Avrupa’da göç meselesi, artık yalnızca teknik bir politika alanı değil; siyasal kutuplaşmanın ve ideolojik mücadelenin ana eksenlerinden biri hâline geldi. Birçok ülkede sığınmacı karşıtı söylem sertleşirken, daha önce aşırı sağla özdeşleştirilen dil ve öneriler ana akım siyasetin parçası olarak normalleşiyor. Kitlesel sınır dışı çağrıları, “ulusal kimlik” vurgusu ve açık biçimde ayrıştırıcı ifadeler, seçim kampanyalarından parlamento tartışmalarına kadar geniş bir alanda kullanılıyor.
Bu dönüşüm, göçün Avrupa genelinde siyasi gündemin üst sıralarına yükselmesiyle eş zamanlı ilerliyor. Reform UK, Almanya için Alternatif (AfD) ve Fransa’daki Ulusal Birlik (National Rally) gibi partiler, göçü doğrudan bir tehdit olarak tanımlayan politikalarıyla kamuoyu yoklamalarında ya ilk sırada yer alıyor ya da zirveye oldukça yakın seyrediyor.
Avrupa’daki sertleşen atmosferi besleyen unsurlardan biri de ABD kaynaklı söylemler olarak görülüyor. ABD Başkanı Donald Trump’ın göçmenler hakkında kullandığı aşağılayıcı ifadeler ve ABD’nin yeni ulusal güvenlik stratejisinde Avrupa’nın göç nedeniyle “ekonomik gerileme” ve “medeniyetin silinmesi” riskiyle karşı karşıya gösterilmesi, kıtadaki aşırı sağcı aktörler tarafından meşrulaştırıcı bir zemin olarak değerlendiriliyor. Belgede, ABD politikasına yakın partilerin destekleneceğine dair vurgu yapılması da dikkat çekiyor.
Merkez partiler sağa kayıyor
Bu tablo karşısında Avrupa’nın merkez partileri de göç politikalarında daha katı bir çizgiye yöneliyor. Kullanılan dilin ve önerilen düzenlemelerin, zaman zaman aşırı sağın söylemiyle örtüştüğü gözlemleniyor. Queen’s University Belfast’ta İngiliz tarihi üzerine çalışan akademisyen Kieran Connell, bu durumu, “Bir zamanlar aşırı sağın en uç noktasında görülen fikirler, artık siyasi tartışmanın merkezinde yer alıyor,” sözleriyle değerlendiriyor.
İngiltere, bu sertleşmenin en görünür olduğu ülkelerden biri olarak öne çıkıyor. Son bir yıl içinde on binlerce sığınmacı karşıtı gösterici Londra sokaklarında “onları evlerine gönderin” sloganlarıyla yürüdü. Bazı milletvekillerinin medyada “çok fazla beyaz olmayan yüz” gördüklerinden şikâyet etmesi ve uzun süredir ülkede yaşayan kişilerin dahi sınır dışı edilmesini savunan açıklamalar, kamuoyunda geniş yankı uyandırdı.
Eylül ayında, aşırı sağcı aktivist Tommy Robinson’ın öncülüğünde düzenlenen yürüyüşte 100 binden fazla kişi “ülkemizi geri istiyoruz” sloganlarıyla Londra sokaklarına çıktı. Etkinlikte konuşan Fransız aşırı sağcı siyasetçi Eric Zemmour, Avrupa halklarının “güneyden gelen ve Müslüman kültürlü halklar tarafından büyük ölçüde ikame edilmesi” tehdidiyle karşı karşıya olduğunu savundu. Bu iddia, aşırı sağ çevrelerde “büyük ikame” olarak bilinen komplo teorisine dayanıyor.
Toplumsal gerilim ve nefret suçları
King’s College London Kamu Politikaları Birimi Direktörü Bobby Duffy, ülkede “ulusal bölünmüşlük ve gerileme hissinin ürkütücü biçimde arttığını” söylüyor. Duffy’ye göre bu duygu, 2008 küresel mali krizinin ardından güç kazandı, Brexit süreciyle derinleşti ve COVID-19 pandemisi sırasında daha da keskinleşti. Uzmanlar, sosyal medyanın —özellikle X platformunun— bölücü içerikleri öne çıkaran algoritmalarıyla bu kutuplaşmayı hızlandırdığına dikkat çekiyor.
Sertleşen söylemin sahadaki yansımaları da giderek daha görünür hâle geliyor. İngiltere ve Galler’de polis kayıtlarına göre Mart 2025’te sona eren bir yıllık dönemde 115 binden fazla nefret suçu işlendi; bu rakam bir önceki yıla kıyasla yüzde 2 artış anlamına geliyor. Siyah İngiliz milletvekili Dawn Butler, kendisine yönelik çevrimiçi saldırıların “ölüm tehditlerine varacak ölçüde arttığını” ifade ediyor.
Benzer protestolar ve şiddet olayları İrlanda ve Hollanda’da da yaşanıyor. Yeni sığınmacı merkezlerine karşı düzenlenen gösterilerde zaman zaman polisle çatışmalar çıkarken, eylemlerin hedefinde çoğunlukla sığınmacıların kaldığı oteller ve konutlar yer alıyor. Uzmanlara göre bu protestolar, göç meselesinin ötesinde daha geniş bir ideolojik ajandayı yansıtıyor.
“Her taviz yeni bir eşik yaratıyor”
Ana akım partiler, aşırı sağın komplo teorilerini resmen reddettiklerini vurgulasa da, uygulamada daha sert göç politikalarını hayata geçiriyor. İngiltere’de İşçi Partisi hükümeti ırkçılığı kınarken, göçmenlerin kalıcı yerleşimini zorlaştıran yeni düzenlemeler açıklıyor. Danimarka modeli, sığınmacılara yalnızca geçici oturum verilmesiyle başvuruların azalması nedeniyle örnek gösteriliyor.
Ancak insan hakları savunucuları bu yaklaşımın aşırı sağı frenlemediği görüşünde. Avrupa Konseyi İnsan Hakları Komiseri Michael O’Flaherty, sürecin tehlikesine dikkat çekerek şu uyarıda bulunuyor: “Verilen her taviz, bir sonrakinin zeminini hazırlıyor. Bugün hedef göçmenler; peki yarın kim olacak?”
Diğer İçerikler