Alper TAN

Tüm Yazıları

Uluslararası Sistem Neden Çöküyor?

18 Ağustos 2020
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Adı açıklanmamış bir Haçlı saldırısı olan Birinci Dünya Savaşı ile Osmanlı Devleti’nin dağıtılmasının ardından şekillenmeye başlayan, İkinci Dünya Savaşı ertesinde kurgulanan ve kurumsallaşan iki kutuplu dünya düzeni, 80’li yılların sonunda Sovyetler Birliği’nin parçalanmasıyla çökmüş ve yeni bir evreye girilmişti.

Sovyetlerin dağılmasıyla, tek kutuplu dünyanın yegâne ve tartışılmaz lideri olma hevesine kapılan ve içine sürüklendiği “güç sarhoşluğu” ile pervasız bir küresel saltanat hayali kuran ABD, kendisi dışındaki bütün devletleri ve halkaları hiçe saymaya, sadece kullanılmaya elverişli aparatlar olarak görmeye başlamıştı. Kurgu 11 Eylül saldırılarını bahane eden ABD ve onun güdümündeki NATO, yeni dönemde Sovyetlerin yerine yeni tehdit olarak İslam’ı koymuştu. Bu vaziyet, Hıristiyan veya İslam karşıtı devletlerin ve toplulukların işine geliyordu. Bu nedenle ABD önderliğinde ve NATO desteğinde yazılan “Büyük Ortadoğu Projesi”ni (BOP) desteklediler.

ABD, son 60 yıldır girdiği hiçbir savaşı kazanamadı

11 Eylül saldırıları sebep gösterilerek yine bir Haçlı motivasyonu ile BOP çerçevesinde 2001’in sonbaharında Afganistan ve 2003’ün ilkbaharında da Irak, tarihin en zalim en vahşi en ahlaksız saldırılarıyla işgal edildi. Milyonlarca Afgan ve Iraklı Müslümanın katledilmesi, bu iki ülkenin harabeye çevrilmesi için, ABD Başkanı Donald Trump’ın açıkladığı rakamlara göre, 8 trilyon dolar harcandı. Aradan geçen 19 yılın ardından ise 2020 yılı başında ABD, “terör örgütü” sayarak savaştığı Taliban ile masaya oturup barış anlaşması imzalayarak Afganistan’ı onlara resmen teslim etme sürecini tescilledi. 2003’te işgal ettiği Irak’ta da benzer süreçler yaşanıyor. İşgalin güvencesi ve sembolü niteliğinde ülkenin çeşitli yerlerinde kurulmuş ve yıllardır faaliyette olan çok büyük ABD askeri üsleri, yapılan törenlerle art arda Bağdat hükümetine devrediliyor.

ABD, Türkiye ile birlikte hareket ettiği için kızdığı Katarı “terör destekçisi ülke” sayarak cezalandırmak istemişti. Bu hususta çok sayıda güçlü Arap devletlerini de arkasına almıştı. Bu tehditler hiçbir işe yaramadı ve Washington geri adım atmak zorunda kaldı.

Suriye’de IŞİD’e karşı koalisyon kurulmuş ve 60’tan fazla önemli ülke bu koalisyonda yer almıştı. Her ne kadar ABD farklı söylese de aradan geçen 4-5 seneye rağmen sahadan gelen bilgiler hiç de açıklandığı gibi olmadığını yani bu “büyük” koalisyonun başarısız olduğunu gösteriyor.

ABD, ülkedeki iş birlikçi muhalefeti maşa olarak kullanıp, politikalarını beğenmediği Venezuela yönetimini devirmek için 2019 yılı başında harekete geçmişti. Muhalif politikacı Guaido’yu devlet başkanı olarak tanıdı ve etkilediği onlarca devlete de tanıttı. Ama netice yine ABD açısından fiyasko ile sonuçlandı: Guaido ortada sahipsiz kaldı. Meşru yönetim, halkın da desteği ile hala ayakta.

ABD, kendisinin dünya için en büyük nükleer tehdit olduğuna bakmaksızın yıllardır nükleer silah ürettiği gerekçesiyle Kuzey Kore’yi tehdit ediyordu. Kuzey Kore yönetimi bu tehditleri hiç umursamadı. ABD Başkanı Trump, Kuzey Kore liderinin ayağına kadar gitti. Washington’un tehditleri hiçbir işe yaramadı. Konu unutulmaya bırakıldı.

ABD ve sadık taraftarlarının 1979 Humeyni Devrimi nedeniyle en ağır ambargolara tabi tuttukları İran 40 yılı aşkın direniyor.

ABD, son kullanma tarihi dolan “dostlarını” satıyor

Peki ABD, uluslararası koalisyonlarda ortağı olan sadık müttefiklerine ne kadar değer veriyor? Donald Trump’ın başkan olmasıyla birlikte bunu açık şekilde gördük. Almanya, Fransa gibi Avrupa’nın en önde gelen devletlerini değişik vesilelerle tehdit etti, dışladı, aşağıladı, bazı konularda yalnız bıraktı…

COVİD-19 salgını ABD’nin boyalarını döküyor, çöküş ve dağılma hızlanıyor

Sovyetlerin dağılmasından sonra kendisini küresel gezegenin sorumsuz çobanı, geri kalanları da güdülmesi gereken sürüler sayan, bu kafayla da hayatın gerçeklerinden hızla uzaklaşan ABD, köklü bir tecrübeye ve yol gösteren bir tarihe sahip olmamanın cehaleti, kâinatı yaratan ve değişmez kuralları koyan Allah’ı yok sayarak, sınırlı insan aklı ve zekasıyla üretilen silah ve teknolojilerle her şeyin üstesinden gelebileceğini zannediyordu. Fakat şimdi, o kutsadıkları insan zekasının üretimi her çeşit teknolojik silahlara sahip olmalarına, dünyanın en eğitimli orduları emirleri altında olmasına, merkez bankalarının hiçbir sorumluluk duymadan karşılıksız Dolar basma imkanına rağmen, gözle hiç görünmeyen, ancak mikroskopla görülebilen bir virüse yenik düşmek üzereler.

ABD halkı savaştan çok korkuyor

ABD’nin Chapman Üniversitesi'nin her yıl düzenlediği “Amerikalıların Korkuları” (2018) anketinde ülkede yaşayanların en çok endişe duydukları ve korktukları konular araştırıldı.

Araştırmaya göre, Amerikalılar en çok siber terörizm ve yeni bir dünya savaşının çıkmasından korkuyor. Bu ankette katılımcıların %52,5'i siber terörizmden korktuklarını belirtti. Katılımcıların ikinci korkusu ise %51,6 ile Amerika'nın yeni bir dünya savaşına girme ihtimali oldu.

“Aşırı İslamcı” diye gösterdikleri Müslümanlardan ve “beyaz ırkın üstünlüğü”nün ortadan kalkması ihtimalinden korku oranı %49,3 olurken ekonomik ve finansal açıdan zarara uğrama ile kişisel verilerin izlenmesi korkusu da sıralamanın en üstlerinde yer aldı.

ABD’den en çok nefret eden ülkeler

Yapılan başka bir araştırmada ABD’den en çok nefret eden ülkeler belirlendi.

Geniş çaplı çalışmalarıyla tanınan PEW Araştırma Şirketi, 2014’te dünya genelinde bir araştırma yaparak, ABD'nin, diğer ülkeler arasındaki beğeni ve eleştiri oranlarını ortaya çıkardı.

ABD'ye en olumsuz bakan ülkelerin başında %85'lik oranla Mısır var. ABD-İsrail desteği ile General Abdülfettah Sisi vasıtasıyla askeri darbe yapılan Mısır halkı, ABD’ye nefretle bakıyor. Binlerce yıllık Mısır tarihinde ilk defa halkoyu ile seçilen Cumhurbaşkanı Muhammed Mursi, 2013’ün Temmuz ayında kanlı bir askeri darbeyle devrilmişti. Ürdün de Mısır gibi ABD’den nefret ediyor. %85′lik oranla Ürdün, Mısır’la beraber birinciliği paylaşıyor.

2014’te yapılan bu araştırmaya göre ABD’ye olumsuz bakan ülkeler arasında Türkiye %78'le üçüncü sırada yer aldı. Bu tarihten iki sene sonra yapılan 15 Temmuz işgal girişimi sonrası bu oranın daha da yükseldiği muhakkaktır.

Bir başka kuruluş Business Insider’ın 2015 yılı araştırmasına göre ise ABD'den en çok nefret eden ülkeler sıralaması şöyle:

Çin %95

Lübnan %79

Türkiye %71

Pakistan %60.

Peki ABD halkının en çok korktuğu “büyük savaş” çıkacak olursa ülkesini savunmak için hangi ülke bu savaşa ne kadar hazır? Bunun cevabını da 2016’da Amerikan araştırma şirketi Gallup yaptığı büyük çaplı bir anketle vermişti. "Ülkesi için savaşma iradesi" anketinin sonuçları çok ilgi çekiciydi.

63 ülkede yapılan “ülkesi için savaşma iradesi” anketine göre “ülkem için savaşırım” diyen halkların başında %94'le, eski Fransız sömürgesi olan Fas bulunuyor.

Avrupa şimdiden teslim olmuş durumda

Siyaseti, ekonomisi, teknolojisi ve ittifaklarıyla çok güçlü zannedilen Avrupa’nın durumu içler acısı. Ülkesini savunma iradesi yönüyle Avrupa halklarının genel olarak en son sıralarda olması dikkat çekiyor.

Vatanları işgal edilecek olursa Avrupa halklarının, ülkelerini savunma hevesi yok. “Ülkem için savaşırım” diyenlerin oranları çok düşük. Birleşik Krallık %27, Avusturya %21, İtalya %20, Almanya %18, Hollanda %15…

Müslümanlar savaşa hazır, Hıristiyanlar ise Ateistlerden bile geride

“Savaşma iradesi” araştırma sonuçları, dinlere göre analiz edildiğinde İslam ülkeleri %78'le ilk sırada yer alıyor. Diğer dinler ve inanışlar ise sırayla Hindular, Budistler, Ateistler, Hıristiyanlar ve Yahudiler şeklinde görülüyor.

Hıristiyanlık mezheplerine göre savaşma iradesi ise Ortodokslar, Katolikler, Protestanlar ve diğer Hıristiyanlar şeklinde sıralanıyor.

Savaşma iradesi listesi

Listede “ülkem için savaşırım” sorusuna bazı ülkelerde verilen “evet” cevabı oranları şöyle:

- Fas: %94

- Pakistan: %89

- Afganistan: %76

- Hindistan: %75

- Türkiye: %73

- Çin: %71

- Rusya: %59

- ABD: %44

- Birleşik Krallık: %27

- Avusturya: %21

- İtalya: %20

- Almanya: %18

- Hollanda: %15

- Japonya: %11

İşgalci ve sömürgeci özelliğini devam ettiren ABD, Trump döneminde daha açık hareket etmeye, önüne çıkan herkesi tehdit etmeye veya herkese saldırmaya başladı.

Bu saldırgan siyaset, zaten nefret edilen ABD’yi daha da nefret duyulan bir seviyeye düşürüyor. Dünyanın büyük kısmı intikam almak için fırsat kolluyor. Bu şartlarda ABD’nin, bırakalım orta ve uzun vadede kazançlı çıkmasını, kısa zamanda büyük bir felakete gebe olduğu anlaşılıyor. Birinci Dünya Savaşı’nın galibi Avrupa’nın 100 sene sonra bugünkü hali ise onlar açısından içler acısı…

Türkiye'de ABD'ye güven, tarihin en dip seviyesine indi

2017'de Donald Trump göreve geldikten sonra 65 ülkede beğenilme oranı ortalama %10 oranında azalan ABD politikaları, 2018'de dünyanın gözünde daha da güç kaybetti. ABD merkezli Gallup araştırma şirketinin yaptığı ABD yönetimine küresel güven araştırması, Türkiye'de ABD'ye güvenin 2018’de tarihi dip seviyeye gerilediğini gösterdi.

Kamboçya'dan sonra, 2017’ye göre ABD yönetimine yönelik hoşnutsuzluğu en fazla artan ülke Türkiye oldu. Türkiye'de, araştırmaya katılanların sadece %14'ü ABD yönetiminin 2018 politikalarını beğendiğini söylerken %73'ü onaylamadığını söyledi. Gerisi ise kararsız. Türkiye'de, Washington'un politikaları üzerinden ABD karşıtlığı bir yılda 13 puan artmış durumda.

Türkiye’de ABD politikalarını beğenme oranı %14 iken Avrupa genelinde ABD politikalarının onaylanma oranı %24. Bu oranı yükseltense %80'le Kosova ve %69'la Arnavutluk. Yani sadece Türkiye’de değil Avrupa’da da ABD’ye nefret hayli yükselmiş vaziyette.

ABD yönetimi Türkiye’yi nasıl görüyor

ABD'nin 2019 yılı başında yayınlanan İstihbarat Raporu'nda şunlar yazıyor: Türkiye’nin bölgesel emelleri, ABD’nin güvensizliği ve giderek artan otoriterizm, ikili ilişkileri karmaşıklaştırıyor ve ABD'nin bölgesel hedeflerine meydan okuma konusunda Ankara'yı daha istekli hale getiriyor.

ABD 2019 istihbarat raporunda dikkat çeken bir başka nokta, kızamık, kolera, difteri ve ebola gibi bulaşıcı hastalıklar salgını risk haritasında Türkiye'nin yer alması.

İç savaş çıkarma tehdidi

ABD, önümüzdeki on yılda Türkiye'de iç savaş çıkarma senaryosu üzerine çalışıyor. Amerikan Kara Harp Akademisi 10 yıl içinde yaşanmasını beklediği riskleri sıralarken, “Türkiye’de de iç savaş” beklemelerinden iç savaş çıkarmaya çalışacakları anlaşılıyor.

ABD, hedef ülkelerde bozgunculuğu ve sapkınlığı destekliyor

Bir ülke kendisinden nefret edilmesi için ne gerekiyorsa ABD onu yapıyor. İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığının hazırladığı Gezi Parkı kalkışması iddianamesinde, kuruculuğunu “Kızıl Şeytan” George Soros’un yaptığı Açık Toplum Vakfı’nın, Türkiye’de 2008-2017 yılları arasında fonladığı derneklerin listesi de yayınlandı. MASAK’ın hazırladığı rapora göre Açık Toplum Vakfı’nın, 9 yıllık süre zarfında 2.146 işlemde, aralarında FETÖ’ye ait Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı’nın da bulunduğu 136 derneğe 17 milyon TL havale ve EFT gönderdiği belirlendi. Gönderilen paradan aslan payını ise 1 milyon 879 bin TL’lik meblağ ile Türkiye Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı’nın (TESEV) aldığı tespit edildi.

Sapkınlık, ABD tarafından fonlanıyor

George Soros’un, çok sayıda sapkınlık derneğini açıkça fonladığı ortaya çıktı. ABD fonlamalarında LGBT dernekleri başı çekiyor. Toplumun genetiğiyle oynanmasına yönelik bir proje olarak görülen bu bozguncu derneklere, Soros’un kurduğu Açık Toplum Vakfı tarafından milyonlarca liralık fon akışı sağlandı.

İşte George Soros’un desteklediği sapkın dernekler

Soros’un Türkiye’de fonladığı derneklerden bazılarının adı bile Türk toplumunun genetiğinin bozulması için nasıl bir şeytani planın işlediğini alenen gösteriyor. Soros’un para akıttığı vakıf ve derneklerden bazıları şunlar:

- Türk Ekonomik ve Sosyal Etüdler Vakfı (TESEV),

- Kaos Gay ve Lezbiyen Araştırma ve Dayanışma Derneği,

- Hak, Eşitlik Varoluş için Lezbiyen, Gay, Biseksüel, Transeksüel, İnterseksüel Derneği,

- Genç Lezbiyen Gay Biseksüel Trans İnterseks Gençlik Çalışmaları ve Dayanışma Derneği,

- Evrensel Mevlana Aşıkları Vakfı,

- Demokrasi Barış ve Alternatif Politikalar Araştırma Derneği,

- Mavi Umut Derneği,

- Pembe Hayat Lezbiyen Gay Biseksüel Derneği,

- İstanbul Lezbiyen Gay Biseksüel Travestitrans Dayanışma Derneği,

- Ermeni Kültürü ve Dayanışma Derneği.

MİT Başkanı Hakan Fidan Türkiye’nin risklerini anlattı

MİT Başkanı Hakan Fidan, 2019’da Yüksek Öğretim Kurulu’nda (YÖK) akademisyenlere hitap etti. “Bölgesel Güvenlik Değerlendirmesi” başlıklı konuşmasında; küresel gelişmelerin genel değerlendirmesini yapmayı müteakip, bölgesel alandaki güvenlik değerlendirmesine yer vererek, önümüzdeki dönemde bölgemizde yaşanması muhtemel gelişmeler ile ülkemizi bekleyen risklere değindi.

Hakan Fidan, konferansta yaptığı konuşmada Türkiye’nin jeostratejik ve jeopolitik konumundan bahsederek şunları kaydetti:

“Bireylerin devletleri tehdit edebildiği yeni bir uluslararası düzen ortaya çıkıyor”

“Teknolojik gelişmelerin ve imkânların da etkisiyle, ulus devletlerin çatıştığı klasik rekabet ortamından, bireylerin devletleri tehdit edebildiği, asimetrik çatışmaların yaşanabildiği uluslararası bir düzen ortaya çıkmaktadır. Bu nedenle farklı coğrafyalardaki gelişmeler ve krizler arası etkileşim, ülkemizin iç ve dış tehditler, algı operasyonları ve siber saldırılar gibi asimetrik tehditlerle aynı anda mücadele etmesini gerekli kılmaktadır.”

“Hareketli bir coğrafyada bulunan Türkiye, iç içe geçen siyasi, güvenlik, ekonomik, siber tehditlere karşı bilinçli ve hazırlıklı olmak durumdadır. Bunun için bölgesel ve küresel denklemin iyi analiz edilmesi ve olayların stratejik düzeyde nasıl şekilleneceğinin öngörülmesi büyük önem arz etmektedir.”

Fidan ayrıca, Milli İstihbarat Teşkilatı olarak, devletimizin dış politikada artan etkinliğiyle uyumlu biçimde yakın ve uzak coğrafyalarda yaşanan gelişmeleri, mevcut ve muhtemel tehdit alanlarını, aktörlerin yaklaşımlarını ve bunların ülkemize yansımalarını yakından takip ettiklerinin, ülkemizin tüm tehditlerle zamanında ve küresel ölçekte mücadelesine katkı sağlamakta olduklarının altını çizdi.

İran da benzer görüşte…

Cevad Zarif: Dünyanın güç dengeleri değişti

Tahran Üniversitesi'nde düzenlenen bir toplantıda konuşan İran Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ise, "Dünya Batı ekseninde değil. Dünyadaki güç merkezleri ABD ve Avrupa etrafında toplanmıyor. Dünya artık değişti, günümüzde gücün temeli bilim, teknoloji, bağımsızlık, inanç ve toplumsal güvendir" dedi.

Yeni süreci Moskova da itiraf ediyor ama yeni bir sistem yerine mevcut düzenin reformunu tavsiye ediyor.

Sergey Lavrov: Yeni bir dünya oluşuyor

Rusya Dışişleri Bakanı Sergey Lavrov da Vietnam'da, Valday Uluslararası Tartışma Kulübü toplantısında (2019) küresel siyasi gelişmelere ilişkin açıklamalarda bulundu. Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin (BMGK), dünyanın gelişmekte olan bölgelerini temsil etmekte yeterli olmadığını belirten Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, "BMGK'ye yönelik bir reform konusunda geç bile kalındı. Çünkü Asya, Afrika ve Latin Amerika'daki gelişen bölgeleri temsil etmekte yetersiz kalıyor" diye konuştu.

Avrupa Birliği'nin (AB) ise çok sayıda küresel konuda kabuğuna çekildiğini vurgulayan Lavrov, "Artık çok kutuplu yeni bir dünya düzeninin oluşmasından bahsediyoruz. Uluslararası hukuki zemin bölünüyor, ABD ise her şeyi parçalıyor. Avrasya'nın bazı bölgelerinde yaşanan gelişmeler de kabuğuna çekilme olarak değerlendirilebilir. Biz ise kapsayıcı bir süreci başlatacak adımlar atmak istiyoruz" ifadelerini kullandı.

Türkiye dünyadaki gelişmeleri nasıl yorumluyor ve neleri öngörüyor

Türkiye’nin 2006-2007’den itibaren içeride ve dışarıda bir paradigma değişikliğine gittiğini ifade etmek gerekir. Bunu tevsik eden en meşhur metin, 5 Ocak 2007’de yayınlanan MİT deklarasyonuydu. Bu belge her ne kadar MİT üzerinden açıklanmış olsa da Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin resmî yönelimini ve yeni dönem stratejisinin temel motivasyonunun nasıl olacağını gösteriyordu. Ankara’nın son 13 yıldaki politikaları ile 2007 MİT açıklaması karşılaştırıldığında paralellikler açıkça görülecektir.

MİT Müsteşarı Emre Taner'den 80. yıl açıklaması

MİT Müsteşarı Emre Taner’in, teşkilatın internet sayfasında yaptığı açıklamadan çok geniş bir özeti hatırlamakta fayda var. “Sistem içi yapılanmalara” ciddi eleştirilerin veya özeleştirilerin de sıralandığı bu önemli açıklamada şu hususlara dikkat çekiliyordu:

“Dünyadaki tüm değerlerin, ilişkilerin, sistemlerin ve düzenlerin, ister sosyal-ekonomik-siyasi, ister ahlaki-dini olsun yeniden şekillendiği ve hatta tanımlandığı bir süreç içinde bulunmaktayız. Yaşadığımız bu süreç, aynı zamanda, parçası olduğumuz uluslararası sistemin de kuralları, başrol oyuncuları ve figüranlarıyla mevcut olandan çok farklı bir boyutta yeniden belirlenmeye ve hatta doğmaya çalıştığı bir döneme kaynaklık etmektedir" dedi. Taner, tarihin yakından incelediğinde uluslararası sistemde istikrarın hiçbir zaman uzun süre mevcudiyetini koruyamadığına dikkat çekerek, "Sistemin bir veya birden çok noktasında mutlaka bir değişim yaşanmıştır. Bunun etkileri geçmişte daha çok bölgesel nitelikte olsa da günümüz şartlarında, özellikle her alanda yaşanan küreselleşmenin sonucu olarak global düzeye taşınmıştır. 20. yüzyılın ikinci yarısında kurulan iki kutuplu dünya düzeninin uzun süre devam etmeyeceği önceden öngörülebilir bir olgu olmakla birlikte 1990 ve sonrasındaki sürece hazırlıksız yakalanılmıştır. Elbette bunun en önemli nedeni, sistem içindeki yapılanmaların ve analizlerin statükocu yaklaşıma koyu bir muhafazakarlıkla sahip çıkmalarıdır. Bu nedenle de geleceğe yönelik tahminler bu katı/kuralcı yaklaşım içinde başarısız olmuştur."

Dünyadaki istihbarat teşkilatlarının da sistemin birçok aktörü ya da oyuncusu gibi bu yeni "belirsizlikler" dünyasını öngöremediğini vurgulayan Taner, şöyle devam etti:

21. yüzyılın ilk çeyreğinde küresel parametreler değişecek

"Ayak sesleri özellikle teknolojik gelişmeler ve bu gelişmelerin öncülük ettiği farklılaşan ekonomik ilişkilerle ortaya çıkan, çoğu kez küreselleşme olarak nitelendirilen ve dünyadaki insan toplulukları arasında siyasi sınırların ortaya çıkardığı iletişim limitlerini belirsizleştirerek bir 'değer devrimi' de yaratan bu radikal değişim süreci, sarsıcı bir hızla her şeyi etkisi altına almış, savunma ya da uyum mekanizmaları geliştirmeye imkân tanımamıştır. Soğuk Savaş döneminin ortaya çıkardığı katı kurallarla işleyen istihbarat teşkilatları da ortaya çıkan bu yeni ve inanılmaz derecede oynak ortam karşısında ister istemez yetersiz kalmışlardır. İçinde bulunduğumuz 21. yüzyılın ilk çeyreği, uluslararası ilişkiler ve güvenlik alanında yüzyıl boyunca önemli değişimlere yol açacak parametrelerin gelişmekte olduğu bir evreyi de işaret etmektedir.”

Birçok ulus devlet ve ulus tarihe karışacak

“Bulunduğumuz dönem, gelecekte birçok ulus-devlet ve milletin hızlı bir şekilde tarih maratonunu kaybetmeye başladığı süreci anlatacaktır. Bu devletler sadece gelişememekle ve dünya yönetiminde söz sahibi olanlar arasına dahil olamamakla kalmayacak; aynı zamanda birçoğu günümüz teknolojik devriminin ve küresel ekonominin rekabetine dayanamayıp ulusal egemenliklerini de büyük ölçüde yitireceklerdir."

Gerek ulusal güvenliğin sağlanmasında gerekse iç ve dış politikaların yürütülmesinde güvenlik ortamını şekillendiren pek çok yeni yöntem, aktör ve vasıtanın görünür görünmez etkisinin hissedildiğini vurgulayan Taner şöyle devam ediyordu, "Ulusal ve uluslararası düzeyde gerçekten sağlam politikalar üretebilmek ve uygulayabilmek için ulusal güvenlik ve ulus-devlet yapısına yönelen tehdit ve kaynakları iyi algılayabilmek, ulusun karşı karşıya olduğu fırsatları ve tehditleri öngörmek, doğru analiz edebilmek ve uygun vasıtalar ile karşı koymak zorunluluğu/ihtiyacı her zamankinden daha fazla hissedilir hale gelmiştir.”

Uluslararası sistem değişecek, Türkiye geniş bir alanda merkezi pozisyon kazanıyor

“21. yüzyıl güvenlik ortamı, istihbarat fonksiyonlarının önemi ve etkinliğini hiç olmadığı kadar arttırmıştır. Önümüzdeki dönemde de uluslararası sistemin, kuralları belirlenmiş stabil bir yapıya kavuşacağını ummak ve bu yönde tanımlamalar geliştirmek faydasız bir uğraş olacaktır. Son derece kaygan bir zemin üzerine oturmuş uluslararası ortamda Türkiye, bir yandan yakın zamana kadar değişik çap ve karakterde savaşların yer aldığı ve halen potansiyel çatışma tehditlerinin bulunduğu Balkanlar, diğer yandan birçok bakımdan sürtüşmelere sahne olan ve çeşitli istikrarsızlık potansiyelleri taşıyan Kafkaslar ile yaklaşık 40 yıldır fiilî çatışmalar ve terörist faaliyetlerle yoğrulmuş Orta Doğu'nun arasında bir iç hat pozisyonuna sahip halde bulunmaktadır. Ayrıca bu pozisyon kademeli olarak Orta Asya'ya açılan alanlarla da bağlantılıdır. Bu üç bölgenin ve Orta Asya'nın birçok bakımdan küresel politikaların ve ‘rol’ savaşlarının belirli açılardan yoğunlaştığı alanları oluşturduğu da bir gerçektir. Dolayısıyla yeni sorun ve tehditler doğrultusunda 21. yüzyılda doğuya doğru genişleyen dinamik bir alan söz konusu olmakta ve bu durum Türkiye'nin gittikçe genişleyen bir alanda merkezi pozisyon kazandığını/kazanacağını göstermektedir.”

“Bekle-gör-tavır al” deme lüksümüz yok

“Bu süreç içinde Türkiye, gerek stratejik gerekse jeopolitik önemi nedeniyle kendisini hiçbir zaman olayların akışına bırakma ya da ‘bekle-gör-tavır al’ taktiği ile sınırlama lüksüne sahip değildir. Uluslararası sistemi ayrıntılı ve isabetli bir tanımlamayla (kendi konumu ile ilgili) taktik, stratejik ve yüksek stratejik tutumlara sahip olmak zorundadır. Yalnız savunma pozisyonunda olmak Türkiye'ye haiz şartlar nedeniyle kabul edilemez bir davranış olacaktır. Bu nedenle de Türkiye tüm kartlarını/avantajlarını maksimum düzeyde bir verimlilikle değerlendirmek durumundadır. Elbette bunu gerçekleştirebilmesi hiç de kolay değildir."

Güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika, caydırıcı bir askeri yapılanma

Ulusal gücü sağlamanın ve korumanın en etkili yolunun, istihbarat fonksiyonlarının ulusal güvenlik politikalarını ve ulusal çıkarlarını destekleyecek şekilde geliştirilmesi olduğuna dikkat çeken Emre Taner, söyle devam ediyordu:

"Öte yandan jeopolitik ve stratejik konumu itibariyle oldukça zor bir coğrafya üzerinde bulunan Türkiye için güçlü bir ekonomi, kusursuz bir dış politika ve caydırıcı bir askeri yapılanma şeklinde adlandırabileceğimiz çok sağlam üç ayağa sahip olmak bir zorunluluk olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu üç ayağın ifade edilen özellikleri içinse güçlü, dinamik, etkin, esnek, hareket kabiliyeti yüksek ve yaratıcı bir istihbarat yapılanmasına ihtiyaç vardır.”

COVİD-19 neyi gösterdi?

ABD liderliğindeki uluslararası sistem kâğıt üzerinde durmakla beraber neredeyse bütün kurumları ve aparatlarıyla zaten uzun süreden beri fiilen işlemiyordu. Sistemi eleştirenler ciddiye alınmıyor veya yok sayılıyordu. Çünkü uluslararası medya ve kitle iletişim aygıtları ile yerel sayılan birçok basın-yayın merkezleri zaten sistemin hizmetindeydi. Dünyadaki üstünlük algısını bu yolla pek rahat yönlendirebiliyorlardı. Cephe harplerini, sıcak savaşları kazanamasalar da psikolojik savaş konusunda hala başarılıydılar. Ta ki 2020’ye kadar…

2019 yılı sonunda ortaya çıkan Koronavirüs salgını kralın çıplak olduğunu gözler önüne serdi. ABD, İngiltere, Almanya, Fransa, İtalya, İspanya gibi Uluslararası sistemin en güçlü devletleri ve hatta bunlara öykünerek küresel güç olma hevesine kapılan Çin, nükleer silahlarına, en kalabalık ve en teknolojik ordularına, erişilmez zannedilen uydu ve uzay sistemlerine, üretim ve her türlü “satın alma” güçlerine rağmen Fransa Cumhurbaşkanı Macron’un deyimiyle “görünmeyen bir düşman” karşısında pes ettiler. Sistemin âcizliği bütün çıplaklığı ile gözler önüne serildi. Büyü bozuldu, tabu yıkıldı.

Şeytani sistem hızla çöküyor. Çökmekte olan sistemin sahiplerinin bundan sonra kısa zamanda toparlanıp yeni bir sisteme dünyayı razı etme ihtimali neredeyse sıfır. Çünkü bugüne kadar yeryüzünde kolektif olarak işledikleri toplumsal, siyasi, ekonomik, ekolojik cinayetlerle bütün inandırıcılıklarını kaybettiler.

Beklenen şeyin ortaya çıkma zamanı

Uluslararası şeytani sistemin çökmesiyle bütün dünyanın bir kaosa gireceğini düşünmenin doğru olmadığını düşünüyoruz. Bunu iki ana temele dayandırabiliriz.

  1. Elindeki bu kadar güçlü imkân ve kabiliyete, aşırı derecede kutsanan küresel akla rağmen bu sistem bu kadar zulüm, adaletsizlik, açlık, fakirlik güvensizlik üretti ve bunu bilerek ve isteyerek yaptı ise zaten güvenilmez ve devam ettirilemez, devam etmemelidir. Bu sistemin çökmesinden en çok zarar görecek olanlar, sistemin sahipleri olacaktır. Sistemin köleleri durumunda olanlar ise özgürlüklerine kavuşacaklardır.
  2. Eğer bu sistemin sahibi olan ülkelerle, askeri, ekonomik ve teknolojik mücadeleyi kazanamayacağını bilen “farklı bir güç”, sistemin mayasına uygun olarak çeşitli şekillerde devreye girip-sızıp, fark edilmeden sistemi yönetenleri etkileyerek yaptığı/yaptırdığı veya zemin hazırladığı operasyonlarla, bu devletlerin güçlerini ve enerjilerini, tükettirdi ise çökmekte olan uluslararası sistemin yerini o alacak demektir.

Tabi bu takdirde zihinlerde hemen “o güç kim ve nerede” sorusu beliriyor. Galiba pek uzak olmayan bir zamanda bütün dünya görebilecek…

Yani şimdi insanlığın beklentilerini adil biçimde karşılayacak yeni bir sistemin ortaya çıkma zamanıdır.

 

Alper TAN

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA