Avrupa Birliği ile Amerika Birleşik Devletleri arasında imzalanan yeni ticaret ve gümrük vergisi anlaşması, Kıta Avrupası’nda geniş çaplı tartışmalara ve siyasi gerilimlere yol açtı. AB Komisyonu, gelen tepkiler üzerine yaptığı açıklamada anlaşmanın “yasal olarak bağlayıcı olmayan siyasi bir mutabakat” olduğunu savundu. Ancak hem Brüksel’in hem Washington’un yayınladığı metinlerde ciddi tutarsızlıklar bulunması, tartışmaları daha da alevlendirdi.
Ticaret Anlaşmasında Çelişkili Açıklamalar
Anlaşmanın, AB'den ABD’ye yapılan ihracatın büyük bir kısmına %15 oranında gümrük vergisi uygulanmasını öngörmesi; buna karşılık ABD’nin Avrupa pazarına neredeyse gümrüksüz erişim hakkı elde etmesi, kıta genelinde sert eleştirilere yol açtı. Fransa, bu durumun AB'nin ABD’ye "boyun eğdiği" anlamına geldiğini belirtirken, Almanya ise anlaşmayı, özellikle kriz içinde olan otomotiv endüstrisinin çıkarlarını korumak adına destekledi.
Brüksel ve Washington’dan gelen açıklamalar arasındaki farklar dikkat çekici. AB Komisyonu, çelik ve alüminyum için sınırlı bir kota sistemi öngörüldüğünü belirtirken, Beyaz Saray buna açıkça karşı çıkarak, bu ürünlerdeki %50’lik vergilerin aynen devam edeceğini duyurdu. Benzer bir belirsizlik ilaç ihracatı konusunda da yaşanıyor. Komisyon, ABD’nin bu alanda %15’lik bir vergi uygulayacağını belirtirken, Washington böyle bir karara dair herhangi bir takvim açıklamadı.
AB Ticaret Sözcüsü Olof Gill, tüm detayların yakında yayınlanacak ortak bildiride netleşeceğini ifade etti. Ancak Brüksel’in “en kötüsüne hazırlandığı” yönündeki işaretler güçleniyor. AB Komisyonu, anlaşma resmen sonuçlanana kadar, ABD ürünlerine yönelik 93 milyar avroluk misilleme paketini geri çekmeyeceğini bildirdi. Bu önlemler uçak, otomobil ve gıda ürünlerini kapsıyor ve 7 Ağustos’ta yürürlüğe girmesi planlanıyor.
Almanya’nın Tercihi Otomotiv Kriziyle Bağlantılı
German Foreign Policy’ye göre, Almanya’nın bu anlaşmaya verdiği destek, derin bir krizle boğuşan otomotiv sektörünü koruma amacı taşıyor. Elektrikli araçlara geçişte yaşanan gecikme ve Çin pazarında ciddi kayıplar yaşayan Alman üreticiler, ABD pazarında daha fazla kayıp yaşamak istemiyor. Mercedes ve BMW’nin ilkbahar döneminde satış ve kârlarında ciddi düşüşler yaşadığı, Volkswagen’in ise son üç çeyrektir üst üste kâr kaybı bildirdiği ifade ediliyor. VW, 2025’in ilk yarısında ABD pazarında %27,5’lik gümrük vergilerini tüketicilere yansıtmamak için 1,3 milyar avroluk zarar etti.
İhracata bağımlı olan Alman otomotiv sektörü için ABD pazarı hayati önem taşıyor. 2024 yılında Almanya’da üretilen araçların %78’inden fazlası ihraç edildi. Ancak Brexit sonrası İngiltere ve Çin pazarlarında yaşanan düşüşler, şirketleri daha fazla kırılgan hale getirdi.
Alman Otomotiv Endüstrisi Birliği (VDA) Başkanı Hildegard Müller, AB’nin ABD’den ithal edilen otomobillere uygulayacağı her %1’lik ek verginin Alman üreticilere yıllık yaklaşık 100 milyon avroya mal olacağını belirtti. Müller ayrıca, ABD’den AB’ye ihraç edilen otomobillerin üçte ikisinin Alman markalarına ait olduğuna dikkat çekti.
Berlin-Paris Çatlağı Derinleşti
Almanya’nın bu pragmatik yaklaşımı, Fransa ile açık bir siyasi gerilimi de beraberinde getirdi. Fransa Başbakanı François Bayrou, anlaşmanın “başarısız bir şekilde müzakere edildiğini” ve AB’nin ABD’ye ekonomik olarak teslim olduğunu savundu. Fransa Dış Ticaret Bakanı Laurent Saint-Martin de anlaşmaya direnilmeden boyun eğilmesinin AB’nin ekonomik bir birlik olma iddiasını zedeleyeceğini ifade etti.
Otomotiv Fabrikalarının ABD’ye Taşınma İhtimali Güçleniyor
Sektör uzmanları, anlaşmanın yürürlüğe girmesi halinde Alman otomotiv şirketlerinin bazı büyük hacimli modellerinin üretimini Almanya’dan ABD’ye kaydırmasının daha kârlı olacağını belirtiyor. Center Automotive Research’ten Ferdinand Dudenhöffer’e göre, Mercedes’in E-Serisi ve BMW’nin 5 Serisi gibi modellerin üretimi ABD’de merkezileştirilirse, iki pazara da gümrüksüz erişim sağlanabilir. Bu da şirketler açısından ciddi bir maliyet avantajı yaratacaktır.
Avrupa’da Ekonomik Egemenlik Tartışması Derinleşiyor
Tüm bu gelişmeler, AB içinde sadece ticaret politikaları değil, ekonomik egemenlik ve stratejik yönelim açısından da büyük bir kırılma yarattı. Özellikle Almanya’nın endüstriyel çıkarları için verdiği tavizlerin, Fransa’nın Avrupa’nın bağımsız ekonomik aktör olma iddiasına zarar verdiği görüşü yaygınlaşıyor. 7 Ağustos’a kadar yapılacak müzakerelerin sonucu, yalnızca bu anlaşmanın değil, Avrupa’nın transatlantik ilişkilerdeki geleceğinin de belirleyicisi olacak.
Zaharova: AB, Rus Gazını Tercih Etseydi ABD ile Yapılan Anlaşmanın Darbesinden Kaçınabilirdi
Öte yandan Rusya Dışişleri Bakanlığı Sözcüsü Mariya Zaharova, Avrupa Birliği'nin (AB) Rusya'dan istikrarlı doğalgaz temin etmeyi sürdürmesi halinde, ABD ile yaptığı ticaret ve enerji anlaşmasının olumsuz sonuçlarından kaçınabileceğini söyledi. Sputnik Radyosu’na konuşan Zaharova, Brüksel ile Washington arasında geçtiğimiz hafta sonu varılan ticaret anlaşmasının ağır şartlarını değerlendirdi.
Zaharova, “Eğer Rus gazı ya da başka bir kaynaktan ama istikrarlı bir biçimde gaz almış olsalardı, bugün karşı karşıya kaldıkları tablo ortaya çıkmazdı. Bunun için yıllar önce büyük bir boru hattı inşa edilmişti. Diyelim ki başka bir ülke ile boru hattı kurup oradan gaz almış olsalardı, neden şu anda yaptıkları her şeyi yapma gereği duysunlar ki? Şimdi aldıkları kararlar vatandaşlarına yüksek maliyetler getiriyor, kendi sanayilerini çökertiyor ve Avrupa'yı onlarca yıl geriye götürüyorlar.” dedi.
Zaharova’ya göre, bu gelişmeler tesadüfi değil. Tam aksine, Anglo-Sakson çıkarlarıyla uyumlu hareket eden AB ve NATO bürokratlarının, uzun yıllardır Avrupa halklarının gerçek çıkarlarına aykırı biçimde sürdürdükleri sistematik bir stratejinin sonucu. Zaharova, AB’nin bağımsız enerji politikaları yerine jeopolitik baskılarla hareket ettiğini savundu.
AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile ABD Başkanı Donald Trump arasında imzalanan anlaşma kapsamında, ABD'nin AB ürünlerine yüzde 15 oranında doğrudan gümrük vergisi uygulaması kararlaştırıldı. Öte yandan AB, Trump’ın başkanlık süresinin sonuna kadar, ABD’den yılda 250 milyar dolar olmak üzere toplamda 750 milyar dolarlık enerji kaynağı satın alma taahhüdünde bulundu.
Diğer İçerikler