 2024 Savunma Harcamaları Raporu'ndan (Haziran 2024) alınmıştır.
Yukarıdaki tabloda görüleceği üzere, 2024 yılında NATO üyesi ülkelerinin toplam 1.47 trilyon USD tutarındaki savunma harcamasının 1.31 trilyon tutarlık kısmı 11 ülke tarafından karşılanırken toplam harcamanın %66’sı (967,71 USD) tek başına ABD tarafından üstlenilmektedir. (Tablodaki rakamlarda görülen farklıklar hesaplamaya esas Euro’nun Dolar’a dönüştürülmesinden kaynaklanmaktadır)
Ek savunma maliyetleri
Yüzde 5 hedefine ulaşılması için toplam savunma harcamasının 2025 itibariyle 2.85 trilyon USD olması gerekmektedir. Ek maliyet yaklaşık 1,38 trilyon dolar olarak hesaplanmaktadır. Aşağıdaki tabloda gösterildiği üzere toplam ek maliyetin yüzde 73’üne tekabül eden 1,09 trilyon dolarlık kısmı yukarıda sıraladığımız 11 ülke tarafından karşılanacaktır.
Tabloda üye ülkeler ek maliyet büyüklüğü sıralanmıştır.
Ek maliyetler devletler tarafından finanse edilecektir. Bu konuda devletlerin sahip olduğu imkanlar şöyle sıralanmaktadır; Vergi Artışları, Harcama Kesintileri, Borçlanma, Ortak AB/NATO Fonları, Ekonomik Büyüme ve İhracat.
1,38 trilyon dolar ek savunma harcaması artışının %60’ından fazlasını karşılayacak olan NATO’nun en büyük finansörü 5 ülkeye olan muhtemel maliyeti (ABD 435 milyar $; Birleşik Krallık 133 milyar $; Fransa 93 milyar $; Almanya 92 milyar $; İtalya 81 milyar $) ve ekonomilerine etkisi aşağıda değerlendirilecektir.
ABD’ye maliyeti: 435 milyar $
Birleşik Krallık’a maliyeti: 133 milyar $
Fransa’ya maliyeti: 158,1 milyar $
Almanya’ya maliyeti: 92 milyar $
İtalya’ya maliyeti: 81 milyar $
İlave savunma harcamalarının 5 üye ülke için sonuçları aşağıda tabloda özetlenmiştir.
Sonuç
NATO üyelerinin askeri harcamalarını artırmaları geleneksel refah devleti anlayışından güvenlik devletine doğru yöneliş sonucunu doğuracaktır. Bu yönelimin ilk etkisi ekonomik olarak görülse de, güvenliğin öne çıkarıldığı devlet modeli devlet-toplum ilişkilerini, siyaseti, uluslararası ilişkileri ve kişilerin dünya görüşünü temelden etkileyecek sonuçlar doğuracaktır.
Savunma harcamalarının finansmanı amacıyla sosyal harcamaların kısılması veya vergilerin artırılması, gelir dağılımı, toplumsal yapı ve ekonomik büyüme üzerinde çok boyutlu etkiler yaratmaktadır. Öncelikle, bu süreç gelir dağılımını olumsuz yönde etkilemekte; yüksek gelir grupları görece sınırlı düzeyde etkilenirken, düşük ve orta gelirli kesimler daha fazla yük taşımaktadır. Böylece toplumsal eşitsizlik artmakta ve refah devletinin temel ilkelerinden uzaklaşılmaktadır.
Sosyal devletin küçülmesi, emeklilik yaşının yükselmesi, maaşların reel değerinin düşmesi, sosyal konut projelerinin azalması ve çocuk bakım desteklerinin kısıtlanması gibi sonuçlar doğurmaktadır. Bu durum, özellikle kadınların iş gücüne katılımını azaltmakta, sağlık ve eğitim alanlarında fırsat eşitliğini zayıflatmakta ve uzun vadede insan sermayesinin niteliğini geriletmektedir. İnsan sermayesindeki bu zayıflama, inovasyon kapasitesinin ve üretkenliğin azalmasına yol açarak ekonomik büyümeyi olumsuz yönde etkilemektedir.
Vergi artışları, doğrudan hane halkının alım gücünü düşürmektedir. Gelir vergisinin yükselmesi net maaşlarda azalmaya, KDV ve tüketim vergilerindeki artış temel ihtiyaçların pahalılaşmasına, servet ve mülkiyet vergileri ise özellikle orta sınıf üzerinde baskıya yol açmaktadır. Bu süreç tüketim daralmasına, tasarruf eğiliminin artmasına ve yatırımların azalmasına neden olmaktadır. Şirketler üzerindeki vergi yükü de üretim ve istihdam üzerinde baskı oluşturarak iş gücü piyasasını olumsuz etkileyebilmektedir.
Bu ekonomik ve sosyal gelişmelerin siyasal yansımaları da dikkate değerdir. Refah devletinden güvenlik devletine doğru bir yönelim, toplumsal huzursuzluğun artması, grevler ve protestoların çoğalmasıyla kendini gösterebilir. Özellikle Fransa, İtalya ve Yunanistan gibi sosyal devlet geleneği güçlü ülkelerde bu tür tepkiler daha yoğun ortaya çıkmaktadır. Vergi politikalarının adaletsiz algılanması, popülist ve radikal partilerin güç kazanmasına zemin hazırlamakta; sosyal yardımların azaltılması veya tüketim vergilerinin artırılması, alt gelir gruplarında hükümet karşıtı hareketleri besleyebilmektedir.
Kısa vadede toplum bu mali yükleri sessizce kabullenebilirken, orta vadede düşük ve orta sınıflar üzerindeki baskı toplumsal gerilimi artırmaktadır. Uzun vadede ise refah devleti modelinin aşınmasıyla birlikte siyasal kutuplaşma derinleşmekte ve demokratik istikrar zedelenmektedir. Ancak, savunma harcamalarından elde edilen vergi gelirleri yalnızca askeri alanlara değil; aynı zamanda altyapı, teknoloji ve eğitim yatırımlarına yönlendirilirse, uzun vadede bu kaynakların ekonomik büyümeye katkı sunması da mümkün olabilecektir.
Dr. Emel SARAÇ
Kaynakça
https://www.nato.int/cps/en/natohq/topics_49198.htm
https://www.bbc.com/turkce/articles/cx2egke1d64
Güncel Yazıları