“Modern dünyanın
İskeleti çelikten, beyni kumdan,
Sinirleri kritik minerallerden oluşmaktadır”
I - DEMİRİN EVRİMİ: İNSANLIĞIN KADERİ
Tarih öncesi çağlar, medeniyetlerin teknolojik gelişimini yansıtan ana malzemelerle anılır: Taş Devri'ni takiben Bakır, Tunç ve nihayet Demir Çağı. Günümüzde en yaygın olarak kullanılan metalin demir/çelik (yıllık yaklaşık 1.9 milyar ton) olduğu, onu takip eden ikinci yaygın metalin alüminyum (yıllık yaklaşık 69 milyon ton) olduğu dikkate alındığında, medeniyetimizin yapısal temelini oluşturan Demir Çağı'nın hâlâ devam ettiği gerçeği ortaya çıkar. Zira günümüzde kullanılan çelik, demirin yüksek performanslı bir alaşımından ibarettir.
Modern altyapımız olan köprüler, ulaşım ağları, gökdelenler, ağır sanayi makineleri ve enerji tesisleri hâlâ demir ve çeliğin endüstriyel gücüne dayanmaktadır. Bu çağın hegemonyasında, bu temel malzemenin kontrolünün, tedarik zincirinin ve üretim teknolojisinin jeopolitik açıdan ne kadar kritik olduğunu göstermektedir.
Demirin serüvenini bilmek medeniyet tarihini bilmektir. Bu basit ama güçlü element, sadece alet ve silah yapımında değil; aynı zamanda toplumların ekonomik, politik ve kültürel dönüşümlerinde de belirleyici rol oynamıştır. Bu makalede, demirin geçmişten günümüze uzanan yolculuğu, insanlık tarihindeki etkileri ve hegemonya mücadelesindeki yeri incelenmektedir.
1. Demirin Doğuşu: Göktaşından Cehennem Ocağına (MÖ 3000 – MÖ 1200)
MÖ 3000 civarı – İlk demir nesneler, doğal demir içeren göktaşlarından elde edildi. Mısır’da Firavun Tutankamon’un (MÖ 14.yüzyıl) mezarında bulunan hançer, göktaşı demirinden yapıldı. Hititler döneminde (MÖ 1500–1200), demirin katı hâlde indirgenerek işlenmesi teknolojisi gelişmeye başladı. Bu bilgi, başlangıçta sınırlı bir coğrafyada uygulandı, ancak Hitit İmparatorluğu’nun yıkılışını izleyen süreçte Yakın Doğu ve Akdeniz’e yayıldı. Böylece insanlık “Demir Çağı”na geçiş yaptı. Ok ve mızrak uçları daha etkili, kılıçlar daha sağlamdı.
Kritik Eşik 1: Demirin kontrollü üretimi, insanlık tarihinde “savaş üstünlüğü”nü belirleyen ilk metalürjik devrimdir. Demire ulaşamayan kavimler silinip gittiler. Ergenekon mitolojik anlatısında olduğu gibi demir kurtuluş demekti.
2. Demirin Yaygınlaşması ve Değişen Kaderler (MÖ 1200 – MS 1700)
MÖ 1200–MÖ 500: Demir, kılıçtan sabana kadar yaşamın birçok alanına girdi; ancak saf demir yumuşaktı. İnsanlık yavaş yavaş karbon ekleyerek çeliğin ilk biçimlerini keşfetti. MÖ 100 – Çin, dökme demir ve erken çelik alaşımlarında öncü oldu; yüksek fırın benzeri sistemler kuruldu. MS 1000 – Ortaçağ Avrupası’nda su çarklarıyla çalışan körüklü fırınların kullanılması demir üretiminde devrim yarattı. Bu yenilik, küçük dövme ocaklarından (bloomery) daha verimli yüksek fırınlara (blast furnace) geçişin temelini attı. MS 1600–1700: İsveç ve İngiltere’de kok kömürünün kullanımı, odun kömürüne göre daha verimli fırınların doğmasına yol açtı; bu, Sanayi Devrimi’nin kimyasal temelini attı.
Demir kullanımının yaygınlaşması sadece askeri alanda değil, tarım alanındaki etkisiyle de büyük bir dönüşüm başlattı. Daha sert ve verimsiz toprakları işlemek mümkün hale geldi. Bu durum, tarımsal verim ve nüfus artışı demekti. Artan nüfus, büyük kasabaların oluşumunu, daha gelişmiş toplumsal ilişkileri ve karmaşık yönetim organizasyonlarını zorunlu kıldı. Böylece demir, toplumsal yapıyı ve üretim biçimlerini kalıcı olarak değiştiren temel faktör oldu. Her kültürden insanlar, kendilerine, başka hiçbir metalde olmadığı kadar, demirden ad ve soyadlar aldılar.
Kritik Eşik 2: Karbon oranının kontrolü → “çeliğin doğumu.” Bu dönem, enerjinin ve metalin birleştiği ilk üretim çağıdır. 3 bin yıl boyunca demir ağlarını ördü ve toplumları şekillendirdi.
3. Sanayi Devrimi ve Çeliğin Doğuşu (1700–1900)
1709 – Abraham Darby: Demiri kok kömürüyle eriterek maliyet devrimini başlattı.
1784 – Henry Cort: “Pudlama” yöntemiyle (şekillendirilebilir demir üretimiyle) kalite artışı ve seri üretim imkanı sağladı.
Bu yenilikler, İngiltere’nin demiri ateş ile terbiye ederek geliştirmesini ve buhar gücünü demirle birleştirerek Sanayi Devrimi’ni başlatmasını mümkün kıldı.
1856 – Bessemer Prosesi: Havanın ergimiş demire üflenmesiyle karbon oranı düşürülerek ucuz ve yüksek dayanımlı çelik üretimi sağlandı.
1870–1900: Siemens-Martin fırınları, büyük ölçekli üretimi mümkün kıldı. Demiryolları, gemiler, silahlar ve gökdelenler — hepsi çeliğin üzerinde yükseldi. Çeliğin doğuşu 2.Sanayi Devrimi’ne giden yolu açtı.
1871’de Almanya, Fransız-Prusya Savaşı sonrası Fransa’dan aldığı tazminat ile önemli bir mali kaynak elde etti. Bu kaynak, çelik üretiminin hızla artırılmasına ve ağır sanayi altyapısının inşasına yönlendirildi. Almanya, bu dönemde yüksek kaliteli çelik üretimini destekleyen yeni fırın ve döküm teknolojilerini benimsedi. 1. Dünya Savaşı'na giden yolların rayları döşenmeye başlandı.
ABD, 19. yüzyılın ortalarından itibaren Bessemer ve Siemens-Martin yöntemlerini benimseyerek ucuz ve yüksek kaliteli çelik üretimini hızla artırdı. Bu çelik, transkontinental demiryolları, köprüler, gökdelenler ve gemilerin inşasında kritik bir rol oynadı. Sanayi altyapısının büyümesiyle ABD, ekonomik ve askeri kapasitesini güçlendirdi ve 20. yüzyılın başında küresel çelik rekabetinde Almanya ve İngiltere ile eşitlenerek, 1945 sonrası hegemon güç konumuna giden yolu hazırladı.
Kritik Eşik 3: Demir, çelik formuna kavuştuğunda, medeniyetin altyapısını ve endüstriyel kapasitesini yeniden şekillendiren temel bir yapı taşı haline geldi. Demir uçlu oklar füze oldu, sabanlar traktör, apartmanlar gökdelen.
4. Çeliğin Siyasallaşması ve Askeri Hegemonya (1900–1945)
Harry Brearley (Sheffield, İngiltere), 1913’te tüfek namlularında korozyon direncini artırmak için çalışırken, %12–13 krom içeren düşük karbonlu bir çeliğin paslanmadığını keşfetti. 1914’te bu alaşım “rustless steel” (paslanmaz çelik) olarak adlandırıldı. Bu keşif, sadece bir malzeme yeniliği değil, askeri ekipmanlarda dayanıklılığı artırarak savaş kapasitesini yükselten bir sıçrama noktası oldu. Paslanmaz çelik, silahlardan zırhlı araçlara kadar üretim kalitesini artırarak, endüstriyel ve askeri üretimde rekabeti tetikledi.
Almanya, ham madde kaynaklarına ulaşmak ve yeni sömürgeler elde etmek için denizcilik sanayiine öncelik verdi; özellikle denizaltı (U-Boot) ve modern donanma gemileri üretimine odaklandı. İngiltere ile başlayan deniz gücü rekabeti, çelik üretimi ve askeri mühendisliğin birbirini beslediği bir döngüye yol açtı. Bu süreç, 1914’te patlak veren I. Dünya Savaşı’yla sonuçlandı.
1915–1920 arasında ABD (Allegheny Ludlum, Armco) ve Almanya (Krupp) üretime geçti. Sanayileşmenin motoru olarak çelik üretimindeki yarış, hem miktarı hem de kaliteyi kapsayacak şekilde genişledi. Paslanmaz çelik ve diğer yüksek performanslı alaşımlar, özellikle hassas silah ve mühimmat üretiminde önemli rol oynadı.
II. Dünya Savaşı’nda tanklar, zırhlılar ve uçak gövdeleri üretiminde çeliğin stratejik önemi kritik hale geldi. Çelik üretim kapasitesi, “askeri üstünlük” ile eş anlamlı oldu. 1945’te ABD, savaş sonrasında küresel çelik üretiminin yaklaşık %60’ını gerçekleştiren hegemon güç konumuna ulaştı.
Kritik Eşik 4: Çelik, artık sadece üretim kapasitesini değil, kalitesini ve teknolojik sıçramasını da içeren bir jeopolitik gösterge haline geldi. Paslanmaz çelik ve ileri teknoloji alaşımları stratejik üstünlüğü sağlayan faktörler oldu.
5. Soğuk Savaş ve Küreselleşme Çağı: Zincirin Çeliktendir Halkaları (1945–2000)
1950–1970: ABD, Batı Almanya ve Japonya’nın savaş sonrası ekonomik yeniden yapılanma süreçlerinde, askeri kapasitelerini kısıtladı ama çelik üretimini, kalkınma modellerinin merkezi unsuru haline getirdi. Japonya’da Nippon Steel gibi şirketler, teknolojik modernizasyon ve yüksek kalite standartlarıyla dünya çelik piyasasında lider konuma ulaştı. Batı Almanya, Ruhr bölgesi merkezli üretim kapasitesini hızla artırarak Avrupa’nın sanayi liderlerinden biri oldu. ABD ise büyük ölçekli üretim kapasitesiyle küresel çelik hegemonluğunu sürdürdü. Öte yandan Sovyetler Birliği, planlı ekonomisi çerçevesinde Doğu Bloku’nun sanayi altyapısını güçlendirmek için yoğun çelik üretimi gerçekleştirdi ve küresel çelik piyasasında stratejik bir aktör hâline geldi. Kapitalist Batı ile Sosyalist Doğu arasına çekilen perde bile “demir”dendi.
1980 – 2000: Batı’nın neoliberal politikaları gereğince, çelik üretimi ucuz emek ve düşük maliyetli merkezlere kaydırıldı. Çin, Hindistan ve Güney Kore gibi ülkeler, yeni sanayi üsleri olarak yükseldi; 1991’de Sovyetler Birliği’nin çözülmesiyle Doğu Avrupa’da üretim kapasitesi geriledi. Küresel çelik üretiminde jeoekonomik dengeler ciddi biçimde değişti.
2001’de Çin’in Dünya Ticaret Örgütü’ne (WTO) girişi, küresel çelik piyasasında dramatik bir yeniden yapılanmayı tetikledi. Çin, üretim kapasitesi ve düşük maliyet avantajıyla küresel çelik tedarik zincirinde merkezi bir aktör hâline geldi.
Kritik Eşik 5: Çelik, ulusal güç göstergesinin ötesine geçerek, küresel sermaye ve planlı ekonomi zincirinin stratejik bir halkası hâline geldi; ekonomik ve politik etkinin belirleyicisi olarak uluslararası ilişkilerde kritik rol oynadı.
6. Çelikten Bağların Yeniden İnşası (2000–Günümüz)
2000–2010: Küresel çelik üretiminde Çin, düşük maliyet, ölçek ekonomisi ve geniş üretim kapasitesi sayesinde hızlı bir yükseliş gösterdi. Sovyetler Birliği’nin çöküşü sonrası Doğu Avrupa’da üretim kapasitesi azalırken, Batı ülkeleri yüksek teknoloji ve kalite odaklı üretime yöneldi. Bu dönemde çelik, sadece inşaat ve sanayi için değil, bilgi ve iletişim altyapılarının temel malzemesi olarak da öne çıktı. Veri merkezleri, elektrikli araçlar, rüzgâr türbinleri ve 5G altyapıları çeliğe dayanarak inşa edildi.
2010–2025: Karbon nötrlüğü ve sürdürülebilir üretim hedefleri, yeni çelik alaşımlarının geliştirilmesini hızlandırdı. Örneğin, Mn–Al–Si çelikler elektrikli araç gövdelerinde hafiflik ve dayanıklılık sağladı. Çin, dünya çelik üretiminin %50’den fazlasını kontrol ederek jeoekonomik bir güç aracına dönüştürdü.
Günümüzde çelik üretimi, yalnızca hacimle değil, çevresel ayak iziyle de ölçülmektedir. Çin'in düşük kârlı/yüksek emisyonlu üretimini Güneydoğu Asya ve Afrika'ya kaydırma stratejisi bir yönüyle karbon yükünü yayma amacı taşımaktadır. Çin karbondan kaçınmanın (emisyonu azaltmanın) yanında Yeşil Hidrojen teknolojisini de hızla geliştirmektedir. Bu noktada Yeşil Hidrojenli Çelik (Green Steel) devreye girer: Geleneksel üretimdeki karbon salan kok kömürü yerine, yenilenebilir enerjiden elde edilen hidrojen kullanılır ve atık olarak sadece su buharı salınır. Bu süreç, çelik üretimini karbonsuzlaştırmanın tek yoludur.
Buna karşılık Batı (özellikle AB), demir cevherini kok kömürü yerine Yeşil Hidrojen ile indirgemeyi amaçlayan (HYBRIT gibi) projelerle yüksek teknoloji ve sıfır emisyon odaklı yeni bir hegemonya kurmaya çalışmaktadır. Bu "Yeşil Çelik" yarışı, çeliği bir kez daha jeopolitik bir göstergeye dönüştürmekte; karbon sınır vergileri (CBAM) ise uluslararası ticarette yeni koruma duvarları örmektedir. ABD ise Cumhuriyetçilerin neorealist, Demokratların neoliberal anlayışa dayanan farklı politikaları nedeniyle küresel çapta gerilime sebep olmakta, belirsizlikleri beslemektedir.
Kritik Eşik 6: Çelik, artık yalnızca üretim veya askeri güç göstergesi değil; küresel tedarik zincirleri ve dijital altyapıların stratejik maddesi hâline geldi. İnsanın insana köleliği sonlandırıldı; ancak endüstriyel çelik robotlar, insanlığın emeğini devralan yeni metal köleler olarak tarihteki yerlerini almaya başladı.
Demir, ilk ortaya çıktığında gökten düşen bir taş; bugünse medeniyetimizin görünmez iskeletidir. İnsanlık tarihindeki her güç merkezi, demiri veya çeliği kontrol ettiği ölçüde hükmetmiştir.
II. ÇİN’İN DÖNÜŞÜMÜ: GÜLEN EĞRİ’DEN GÜLEN KÜRE’YE
Gülen Eğri Teorisi: Küresel Değer Zincirinde Rol Dağılımı
1980’lerin sonunda Acer’in kurucusu Stan Shih, küresel üretim zincirlerinde değer dağılımını açıklamak amacıyla “Gülen Eğri (Smiling Curve)” modelini geliştirdi. Bu modele göre, bir ürünün yaratım sürecinde en yüksek katma değer zincirin uç noktalarında yoğunlaşmaktadır. Sol uç Ar-Ge, tasarım ve patent gibi entelektüel sermaye faaliyetlerini, sağ uç ise pazarlama, marka yönetimi ve müşteri ilişkilerini temsil eder. Zincirin orta kısmında yer alan üretim, montaj ve lojistik süreçleri ise daha düşük katma değer ve kârlılık taşır. Dünya’da en çok üretilen ve üretim prosesi gereği kârlılığı az, çevresel maliyeti yüksek olan demir çelik sektöründe üretim aksındaki kayma dramatik olmuştur.
Çin’in 2000 yılında çelik üretimi 128 milyon ton civarındayken 2020 yılında yüzde 700’den fazla artarak 1.053 milyon tona çıkmıştır. Hindistan’da 27 milyon tondan 110 milyon tona, Güney Kore 51 milyon tondan 71 milyon tona, Türkiye’de 14 milyon tondan 34 milyon tona, Vietnam 0’dan 20 milyon tona yükselmiş, ABD üretimi ise 159 milyon tondan 72 milyon tona gerilemiştir. İngiltere ve AB ülkelerinde benzer düşüşler görülmüştür. Gülen Eğri kısa sürede etkisini göstermiştir.
Batı ekonomileri, bu yapıda fikir ve marka üreticisi olarak eğrinin iki ucuna yerleşmiş, Çin ise uzun yıllar “dünyanın atölyesi” olarak orta noktada kalmıştı. Bu durum, neoliberal küreselleşmenin temel paradoksunu yansıtmaktadır: Batı düşünür, Çin üretir. Çin ise bu hiyerarşiyi kabullenmeyerek stratejik bir dönüşüm başlattı; üretim odaklı konumunu teknoloji, Ar-Ge ve marka geliştirme yatırımlarıyla destekleyerek, küresel değer zincirinde kendi katma değerini artırmayı hedefledi.
Çin’in Tepkisi: “Gülen Küre” (Smiling Globe) Stratejisi
2000’lerin ortasından itibaren Çin, küresel değer zincirindeki düşük katma değerli pozisyonunu dönüştürmek amacıyla sistematik bir strateji geliştirdi. Bu strateji üç boyutta ilerliyor:
1. Dikey Yükselme – Teknolojik Merdiven
Çin, üretim hacmini artırmakla kalmayıp üretim kalitesi ve teknoloji yoğunluğunu da yükseltiyor. “Made in China 2025” programı, çelikten robotik üretime kadar on stratejik sektörü hedefledi, yüksek teknolojili çelikler, paslanmaz ve alaşımlı ürünler ile nano-çelik üretimi teşvik edildi. Böylece Çin, Gülen Eğri’nin alt noktasından yukarı doğru tırmanmaya başladı.
2. Yatay Yayılma – Küresel Ağların Yeniden Yapılandırılması
Çin, yalnızca kendi sınırları içinde değil, Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) aracılığıyla dış pazarlarda da üretim ve tedarik ağları inşa etmeye başladı. Bu ağlar, Batı merkezli lojistik zincirlerine alternatif olarak Çin merkezli yeni bir ekosistem oluşturuyor. Afrika, Ortadoğu ve Güneydoğu Asya’da çelik fabrikaları, enerji altyapıları ve maden işletmeleri kurarak coğrafi bağımlılık zincirleri yaratıyor.
3. Fikri Sermayeye Sıçrama
2000’lerin sonuna gelindiğinde Çin, yalnızca ürün değil patent üretmeye de başladı. Huawei, CATL ve BYD gibi şirketler, Ar-Ge faaliyetlerinin yoğun olduğu zincirin sol ucuna entegre oldu; 2024 itibarıyla Çin, dünya patent başvurularında lider konuma geldi. Kendi markalarını oluşturdu. Pazarlama sistemleri geliştirdi.
Bu üç boyut sayesinde Çin, Gülen Eğri’nin merkezinde (orta) kalan üretim ve montaj süreçlerini katma değer açısından merkeze çekti, zincirin yönetimini ve kontrolünü kendi lehine yeniden yapılandırdı. Tasarım (sol) – pazarlama (sağ) uçlarında da atılım yaparak eğriyi değiştirmeye başladı.
Ekonomiden Jeopolitiğe Yeni Küresel Güç Dengesi
Çin, üretim fazlasını yalnızca ekonomik sermaye olarak değil, aynı zamanda jeopolitik sermaye olarak kullanmaktadır. Çelik ve nadir toprak elementleri (NTE), bu stratejinin iki temel dayanağını oluşturmaktadır: çelik, sanayi altyapısındaki kontrolü güçlendirirken; NTE, yüksek teknoloji ekosistemlerini güvence altına almaktadır.
Gülen Eğri, her bir ürünün değer zinciri için geçerliydi. Çin’e düşen değer zincirinde üretimle meşgul olmaktı. Oysa Çin rekabeti üretim zincirinden (üründen) öteye taşıdı. 2025’te rekabet ürün değil, altyapı üzerinden: Çelik → liman → demiryolu → 5G → veri merkezi → elektrikli araç şarj ağı ve bunları destekleyen finansman. Bu, dairesel, çok katmanlı, coğrafi olarak dağılmış bir küre. Çin tüm dünyayı kapsayan kendi eğrilerini oluşturuyor. Gülen Eğri’nin küresel üretim ağı ve stratejik altyapı entegrasyonunu yansıtacak şekilde üç boyutlu halini “Gülen Küre” olarak adlandırmayı öneriyorum.
Böylece Çin, neoliberal küreselleşmenin “Gülen Eğri”sini tersine çevirerek “Gülen Küre” modelini hayata geçirme ve Batı’nın uzun süre yönettiği küresel düzeni kendi lehine yeniden şekillendirme yolunda, yumuşak güç unsurlarıyla, kararlılıkla ilerliyor.
Bu dönüşüm, yalnızca ekonomik bir rekabet değil, küresel değer zincirlerinin coğrafi ve stratejik yeniden konumlandırılmasıdır.
III. ÇELİK KOÇBAŞI: HEGEMONYAYI İHRAÇ STRATEJİSİ
Çin, tarih boyunca “demiri ateşle ehlileştiren” bir medeniyet olmuştu. Ancak 21. yüzyılda demir, Çin’in elinde yalnızca üretim malzemesi değil, jeopolitik bir kaldıraç haline geldi. Bugün Çin, yılda yaklaşık 1 milyar ton çelik üreterek dünya toplamının (1.8 milyar ton) yarısından fazlasını karşılamakta. Bu üretim ölçeği yalnızca sanayi üstünlüğünü değil, aynı zamanda küresel bağımlılık yaratma kapasitesini ifade etmekte. Bu çerçevede temel soru şudur: Çin, neden çeliğe böylesine stratejik bir anlam yüklemektedir?
Rasyonel Strateji: Çelikten İmparatorluk Kurmak
Çin’in ekonomik yükselişinde çelik, iki yönlü bir işlev üstlenmiştir: Çelik, ulusal kalkınmanın omurgasını oluşturur; altyapı, inşaat, enerji, ulaştırma ve savunma sektörlerinin temel malzemesi olarak iç ekonomik büyümeyi destekler. Diğer yandan uluslararası ölçekte bağımlılık üreten bir araçtır. Kuşak ve Yol Girişimi (BRI) kapsamında yürütülen altyapı projeleri, Çin çeliğiyle inşa edilmekte ve bu sayede birçok ülke sanayi altyapısı bakımından Çin’e bağlanmaktadır. Bunun yanında Çelik fabrikalarını dışa taşıyarak nüfuzunu yaymaktadır.
Bu çift yönlü işlev, Batı’nın sanayi üstünlüğünü aşındırmakla kalmaz; aynı zamanda yeni bir hegemonya biçimi yaratır: “Sadece üretim değil, üretim ağlarının hâkimiyeti.”
Çin’in son zamanlarda çelik üretiminde uyguladığı kısıtlama ve yeniden yönlendirme politikaları, bu bağlamda yalnızca çevresel değil, aynı zamanda ekonomik mühendislik araçlarıdır. Bu stratejinin arkasında beş temel motivasyon bulunmaktadır.
1. İçeride Dönüşüm – Karbon Ayak İzini Azaltmak, Katma Değeri Yükseltmek
2021’de açıklanan Çelik Sanayinde İstikrar Planı, görünürde çevreci bir dönüşüm projesidir; fakat özünde üretim kalitesini artırma ve ekonomik yapıyı yeniden yönlendirme amacını taşır. Çin, yüksek emisyonlu ve düşük kârlı üretimi sınırlayarak sanayisini yüksek katma değerli alaşımlar, paslanmaz çelik ve ileri metalürji alanlarına yönlendirmektedir. Bu sayede üretim hacmi azalsa da birim başına kazanç artmakta; “karbon nötr” politikası bir ekonomik seçilim aracına dönüşmektedir. Çin, “yeşil dönüşüm” söylemini kullanarak düşük kârlı segmentleri dışarıya taşımakta, yüksek teknolojili segmentleri içeride tutmaktadır. Emisyonu azaltırken Yeşil Hidrojen teknolojilerini geliştirerek karbon nötr zincirini kırmayı amaçlamaktadır.
2.Jeopolitik Bypass – Batı’nın Vergi Duvarlarını Aşmak
Çin çeliği uzun süredir ABD ve AB’nin anti-damping vergileriyle hedef alınmaktadır. Buna karşılık Çin, üretimini coğrafi olarak dışarıya taşıyarak bu bariyerleri jeopolitik bypass yöntemiyle aşmıştır. China Baowu Steel ve HBIS gibi dev firmalar, Afrika, Orta Doğu ve Güneydoğu Asya’da tesisler kurarak “yerli üretici” statüsü kazanmıştır. Böylece Çin çeliği, Mısır, Endonezya ve Malezya gibi ülkelerde “yerel üretim” etiketiyle dünya pazarına girebilmektedir. Çin, ticaret kısıtlamalarını coğrafyayla aşmakta; üretim yerini değil, küresel ticaret sisteminin sınırlarını yeniden tanımlamaktadır. Bunlar çelik koçbaşının vergi duvarını yıkan darbeleridir.
3.Güvenli Ağlar – Deniz Hakimiyetinden Kara Egemenliğine
Çin’in çelik endüstrisi büyük ölçüde dış kaynaklı demir cevherine bağımlıdır. Bu cevherin %60’ından fazlası Avustralya ve Brezilya’dan ithal edilmekte; taşımacılık rotaları ise ABD donanmasının denetimindeki deniz yolları üzerinden geçmektedir. Bu durum, Çin için stratejik bir risk doğurmaktadır.
Bu riski azaltmak için Çin: Afrika’da (özellikle Gine – Simandou), Orta Asya’da ve Latin Amerika’da doğrudan maden yatırımları yapmakta, bu madenlerin yakınında çelik fabrikaları kurarak kaynak–üretim entegrasyonu sağlamaktadır. Üretimi deniz taşımacılığına değil, Kuşak ve Yol Girişimi’nin kara lojistik hatlarına bağlamaktadır. Çin, deniz üstünlüğünü ABD’ye bırakırken, çeliği kara temelli güvenlik hattının stratejik bileşeni haline getirmektedir. Bu, ABD’nin deniz hakimiyetine indirilen etkili bir çelik koçbaşı darbesidir.
4.Kaynak Bağımlılığını Kırma – Küresel Sermaye Kapanından Kurtulmak
Çin’in çelik stratejisindeki beşinci motivasyon, hammadde tedarikinde küresel sermaye bağımlılığını kırmaktır. Yıllık çelik üretimi için gereken devasa miktardaki demir cevheri, uzun yıllar BHP, Rio Tinto ve Vale gibi Batılı madencilik devlerinin elindeydi. Bu durum, fiyat belirleme gücünü Çin dışına taşımış ve tedarik zincirini Batı’nın jeopolitik etkisine açık hâle getirmiştir.
Çin bu bağımlılığı azaltmak için: Afrika’daki Simandou (Gine) ve Belinga (Gabon) gibi dev sahalara ortak olmuş, Latin Amerika, Orta Asya ve Avustralya’da doğrudan maden hisseleri satın almıştır. Böylece demir cevheri çıkarımı ile çelik üretimini aynı coğrafyada bütünleştiren kaynak–üretim zinciri oluşturmuştur. Çin, demir filizini artık küresel madencilik devlerinden değil, kendi sermaye uzantılarından temin ederek ekonomik bağımsızlık kazanmakta ve Batı’nın maden hegemonyasını çelik koçbaşı darbeleriyle kırmaktadır.
5.Hegemonik Yayılım – Yeni Bağımlılık Çemberi Kurmak
Çin’in dışa taşıdığı her çelik yatırımı, yalnızca bir fabrika değil, aynı zamanda bağımlılık mekanizmasıdır: Finansman Çin bankalarından, teknoloji Çin mühendisliğinden, yönetim Çinli şirketlerden sağlanmaktadır. Bu yapı, Kuşak ve Yol hattındaki ülkeleri sanayi altyapısı üzerinden Çin’e bağlamaktadır. Üretim dışsallaşsa dahi, zincirin merkezi Çin’de kalmaktadır. Çin, klasik Batı sömürgeciliğinden farklı olarak toprak değil, üretim bağımlılığı kurmakta; çeliği yeni çağın “sessiz sömürge aracı” haline getirmektedir.
Bu stratejilerin toplam etkisi, küresel çelik üretiminin coğrafi ve iktisadi merkezini yeniden tanımlamaktadır. Küresel üretim artık tek merkezli değil, Çin merkezli çok düğümlü bir ağ biçimini almaktadır.
Çelik Koçbaşı Darbesi
Batı’nın ekonomik düzeni uzun süre finans–teknoloji–tasarım ekseninde şekillenmişti. Çin, bu yapıya “çelikten bir koçbaşı” ile saldırıyor: Batı’nın üretim altyapısını aşındırıyor, tedarik zincirlerini Çin merkezli hâle getiriyor, lojistik yolları yeniden yönlendiriyor ve sonunda küresel değer zincirinin kilidini eline alıyor.
Çin'in bu agresif stratejisinin sürdürülebilirliği, kamu kuruluşu (SOE) niteliğindeki çelik devlerinin, kârsız bile olsa üretime devam etme ve sistemik bir iflas riskinden devlet garantisiyle korunma kabiliyetinden kaynaklanıyor. Bu gücün finansal yakıtını ise, Çin'in ihracattan elde ettiği sürekli ve büyük cari fazlası oluşturuyor; bu fazla, Ar-Ge yatırımlarını, teknolojik sıçramayı ve kritik altyapı projelerini Batı'nın finansal koşullarına bağlı kalmadan finanse etme imkanı sağlayarak, hammadde ve deniz yolu bağımlılığı gibi kırılganlıkları dengelemektedir.
Batı'nın, Çin'in Çelik Koçbaşı stratejisi karşısındaki zaafı, büyük ölçüde finansal kâr odaklılık ve merkezi planlama eksikliğinden kaynaklanmaktadır. Küresel pazarlarda faaliyet gösteren Batılı firmalar, borsaların ve hissedarların dayattığı kısa vadeli kâr marjlarına odaklanmak zorundadır. Bu yapı, Çin'in devlet garantisi ve büyük cari fazla ile desteklenen kamu kuruluşlarının dampingli fiyat ve kârsız üretim stratejisine karşı koyamamasına neden olmaktadır. Çin, bilerek kâr marjlarının altına inerek Batılı çelik üreticilerini piyasadan çekilmeye, tesis kapatmaya veya satmaya zorlamaktadır. Bu dağınık ve kısa vadeli piyasa tepkisi, Çin'in üretim-tedarik-lojistik üçgenini bütüncül bir iradeyle kurmasına imkan tanımaktadır. Ayrıca, Batı'nın post-endüstriyel ekonomi yanılgısı ve "Gülen Eğri" modeline aşırı güvenmesi; maddi üretimin stratejik önemini ihmal etmesine ve Çin'in saldırısı karşısında ekonomik düzenin temel taşı olan altyapı kontrolünü kaybetmesine yol açan temel zaaf olarak öne çıkmaktadır.
Batı sermayesinin kâr odaklı, dağınık ve kısa vadeli salınımı ile Çin’in planlama merkezli, bütüncül ve uzun vadeli çelik iradesi arasındaki rekabette, makas giderek Çin lehine daralıyor. Avrupa Birliği’nin yeşil çelik stratejisi önemli fakat cılız; yüksek maliyetler, altyapı eksiklikleri ve ABD’nin tutarsız karbon politikaları karşısında etkili bir karşı ağırlık oluşturamıyor. ABD’nin yüksek teknoloji alanındaki baskısı Çin’i yavaşlatsa da Çin’in üretim-tedarik-lojistik üçgeninde kurduğu maddi üstünlüğü durdurmaya yetmiyor.
Çelik, yeniden bir iktidar metaline dönüşmüştür — ancak bu kez kılıçta değil, küresel tedarik ağlarında.
IV. KÜRESEL BAĞIMLILIĞIN YENİ BİÇİMİ: ÇELİK ZİNCİRLERİNİN SİLAHLAŞMASI
21.yüzyılın uluslararası sisteminde güç, yalnızca ordularla ya da sermayeyle değil, malzeme akışının kontrolüyle tanımlanmaktadır. Enerji bağımlılığının yerini, giderek altyapı bağımlılığı almaktadır. Bu dönüşüm, çeliği yalnızca bir üretim girdisi olmaktan çıkarıp stratejik bağımlılığın yeni formuna dönüştürmüştür. Çin, elindeki devasa çelik üretim kapasitesini artık sadece ekonomik değil, jeopolitik bir araç olarak da kullanmaktadır. Bu araç, tedarik zincirlerinden altyapı diplomasisine kadar uzanan yeni bir “sessiz nüfuz mekanizması” yaratmıştır.
Bağımlılığın Dönüşümü
20. yüzyılın bağımlılık biçimi enerjiydi; kim petrolü kontrol ederse siyaseti kontrol ediyordu. 21.yüzyılda ise enerji kadar kritik hâle gelen unsur, altyapı malzemeleridir. Bugünün dünyasında liman, köprü, demiryolu veya veri merkezi inşa etmek istiyorsanız, çelik olmadan hiçbirini yapamazsınız. Bu gerçek, Çin’e iki yönlü bir güç kazandırmaktadır: Küresel inşaat ve altyapı projelerinin malzeme tedarikçisi olmak ve bu tedariki jeopolitik baskı unsuru haline getirmek.
Sonuç olarak çelik, yalnızca metal değil; “altyapı bağımlılığının görünmeyen zinciri” haline gelmiştir.
Tedarik Zincirinin Silahlaşması
Çin, sahip olduğu üretim ölçeğini küresel ölçekte bir fiyat ve tedarik silahına dönüştürmüştür. Çin, belirli dönemlerde küresel piyasalara maliyetinin altında çelik ihraç ederek fiyatları düşürür. Bu durum Hindistan, Türkiye ve Avrupa’daki üreticilerin kârlılığını azaltır. Sektör zayıfladığında, Çinli şirketler “yatırım” veya “satın alma” teklifleriyle devreye girer.
Küresel fiyatların referansı hâline gelen “Çin iç pazar fiyatı”, bugün Londra Metal Borsası’ndan bile daha belirleyici bir etkiye sahiptir. Bu sayede, birçok ülkenin sanayi maliyeti Pekin’in arz kararlarına bağlı hâle gelmiştir.
Çin dışında (S. Arabistan, Zimbabve, Nijerya) kurulan çelik fabrikaları, Çin kredileri ile finanse edilmiştir. Bu krediler, üretim kararlarını doğrudan Pekin’in onayına bağlamaktadır. Böylece klasik askeri üsler yerine, “sanayi üsleri” üzerinden nüfuz tesis edilmektedir. Türkiye, Endonezya, Tayland, Çinli çelik üreticilerince yatırım planlanan ülkeler arasında yer almaktadır.
Çin çeliği, küresel tedarik zincirinde bir para politikası aracı gibi çalışmakta; arz ve finans kontrolüyle ekonomik yönlendirme sağlamaktadır.
Altyapı Diplomasisi: Betonun Altındaki Çelik
Kuşak ve Yol Girişimi (BRI), yüzeyde ulaştırma ve yatırım projesi olarak görünse de özünde bir çelik diplomasisidir. Her demiryolu hattı, liman veya baraj projesi, binlerce ton Çin çeliğiyle inşa edilir. Bu, alıcı ülke için yalnızca bir inşaat değil, uzun vadeli teknik bağımlılık anlamına gelir.
Pakistan – Gwadar Limanı, Çin çeliğiyle inşa edilmiş ve Çinli şirketler tarafından işletilmektedir. Afrika demiryolları, raylar, vagon şasileri ve bağlantı elemanları Çin menşelidir. Bu ülkeler, aynı standardı sürdürmek zorunda olduklarından, bakım ve yedek parça açısından Çin’e kalıcı biçimde bağlı hâle gelmektedir.
Bu nedenle Çin’in stratejisi, yalnızca bir “borç tuzağı” değil, aynı zamanda bir “malzeme tuzağı” stratejisidir.
Jeopolitik Etki: Çelikle Kurulan Sessiz Hegemonya
Ortaya çıkan yapı, ideolojik değil, altyapı bağımlılığına dayalı ekonomik bir ağdır. Batı ittifakları güvenlik anlaşmalarına dayanırken, Çin’in ittifakı inşa edilmiş bağımlılıklar üzerine kuruludur.
Çin’in çelik ihracat haritası bu ağı açık biçimde göstermektedir: Güneydoğu Asya, Afrika, Orta Doğu ve Latin Amerika hepsi Çin kaynaklı sanayi ve altyapı projelerine yüksek derecede bağımlıdır. Bu durum, savaşsız bir yayılma biçimi ortaya çıkarmıştır: Çin, malzeme yoluyla jeopolitik nüfuz kurmaktadır.
Batı denizleri kontrol ederken, Çin betonun altındaki çeliği kontrol etmektedir.
Çelik Gerilim: Küresel Güç Çatışmasının Yeni Eksen
Bugünün görünmeyen gerçeği: modern dünyanın iskeleti çelikten, beyni kumdan, sinirleri nadir toprak elementlerinden oluşmaktadır. Veri kabloları dahi çelik zırhla korunur, yani her dijital altyapının temeli fiziksel metallere dayanır. Batı'nın 1990’lardan itibaren benimsediği post-endüstriyel ‘madde ötesi ekonomi’ tezine karşılık, Çin; maddi üretimin, özellikle metalurjik altyapının, hâlâ hegemonik gücün çekirdeği olduğunu, “bilgi” kadar “maddeyi” de kontrol etmenin zorunluluğunu erken kavramıştır. Küresel hegemonya, ideolojilerin değil, fırınların, sıcaklıkların ve üretim akışlarının kontrolüyle belirlenmektedir.
Çin’in Gülen Eğri’yi düzleştirme ve nihayetinde kendi lehine bükme çabaları karşısında, ABD’nin “neoliberal yanılgı” ile Çin’e kaptırdığı üretim gücünü geri çağırmak için uyguladığı agresif tarife politikaları küresel ölçekte ciddi bir stres yaratmıştır. Ancak ABD yalnızca tarifelerle değil; IRA ve CHIPS gibi dev teşvik paketleriyle çelik, temiz enerji ve ileri üretim kapasitesini yeniden ülke içine çekmeye çalışmaktadır. “Buy American Steel” ve yerli içerik zorunlulukları, ABD’nin (özellikle Trump yönetiminin) çeliği artık, tıpkı Çin gibi jeoekonomik bir güvenlik meselesi olarak gördüğünü göstermektedir.
Çin-ABD gerilimi, küresel tedarik zincirlerinin tamamını yeniden şekillendirdiği gibi Türkiye’yi de doğrudan etkilemektedir.
V. TÜRKİYE’NİN STRATEJİK KONUMU VE PASLANMAZ BOŞLUK
Çin’in çelik destekli jeoekonomik yükselişi, küresel sistemde yalnızca büyük güçleri değil, orta ölçekli sanayi ülkelerini de yeniden konumlandırmaktadır. Bu bağlamda Türkiye, hem coğrafi konumu hem üretim geleneği hem de sanayi altyapısıyla, çelik zincirinin önemli bir halkasıdır. Ancak bu avantaj, aynı zamanda kritik bir kırılganlık da taşır: “paslanmaz boşluk.”
Türkiye’nin Çelik Mirası: Sanayi Omurgası
Türkiye, konumu ve üretim kapasitesi itibarıyla küresel çelik zincirinde hem bölgesel üretici hem de geçiş merkezi konumundadır. 2023 verilerine göre Türkiye, yaklaşık 35 milyon ton ham çelik üretimiyle dünyanın 8. büyük üreticisidir. Sektör, yılda yaklaşık 16 milyar dolar ihracat ve 2 milyondan fazla dolaylı istihdam yaratmaktadır. Üretimin ana ağırlığı, inşaat çeliği, uzun ürün ve yassı sıcak haddelenmiş ürünler üzerindedir. Paslanmaz çelik tamamen yurt dışından (AB, Çin, Endenozya G.Kore v.d.) ithal edilmektedir. İthal paslanmaz çeliğe dayanıklı güçlü bir sanayi vardır. Değer zincirinin eksik halkası paslanmaz çelik üretimidir.
Cumhuriyetin ilk sanayi politikası (1930’lar) Karabük Demir Çelik Fabrikaları ile başlamış, Soğuk Savaş döneminde Ereğli Demir Çelik (Erdemir) gibi tesislerle güçlenmiştir. Dolayısıyla çelik, Türkiye için yalnızca bir sanayi kolu değil, modernleşmenin ideolojik simgesidir. Türkiye’nin kalkınma hikâyesi “çelikle örülmüş” bir hikâyedir. Ancak bu çeliğin türü hâlâ karbon-temelli ve düşük alaşımlıdır. Türkiye soğuk savaş müttefiki Batı’dan çelik üretim teknolojisini alamamış, düşman (!) Sovyetler Birliği’nden temin etmiştir. Bunun bedelini darbelerle ödemiştir.
Türkiye demirden çeliğe geçmiş ama paslanmaz çelik üretimine geçememiştir.
Paslanmaz Boşluk: Teknolojik Zayıf Halka
Türkiye, ham çelikte güçlü olsa da paslanmaz çelik ve yüksek alaşımlı özel çelikler alanında dışa bağımlıdır. Bu durum, yalnızca ekonomik değil, teknolojik bir “ara katman tuzağı” yaratmaktadır.
Paslanmaz çelik; enerji, savunma, tıp, beyaz eşya ve otomotiv gibi sektörlerde yüksek kâr marjı ve stratejik kullanım alanına sahiptir. Bu nedenle eksiklik yalnızca bir ticaret açığı değil, aynı zamanda teknolojik bağımsızlık boşluğu anlamına gelir.
Kısacası: Türkiye’nin çelik sorunu nicelikte değil, niteliktedir. Üretim çok, stratejik ürün (paslanmaz çelik üretimi) yoktur.
Çin’in İlgi Noktası: Surdaki Gedik – Paslanmaz Çelik
Ordu Yardımlaşma Kurumu (OYAK) Genel Müdürü Murat Yalçıntaş, 138 şirkette yaklaşık 40 bin kişilik istihdama sahip OYAK Grubu’nun demir çelik, madencilik ve çimento gibi geleneksel sektörler yerine bundan sonra enerji, lojistik ve yüksek teknoloji alanlarında büyüyeceğini söyledi. Yalçıntaş, “Demir çelik sektörü dünyada zorlanıyor, Çin’in bu alanda çok fazla yatırımı var ve iç tüketimi düştüğünden mümkün olduğu kadar ihraç etmeye çalışıyor, bunun için de fiyatları düşürüyor. Avrupa ise sınırda karbon uygulamasıyla ciddi vergiler koymaya başlıyor. Bu nedenle ülkemizde demir çelik zorlanıyor, biz de zorlanıyoruz. OYAK’ı demir çelik, çimento gibi büyümesi yavaşlamış sektörlerden çok daha hızlı büyüyen sektörlere; enerji, lojistik ve yüksek teknoloji alanlarına kaydırmaya çalışıyoruz. Zaman alacak ama başladık. 2030 stratejimizi belirledik” dedi. (14 Kasım 2025 https://demircelik.com.tr/haber/oyak-yeni-yol-haritasini-belirledi-16077) OYAK stratejik bir karar almış ve buna göre adımlar atıyor.
Diğer yandan Çin merkezli Yongjin Technology Group, Yalova'da 257 milyon dolarlık büyük bir paslanmaz çelik tesisi kuracağını duyurdu. Tesis, yıllık 400 bin ton kapasiteli olacak. Bu tesis paslanmaz çelik üretim tesisi değil, ithal paslanmaz çeliğe dayalı üretim tesisi olacak. OYAK ve diğer Türk firmaları düşük kâr, AB’nin gümrük duvarları ve Çin’in düşük fiyatları ile rekabette zorlandıkları için alanı boşaltırken Çin, akıllıca büyüttüğü boşluğu doldurmak için geliyor.
• Çin, Türkiye’nin coğrafi konumunu (Avrupa pazarına yakınlık) ve altyapı avantajlarını kullanarak kendi çelik fazlasını “değer zinciri yatırımı” biçiminde yeniden konumlandırmak istemektedir.
• Bu yatırımlar, görünüşte doğrudan sermaye girişidir; ancak uzun vadede sektörü kontrol edeceği gibi teknoloji ve standart bağımlılığı yaratır.
• Eğer Türkiye paslanmaz segmentini tamamen Çin sermayesiyle doldurursa, “Gülen Eğri”nin ortasında, bağımlı üretim üssü konumuna geriler.
Çin için Türkiye, Avrupa’ya uzanan ekonomik bir “paslanmaz köprü” ve bu köprü üzerinden AB duvarlarını yıkan koçbaşı işlevi görecektir.
Çelik az kâr, çok bağımlılık üretir.
Paslanmaz Boşluğun Milli Güvenlik Boyutu
Türkiye'nin paslanmaz çelik ve yüksek alaşımlı özel çeliklerdeki dışa bağımlılığı, basit bir ticaret açığından öte, doğrudan Milli Güvenlik riskidir. Paslanmaz ve ısıya dayanıklı alaşımlar, modern savunma sanayiinin temel girdisini oluşturur; örneğin SİHA’ların kritik parçaları, roket motorları, denizaltı gövdeleri ve hassas mühimmatlar gibi. Bu teknolojik boşluğun Çin sermayesiyle doldurulması, gelecekte olası ambargolar veya teknoloji transfer kısıtlamaları karşısında yerli savunma projelerinin sürdürülebilirliğini tehdit eden stratejik bir kırılganlık yaratır.
Türkiye için çelik stratejisi, artık ekonomik bir tercih değil, ekosistem bağımsızlığının gereğidir.
Paslanmaz Boşluktan Stratejik Dayanıklılığa
Bugün Çin, çelik aracılığıyla küresel ekonomiyi yeniden şekillendiriyor. Türkiye ise bu sürecin hem potansiyel mağduru hem de olası kazananı olabilir. Eğer Türkiye: Paslanmaz çelik alanındaki bağımlılığını giderir, yüksek alaşımlı üretimi yerelleştirir, değer zincirini bütüncül biçimde entegre ederse; çelik o zaman ulusal gücün simgesi olur. Aksi halde; Türkiye, Avrupa’ya uzanan Çin’in “Çelik Koçbaşı” ara istasyonu haline gelir.
Türkiye’nin çelik stratejisi, sadece üretim değil, değer zincirinin tamamını yönetmeyi hedeflemelidir.
ABD’nin Açmazı, Türkiye’nin Fırsatı
Neoliberal küresel sermayenin inşa ettiği ve Çin’in adım adım yıktığı Gülen Eğri’nin kaderi, ABD iç politik rekabetine bağlı olarak belirlenecektir. Demokratlar küresel sermayenin baskısıyla, Çin’i üretim yüklenicisi olarak orta kısımda tutmaya, eğriyle oluşturulan statükoyu korumaya çalışırken; Cumhuriyetçiler, Trump’ın ikinci döneminde eğriyi parçalayarak değer zincirinin tamamını ABD ve güvenilir müttefikler içinde yeniden kurmak istemektedir. Bu iç çatışma, Çin’in “Gülen Küre” stratejisine altın değerinde zaman kazandırmaktadır. Zira Washington kendi içinde “eğriyi koruyalım mı, yok edelim mi” diye tartışırken, Pekin, Afrika’dan Asya’ya uzanan çelik üsleriyle küresel zinciri kendi lehine örmektedir.
Türkiye için bu, birtakım fırsatlar taşımaktadır: Demokratlar iktidardayken yeşil çelikte AB ile ortaklık, paslanmazda tedarikçi olabilir; Cumhuriyetçiler kazandığında ABD çelik sanayii ile Çin’e karşı ortaklık ve yine Avrupa pazarına erişim kolaylığı sağlanabilir. Diğer yandan Çin, AB pazarına erişim için Türkiye’nin konumundan yararlanmak istemektedir ki, bu Türkiye’nin Çin’e karşı pazarlıkta elini güçlendirecektir. Çin paslanmaz çelik üretimi için Türkiye’ye yatırım yapabilir ancak bu bağımlılık oluşturmayacak şekilde olur.
Türkiye kendi konumunu atacağı akıllı adımlarla kendisi belirleyecektir. Demir çelik üretim kapasitesi yüksek, gerekli ferrokrom kaynaklarına sahip, nikel üretimi var; geriye bunları bir araya getirip paslanmaz çelik üretmek kalıyor. Bu da bir TOGG mesafede. Ancak TOGG’a giderken eldeki OYAK’tan da olmamak gerekir.
Türkiye, paslanmaz çelik alanındaki "gediği" kendi milli sermayesi ve teknolojisiyle kapatmak zorundadır. Aksi takdirde, OYAK gibi büyük oyuncuların "Gülen Eğri"nin kârlı uçlarına yönelmesiyle oluşan boşluk, Çin'in “Jeopolitik Bypass” hamleleriyle doldurulacak ve Türkiye, Avrupa'ya uzanan bağımlı bir "paslanmaz köprü" haline gelecektir.
Küresel çelik çağında paslanmaz kalan tek şey, stratejik vizyonun kendisidir. Bu vizyon da binbir zorlukla oluşturulan demir çelik kapasitesini nitelik ve nicelik olarak geliştirmeyi gerektirir. Bunun için de alınması gereken koruma ve teşvik tedbirlerini gecikmeksizin, milli bir program çerçevesinde oluşturmak şarttır.
VI. SONUÇ: GÜLEN EĞRİNİN KADERİ VE YENİ HEGEMONYA
Güneş’in ve Magma’nın erişilmez ateşine hükmedemeyen insan, kendi yaktığı ateşi kontrol ederek diğer canlılardan ayrıştı. Bu ateşle önce ekmeğini pişirdi, sonra madenleri eriterek medeniyetini kurdu. Bugün gücün temeli, fabrikaların fırınlarında yanan bu ateşle ürettiklerinin kontrolüne bağlıdır.
İnsanlık tarihi, bir bakıma maddeye hükmetme mücadelesinin tarihidir. Demir, bir zamanlar imparatorlukların kılıcıydı; çelik, Sanayi Devrimi’nin damarlarında dolaşan kan oldu. Bugün dijital çağda bilgi hükmediyor gibi görünse de bu bilginin öznesi madde, altyapısı — veri merkezlerinden rüzgâr türbinlerine, elektrikli araçlara kadar — hâlâ çelik üzerine kuruludur.
Demir çağının bittiği sanılırken, aslında yalnızca biçim değiştirdi.
Çin’in Stratejisi: Zinciri Kırmak Yerine Zincir Olmak
Çin, küresel çelik üretiminin yarısından fazlasını elinde tutarak tarihte nadir görülen bir maddi hegemonya kurmuştur. 1945 yılına gelindiğinde ABD küresel çelik üretiminin yüzde 60’ını kontrol ediyordu. ABD hegemonyasını askeri çeliğe dayandırdı. Çin’in geliştirdiği hegemonya, askeri değil; tedarik zinciri üzerinden işleyen bir güç sistemidir. Çelik Koçbaşı, Batı’nın sanayi temellerine çarpmaktadır. Batı, yüksek teknolojiyle karşılık vermeye çalışsa da altyapı bağımlılığı zincirini kıramamaktadır.
Tedarik zincirini kontrol etmek, orduya gerek kalmadan sessiz egemenlik sağlar. Bugün bir ülke Çin çeliği olmadan köprü inşa edemiyor, demiryolu döşeyemiyor, şehir büyütemiyorsa — hegemonya zaten kurulmuştur.
Çin’in stratejik dehası, zinciri kırmak yerine zincir olmaktır.
Gülen Eğri’nin Kaderi
Neoliberal çağ, “Gülen Eğri” modeliyle kârı bilginin uçlarına, emeği üretimin çukuruna itmişti. Çin, bu modele itiraz ederek eğriyi düzleştirmeye çalışıyor. Batı, üretim gücünü kaybederken hâlâ tasarımda kâr elde ediyor — ama zayıflıyor. Çin, üretim devine dönüştü; çevre, enerji ve tarife yükü altında yorulsa da büyüyor. Gelişmekte olan ülkeler (Türkiye dahil), bu eğrinin ortasında fırsatla kırılganlık arasında salınıyor.
Dijital çağın ideolojik vaadi “madde sonrası ekonomi”ydi. Ancak Çin’in stratejisi gösterdi ki madde bitmedi; yalnızca anlam değiştirdi. Çelik artık yalnızca bir yapı malzemesi değil;
Ekonomik bağımlılığın ve stratejik yönlendirmenin dili haline geldi. Batı fikir üretir, Çin malzeme üretir; ama nihayetinde dünyayı ayakta tutan şey malzemedir.
Petrol, 20. yüzyılın kanıydı; imparatorlukları besledi, savaşları yönlendirdi ve haritaları yeniden çizdi. Ancak bu çağın enerjisi tükeniyor; alternatifleri –güneş, rüzgâr, hidrojen– yavaş yavaş yerini almaya başladı. Buna karşılık demir, üç bin yıldır medeniyetlerin iskeleti olarak kaldı ve ufukta gerçek bir alternatifi görünmüyor.
Artık mesele “kim daha çok üretir” değil; “kim üretimin yönünü belirler, kimin çeliği dünyayı taşır” sorusudur.
Hegemonya Mücadelesinin Üç Cephesi: Maddi, Entelektüel ve Finansal
Çin'in rekabet stratejisinin maddi altyapı (çelik) odağının ötesine geçtiği görülmektedir. Çin, sadece "Gülen Eğri"nin üretim çukurundan sıçramakla kalmayıp, bilgi üretimi, inovasyon (patentler) ve pazarlama, satış sonrası destek alanlarında Batı ile arasındaki farkı hızla kapatmaktadır.
Ancak, bu maddi ve entelektüel güce rağmen Çin'in stratejik kırılganlığı finansal alanda devam ediyor; zira küresel ticaret ve sermaye akışı hâlâ büyük ölçüde ABD Doları ve Batı merkezli finansal ağlarca kontrol edilmektedir. Çin'in, Dijital Yuan ve yerel para birimiyle ticaret girişimleriyle bu finansal hegemonyayı aşma çabası, Çelik Koçbaşı'nın nihai hedefinin yalnızca altyapı bağımlılığı değil, aynı zamanda doların duvarı olduğunu ortaya koymaktadır. Bu durum, küresel hegemonya mücadelesinin artık tek boyutlu (maddi) değil, maddi, entelektüel ve finansal cephelerin tamamında yürütülen karmaşık ve çok boyutlu bir mücadele olduğunu göstermektedir.
"Dolayısıyla günümüz hegemonya mücadelesi, sadece fabrikaların çeliğini değil, aynı anda fikirlerin inovasyonunu ve finansın akışını da kontrol etme savaşından ibarettir."
Savaşın Değişmeyen Özü
Birinci ve İkinci Dünya Savaşları, sanayi devrimine geç katılan Almanya’nın İngiltere ve Fransa’nın kurduğu sömürü düzeninden pay istemesiyle patladı. Bugün benzer bir tarihsel gerilim, Çin’in Amerika’nın kurduğu küresel düzende söz ve pay talep etmesiyle yeniden şekilleniyor. Eğer bir üçüncü büyük savaş çıkacaksa, bu, petrol ya da kritik mineraller için değil, “gülen eğriye” –yani mevcut adaletsiz düzenin duvarına– vurulan bu “koçbaşı darbeleri” yüzünden olacaktır. Çünkü savaşın biçimi değişse de özü aynı kalır: üreten, payını ister.
Küresel rekabetin görünmeyen cephesi, fabrikaların bacalarından, haddehanelerin sıcaklığından geçiyor. Çin bu cephede oldukça organize, Batı tedirgin ve dağınık bir şekilde Çin’i kontrol etmeye çabalıyor.
Türkiye’nin Sınavı
Türkiye’nin konumu, bu yeni düzenin tam sınav noktasında yer alıyor. Köprü olmanın avantajı, aynı zamanda ezilme riskini de taşır. Türkiye ise karar eşiğinde; bağımlı mı kalacak, surdaki gediği kapatıp küresel güç olma yolunda önemli bir adım mı atacak? Ham çelikte güçlü, ancak paslanmaz segmentte zayıf olan Türkiye, ya değer zincirinin orta halkasında sıkışıp kalacak, ya da kendi çelik kaderini yeniden yazacaktır. Eğer paslanmaz çeliği yerli teknolojiyle üretirse, küresel gücü çelik sağlamlığında olacak, eğer bu segmenti yabancı (özellikle Çinli) yatırımlara bırakırsa, Avrasya’nın sanayi atölyesi konumuna gerileyecektir.
“Türkiye Yüzyılı” çelikten sorunlara verilecek doğru cevaplarla inşa edilecektir.
Galip TÜRKMEN (E.Başmüfettiş)