Alper TAN

Tüm Yazıları

Cumhuriyet'in 3. Dönemi Başladı

09 Temmuz 2018
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Cumhuriyetin kuruluşundan 1950’ye kadar “tek parti” dönemiydi. Demokrasi için çok partili hayata geçilmesi gerekiyordu. Öncesindeki senaryo gereği denemeleri bir tarafa bırakacak olursak, 1946’da sahici bir adım atılacaktı ama olmadı. “Açık oy” “gizli sayım” garabetiyle süreç gölgelendi. 1950’de çok partili döneme geçildi. Ama ne yazık ki demokrasiye geçiş denemeleri, o güne kadar demokrasiyi savunanların destekleriyle gerçekleşen darbelere sahne oldu ve sekteye uğratıldı.

27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980, 28 Şubat 1997, 17 Nisan 1993 (Özal’ın öldürülmesi), 27 Nisan 2007 ve 15 Temmuz 2016.. Aralardaki bazı teşebbüsleri göz ardı edersek, sıraladığımız bu tarihler, demokrasinin, “demokrasiyi savunanlar” tarafından yere serildiği kara tarihler olarak yerini aldı. Yani neredeyse ortalama on yılda bir kendini gösteren ama olumsuz etkileri on yıllarca düzeltilemeyen askeri muhtıralar ve müdahaleler..

Bütün bunlar, “güçlü” ama “sorumsuz” hatta bir çoğu darbeyle gelmiş “asker” veya “askerin desteklediği” sözde sivil cumhurbaşkanları döneminde “parlamenter sistem” yürürlükteyken yaşandı.

Yani Türkiye’nin “parlamenter sistemle” yönetildiği dönem, ekonomik, siyasi ve sosyal krizlerin sık yaşandığı bir dönem olarak hafızalarda yerini aldı.

Bu durumu en yakından gören ve yaşayan siyasi liderler ise çıkış yolları aradılar. Turgut Özal, Süleyman Demirel, Alparslan Türkeş ve Tayyip Erdoğan, bu kısır döngüden çıkış yolunu “başkanlık sistemi”nde gördüler. Ama çare bulamadılar ve muvaffak olamadılar.

Post modern bir işgal teşebbüsü olan 15 Temmuz ile “vesayet” odakları yeniden sahneye çıktığında durum değişti. Bundan üç ay sonra Ekim 2016’da, vesayet odaklarını şaşırtan ve hatta sarsan bir çıkış yapan MHP lideri Devlet Bahçeli, Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’a çağrı yaparak “yönetim sistemini” değiştirme teklinde bulundu. Böylece Cumhuriyet’in üçüncü evresinin işareti verilmiş oldu.

16 Nisan 2017’de referandumla halkın desteğini alan “Cumhurbaşkanlığı sistemi” 9 Temmuz 2018 itibariyle başladı. Adı farklı olsa da aslında birçok yönüyle buna “Başkanlık sistemi” demek yanlış olmaz.

Burada da bir geçiş süreci yaşayacağız. Muhtemeldir ki metinlerle uygulamalar açısından yer yer tartışmalar olabilir. Alışkanlıklar ve bürokrasinin değişime direnci nedeniyle bazı zorluklar çıkabilir. Ama cumhurbaşkanına tam yetki ve tam sorumluluk getiren bir sistem kurgulandı. Sistemin temel dinamikleri referandumla belirlense de ince ayarları, uygulamadaki durumlar da gözetilerek ileriki süreçte yapılacaktır.

Türkiye’nin maruz kaldığı, önümüzdeki yakın gelecekte daha da hissedilecek küresel tehditler ve riskler sebebiyle güçlü-hızlı-etkin bir yönetime ihtiyaç vardı. Artık sistem bu kabiliyete kavuştu. Şimdi uygulamadaki performansı takip edeceğiz.

Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Ak Parti’nin, 16 yıllık tecrübesi bu yönüyle bir avantajdır. Sistemi değiştirme sürecinde gösterilen başarının, sistemi uygulamada da gösterilmesi gerekir. Uygulamadaki başarı belki de birçok ülke tarafından örnek alınacaktır.

Sistemin geleceği açısından, sisteme ayak direyen muhalefeti de sistemin içine çekerek süreç yönetilirse elbette işler daha kolay yürür. Değişime ayak direyen ve bir türlü iktidar olamayan muhalefetin kendini gözden geçirmesine ihtiyaç var. Ama aynı şekilde herkesin cumhurbaşkanı ve herkesin hükümeti olma sorumluluğu gereği sayın cumhurbaşkanı Erdoğan ve kabinesinin bu yeni dönemde en azından teröre bulaşmamış muhalefet partilerinin hitap ettiği tabanı kazanmaya dair bir strateji geliştirmesinde de fayda var. Bu istikamette yeni bir siyasi dil geliştirilebilir mi? Bu mümkün mü? Buna biraz kafa yorulması yararlı olabilir..

Avrupa’da önemli ülkelerde bile üst üste siyasi ve sosyal krizler baş gösterirken Türkiye’nin kendi sistemini tahkim etmesi çok önemli ve çok tarihi adımlardır.

Allah utandırmasın…

 

Alper TAN

09.07.2018

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA