Askeri Endüstriyel Kompleks ve Kurumsal Vesayet - Trump’ın Yeniçerilerle Sınavı

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
SDE Editör | 23 Aralık 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

I. GİRİŞ: DEVLETİ KİM YÖNETİR?

Lider görünür güçtür; fakat çoğu zaman o liderin kararlarını şekillendiren, sınırlayan, tehdit eden ya da yönlendiren devlet-içi kurumsal mekanizmalardır. Bu mekanizmalar yeterince güçlendiğinde, tarihin Seyfiye’den Pentagon’a uzanan kadim ikilemi yeniden doğar: Lider, kendi emrindeki kurumdan korkmaya başlar.

Bu makalede, birbirinden tamamen farklı dönemlerde ve yapısal olarak benzeşmeyen, fakat işlevsel olarak birbirine şaşırtıcı derecede benzeyen iki kurum incelenmektedir.:

  • Osmanlı Yeniçeri Ocağı (14.–19. yüzyıl)
  • ABD Askeri-Endüstriyel Kompleksi (1945–günümüz)

Benzerlik örgütsel ya da kültürel köklerde değil; devlet liderliği üzerindeki etkilerinde, kurumsal çıkara dayalı davranışlarında ve politikayı yönlendirme biçimlerinde ortaya çıkar. Yeniçeri kılıçla, Askeri-Endüstriyel Kompleksi (AEK) bütçeyle hareket eder, ama sonuç aynıdır: Kurum büyür, kurumsal çıkar mutlaklaşır, lider ise kendi emrindeki sistemin gölgesinde hükmetmeye başlar.

Elbette devletin yapısı içinde karar süreçlerini etkileyen pek çok dinamik var. Bunlardan birisi de Osmanlı’da Ulema, ABD’de de Evanjelik yapılanma şeklinde ortaya çıkan dini kurumlardır. Bu iki kurum da işlevsel olarak oldukça benzeşmektedir, ancak makalenin konusu dışındadır. Ayrı bir karşılaştırmalı incelemeyi hak etmektedir. Etki bakımından en güçlüleri olan Yeniçeri ve AEK, makaleye konu edilmiştir.

Makale, bu analojiyi hem tarihsel süreçleri hem de modern siyaset stratejisini birleştirerek inceliyor.

II. YENİÇERİ OCAĞI: KURULUŞTAN DAĞILIŞA KRİTİK EŞİKLER (1363–1826)

1. Kuruluş ve İlk Prensipler (1363–1453)

  • Kuruluş: I. Murad döneminde (Orhan Gazi tarafından kurulduğu da belirtilir) gözetim altında tutulmak istenen Uç beylerinin gücünü dengelemek ve merkeze bağlı profesyonel bir ordu kurmak amacıyla, Sultan’ın esir payından seçilen çocuk ve gençlerden oluşturuldu.
  • İlke: Padişaha mutlak sadakat.
  • Çatlak: 1446 yılındaki Buçuktepe Ayaklanması. Yeniçeriler, çocuk yaştaki Fatih Sultan Mehmet’in tahttan uzaklaştırılmasını sağlayan Sadrazam Çandarlı Halil Paşa'nın kullandığı bir araç oldular. Bu, sadakatin padişahtan, kurucuları olan Sadrazam gibi güçlü kurumsal figürlere kayabileceğini gösteren ilk önemli siyasi krizdir.

İlk kırılma: Merkeziyetçiliği güçlendiren bir araçtı, ancak üzerlerine hesap yapılan siyasi bir güç olmaya başladılar.

2. Kurumsal Vesayetin Yükselişi (1453–1570)

Bu dönem, kurumsal çıkarın meşrulaştırılması ve siyasi iradeye zorla hükmedilmesi açısından kritiktir.

  • Cülusun Hakka Dönüşmesi: İstanbul'un fethiyle Yeniçeri'nin prestiji zirveye çıktı. Daha önce Sultan'ın lütfu (ihsanı) olan Cülus Bahşişi, Fatih Kanunnamesiyle resmen "hak" haline dönüştürüldü. Ücretler (ulufe) artırıldı. Bu, kurumun ekonomik taleplerini hukuki bir zorunluluğa çeviren dönüm noktasıdır.
  • Padişahın Zorla İndirilmesi: Fatih Sultan Mehmed’in ölümü üzerine 1481'de Cem Sultan taraftarı Sadrazam Karamanlı Mehmet Paşa’yı öldürerek II. Bayezid'in tahta çıkmasını sağladılar. Ancak, II. Bayezid'in 31 yıl süren, büyük savaştan kaçınan, Akıncıların ganimet seferleriyle yetinen barışçıl politikası, kendi ganimet geliri azalan Yeniçeri'nin hoşuna gitmedi. Yeniçeriler, 1512 yılında "savaş isterük" diyerek ayaklandılar ve II. Bayezid'i tahttan feragate zorladılar, yerine savaş yanlısı Yavuz Sultan Selim'i geçirdiler.
  • Zorunlu Savaş Doktrini: Yavuz Sultan Selim ve Kanuni Sultan Süleyman için savaş dışında seçenek kalmamıştı. Kurumun talebi, devletin siyasi stratejisini belirledi.
  • Kurumun Genişlemesi: Evlenme yasağının kısmen kaldırılması ve ardından Kuloğulları'nın (Yeniçeri çocukları) ocağa zorla kabul ettirilmesi, ocağın kalıtsal bir sınıf ve ekonomik tekelleri olan kapalı bir yapı haline gelmeye başladığını gösterdi.

Kırılma: Yeniçeri kurumsal vesayeti başladı. Sadakat artık Padişaha değil, ocağın kendi çıkarına ve bu çıkarı savunanlara kaygı.

3. Esnaflaşma ve Ekonomik Dönüşüm (1570–1650)

  • Ekonomik Çıkar Grubu: Devşirme dışı unsurların ocağa alınması ve Yeniçerilerin şehir esnafı ve lonca tekelinin parçası olması, kurumu askeri işlevden uzaklaştırdı.
  • Cülusun Haraca Dönüşümü: Cülus bahşişleri, başlangıçtaki lütuftan (ihsandan) yasal hakka (kanunname) ve nihayetinde zorla alınan bir haraca dönüşerek devlet üzerindeki mali baskıyı ağırlaştırdı.

Kırılma: Yeniçeri artık asker değil, ekonomik çıkar grubu idi.

4. Yeniçeri İsyanları ve Siyasal Kaos Dönemi (1622–1703)

Bu dönem, Yeniçeri Ocağı'nın sadece siyaset belirleyici değil, aynı zamanda merkezi otoriteyi fiziken yok edebilen bir oligarşiye dönüştüğünü gösterir.

  • Genç Osman'ın Katli (1622): Genç Osman (II. Osman), Ocağın çürümesini görerek, Yeniçeri’yi Anadolu’dan toplayacağı yeni ve sadık bir orduyla değiştirmeyi planladı. Bu plan, kurumun varlığına yönelik doğrudan bir tehditti. Yeniçeriler isyan ederek genç padişahı yakaladı ve Yedikule Zindanları'nda boğarak öldürdü. Bu olay, Yeniçeri tarihinde bir ilkti; padişahı tahttan indirmeye alışkın olan ocak, ilk kez bir padişahı doğrudan katletmişti. Bu eylem, kurumun mutlak itaatsizliğe ulaştığını, kurumsal çıkarın meşruiyetin ve liderin kutsallığının tamamen önüne geçtiğini kanıtladı.
  • Saray Darbeleri ve Ocak Vesayeti (1640–1700): Genç Osman'ın katlinden sonra Ocağın gücü doruğa çıktı. Bu dönemde padişahlar, Yeniçeri'nin keyfine bağlı olarak sıkça değiştirildi. Devlet, artık padişah tarafından değil, kurumun çıkarlarını savunan Sadrazamlar ve ocak ağaları tarafından yönetilen bir vesayet rejimi altında kaldı.
  • Edirne Vakası (1703): II. Mustafa, siyasi ve askeri otoritesini Edirne'ye taşıyarak merkezi otoriteyi yeniden kurmaya çalıştı. Ancak Yeniçeriler, ulufe alacaklarını ve siyasi otoriteyi İstanbul'da tutma taleplerini gerekçe göstererek isyan etti. II. Mustafa tahttan indirildi.

Kırılma: Devlet, Ocağı yönetmiyor; Ocak devleti yönetiyor.

5. Askeri Çürüme ve Reform Direnci (1700–1826)

Bu dönem, Yeniçeri Ocağı'nın devlete maliyeti, sunduğu faydadan çok daha fazla hale geldiğinde, kurumun varoluşsal olarak işlevsiz kaldığını gösterir.

  • Askeri ve Fonksiyonel Çöküş: Avrupa askeri devrimi karşısında Osmanlı Ordusu geri kaldı. Yeniçeriler, esas görevleri olan seferlere çıkmayı giderek reddetti ve şehir içinde esnaf, zorba ve tefeci olarak statülerini korumaya odaklandı. Kurumsal çıkarlarının zedelenmesi (beğenmedikleri cülus, yetersiz gördükleri ulufe, geciken savaş ve yağma) ayaklanmaları için yeterliyken esnaflaşma ve tefecilik yapmaya başladıktan sonra her ekonomik dalgalanma ayaklanmalarına sebep olmaya başladı. Bu, Ocağın kuruluş amacından tamamen uzaklaşma anlamına geliyordu.
  • Patrona Halil İsyanı (1730): Bu isyan, sadece bir kalkışma değil, Osmanlı'nın Batı'ya açılma ve kültürel/siyasi modernleşme çabalarına karşı kurumsal tutuculuğun zaferiydi. Yeniçeri'nin desteklediği isyancılar, Lale Devri'nin tüm reformlarını ve yeniliklerini durdurdu. Bu olay, Ocağın geleneğin koruyucusu kisvesi altında, değişimin önündeki en büyük engel olduğunu kanıtladı.
  • Kabakçı Mustafa İsyanı (1807): III. Selim’in Nizam-ı Cedid’inin Yok Edilmesi. Padişah III. Selim, askeri reformun kaçınılmaz olduğunu görerek, Yeniçeri'ye paralel, modern ve disiplinli bir ordu olan Nizam-ı Cedid'i (Yeni Düzen) kurdu. Bu, Ocağı yavaşça tasfiye stratejisiydi. Yeniçeriler, bu varoluşsal tehdide karşı Kabakçı Mustafa önderliğinde isyan etti. Nizam-ı Cedid'in subayları ve askerleri katledildi, reformlar tamamen yok edildi ve III. Selim tahttan indirildi (sonrasında öldürüldü). Bu, II. Mahmut reformlarının öncülünün, kurumun şiddetli tepkisiyle fiziksel ve siyasi olarak tasfiye edilmesiydi.

Kırılma: Yeniçeri artık modernleşmenin önündeki sistemik engel idi. Kendileri çürürken devleti de öldürüyorlardı.

6. 1826 Vak‘a-i Hayriye – Son

  • Bu olay, kurumsal vesayetin sadece siyasi güçle değil, aynı zamanda hukuki ve dini meşruiyetle desteklenen radikal bir eylemle kırılabileceğini gösterdi.
  • II. Mahmud’un Hazırlığı: Padişah II. Mahmud, kendisinden önceki III. Selim ve Genç Osman'ın kurumsal direniş karşısındaki trajik sonlarından ders aldı. O, reformu denemeden önce, Ocağa karşı kullanacağı koalisyonu kurdu. Bu koalisyonun kilit noktaları:
    • Hukuki Meşruiyet (Ulema): Reformun sadece siyasi değil, İslami ve hukuki olarak da zorunlu olduğuna dair fetva alarak Ulema'yı tamamen yanına çekti.
    • Sadık Askeri Güç: Yeniçeri'ye paralel, modern ve sadık birlikleri dikkatlice ve gizlice organize etti.
  • Tasfiye Anı: II. Mahmud, Eşkinci Ocağını kurarak Yeniçeri'yi isyana teşvik edecek bir hamle yaptı. Ocak, beklenen isyanı başlattığında, Padişah ve Ulema, derhal Ocağın feshedildiğine dair fetvayı yayınladı. Bu, isyancıları bir kurumsal güç olmaktan çıkarıp, devlete karşı gelmiş kanunsuz bir topluluk durumuna düşürdü.
  • Nihai Sonuç: Yeniçeri kışlaları, Padişah'a sadık olan topçu birlikleri tarafından yoğun ateş altına alındı. Binlerce Yeniçeri öldürüldü veya idam edildi. Ocak kapatıldı ve kurumun adı ve hafızası tarihten silindi. Yeniçeri'nin yerine, doğrudan Padişah'a bağlı modern ordu (Asakir-i Mansure-i Muhammediye) kuruldu. Bu, yüzlerce yıllık kurumsal vesayetin geri dönülmez bir şekilde ortadan kaldırılması anlamına geliyordu.

Final Mantık: Ocak, kuruluş amacı olan saltanatı korumak yerine saltanatı tehdit eden bir oligarşiye dönüşmüştü. II. Mahmud, bu kurumsal canavarı, sadece askeri güçle değil, hukuki ve dini meşruiyetin koalisyonuyla yok etti..

III. ABD ASKERİ-ENDÜSTRİYEL KOMPLEKSİ: KRİTİK EŞİKLER (1945–Günümüz)

1. Savaş Ekonomisinin Kalıcılaşması (1945–1950)

Bu dönem, ABD'nin barış zamanı ekonomisi modelinden, kalıcı savaş ekonomisi modeline geçtiği, AEK'nın hukuki ve kurumsal temellerinin atıldığı kritik bir eşiktir.

  • Devasa Üretim Kapasitesinin Mirası: ABD, II. Dünya Savaşı'ndan muazzam bir üretim kapasitesiyle çıktı. Bu kapasite, sadece savaş kazanmak için değil, aynı zamanda sürekli istihdam ve ekonomik büyümeyi sürdürmek için de bir zorunluluk haline geldi. Yeniçeri'nin varlığı için nasıl sürekli ganimet (savaş) zorunluysa, ABD sanayii için de sürekli üretim (askeri harcama) zorunlu hale geldi.
  • Ulusal Güvenlik Yasası (National Security Act of 1947): Bu yasa, ABD tarihindeki en önemli kurumsal dönüm noktalarından biridir. Savaş zamanı kurumlarını barış zamanına taşıyarak askeri bürokrasiyi kalıcılaştırdı. Yasa ile oluşturulan temel yapılar şunlardır:
    • Pentagon (Savunma Bakanlığı): Savaş ve Deniz Bakanlıklarını birleştirerek devasa ve merkezi bir askeri yapı kuruldu. Bu, AEK'nın askeri kanadının omurgasını oluşturdu.
    • CIA (Merkezi İstihbarat Teşkilatı): Savaş sırasında kurulan gizli servis birimlerini tek çatı altında toplayarak kalıcı ve özerk bir istihbarat mekanizması yarattı. Bu, sürekli tehdit anlatısını üretme ve takip etme yeteneğini kurumsallaştırdı.
    • NSC (Ulusal Güvenlik Konseyi): Askeri ve diplomatik kararları birleştiren, lideri (Başkanı) danışmanlar ve bürokratlarla çevreleyen bir karar alma mekanizması tesis edildi.
  • Askeri Bürokrasi Kalıcılaştı: Yeniçeri Ocağı'nın devşirme sistemiyle kurulan kalıcı askeri sınıfı gibi, bu yasayla da ABD'de kalıcı bir üst düzey askeri ve sivil güvenlik bürokrasisi yaratıldı. Bu bürokratlar, kendi kurumlarının hayatta kalması için sürekli bütçe ve geniş yetkiler talep eden bir kurumsal çıkar grubuna dönüştüler.

Kırılma: ABD ilk kez “sürekli seferberlik devleti” oldu. Barış zamanında bile savaş odaklı kurumsal yapı ve ekonomik mantık devletin ana işleyiş biçimi haline geldi.

2. Soğuk Savaşın Demir Ekonomisi (1950–1991)

(a) Kore Savaşı (1950–53): AEK’nın İlk Hız Testi

Kore Savaşı, 1947 Ulusal Güvenlik Yasası ile kurulan "sürekli seferberlik devleti" yapısının ilk büyük ve ani testi oldu. Soğuk Savaş'ın vekillerle sıcak çatışmaya dönüşmesi, AEK'nın artık teorik bir yapı değil, hayati bir zorunluluk olduğunu kanıtladı.

  • Savunma Bütçesi Tekrar Devleşti: Savaş öncesinde hala bir miktar "Barış Temettüsü"(1) baskısı hisseden savunma bütçesi, Kore Savaşı ile birlikte katlanarak büyüdü. 1950'de GSYİH'nın yaklaşık %5'i olan savunma harcamaları, savaş sırasında hızla %14'e kadar tırmandı. Bu ani ve büyük artış, savunma sanayinin ve askeri bürokrasinin kalıcı ve büyük kaynak talebinin meşruiyetini sağlayarak, bir daha düşüşe geçmeyecek bir harcama eğilimini başlattı.
  • Sanayi–Ordu Bağı Güçlendi: Savaş, devasa miktarda teçhizat, mühimmat ve personel gerektirdi. Hükümet, General Dynamics, Lockheed ve Boeing gibi büyük şirketlere uzun vadeli, garantili ve yüksek kârlı sözleşmeler akıttı. Bu, sivil sanayinin askeri harcamalara olan ekonomik bağımlılığını artırdı ve Pentagon, Kongre ve Savunma Sanayii'nden oluşan "Demir Üçgen"in mali ve siyasi temellerini sağlamlaştırdı.

Kırılma: Kore Savaşı, AEK'nın sadece bir bürokratik yapı değil, ABD'nin ekonomik ve stratejik yönelimini belirleyen kalıcı, büyük ölçekli bir program olduğunu kanıtladı…

(b) U2 Krizi: Barışı Gömen Kurumsal Özerklik

Mayıs 1960'ta, ABD Hava Kuvvetleri'ne ait U-2 casus uçağının Sovyetler Birliği üzerinde düşürülmesi, dönemin ABD Başkanı Dwight D. Eisenhower'ın Sovyet lider Nikita Kruşçev ile yapacağı ve Soğuk Savaş'ta gerginliği azaltmayı amaçlayan Paris zirvesini sabote etti. Eisenhower'ın bilgisi dışında (veya kurumsal mekanizmaların baskısıyla) gerçekleştirilen bu uçuş, diplomatik çabaları kurumsal çıkar ve özerklik uğruna feda etti. Bu olay, AEK'nın henüz tam kurulmadan bile, barış isteyen bir liderin iradesine karşı kendi operasyonel mantığını ve sürekli gözetim doktrinini uygulayabildiğini gösteren erken bir kanıttır. Bu durum, Eisenhower'ın veda konuşmasında yapacağı ünlü "Askeri-Endüstriyel Kompleks" uyarısının ne kadar gerçekçi ve kişisel bir deneyime dayandığını kanıtlamaktadır.

(c) Eisenhower’ın uyarısı (1961)

AEK'nın yükselişini bizzat görmüş olan 5 yıldızlı General ve Başkan Dwight D. Eisenhower, 17 Ocak 1961'deki veda konuşmasında, modern devlet içindeki bu yeni "Yeniçerilik" tehdidine karşı tüm dünyayı uyarmıştır. Bu alıntı, kurumsal gücün lider iradesi üzerindeki en açık modern tespiti olarak kabul edilir:

“Bu olağanüstü boyuttaki askeri yapı ile devasa silah sanayisinin aynı anda meydana gelmesi Amerika tarihinde ilk kez görülen bir durumdur. Ekonomik, siyasi ve hatta ruhani ortamda ortaya çıkan toplam etki her kentte, her devlet kurumunda, federal hükümetin her bölümünde hissedilmektedir. [...] Bilerek veya bilmeyerek yapılsın, Askeri-Endüstriyel Kompleksin hükümet kurumları içinde kanuni dayanağı olmayan etkilerine izin verilmemelidir. İktidarda yaşanacak olası bir yanlış güç dengesi felakete yol açacaktır. Bu birleşimin özgürlüklerimizi veya demokratik süreçlerimizi tehlikeye atmasına izin vermemeliyiz. Hiçbir şeyi sorgusuz sualsiz kabul etmemeliyiz. Sadece uyanık ve bilgili bir yurttaş toplamı devasa sanayi ve askeri altyapısının bu gelişimine barışçıl yöntemlerle karşı koyabilir, ancak bu sayede güvenlik ve özgürlük bir arada gelişebilir.” (2)

Eisenhower, tıpkı Osmanlı padişahları gibi, kurumsal mecburiyetin getirdiği riskin farkındaydı ve bu gücün, ulusal çıkarların önüne geçme potansiyeline karşı uyarıyordu.

(d) Vietnam Savaşı (1965–73): AEK’nın Güç Konsolidasyonu

Vietnam Savaşı, Kore Savaşı'nın başlattığı kalıcı savunma harcaması eğilimini geri dönülmez bir seviyeye taşıyan ve AEK'nın siyasi gücünü zirveye çıkaran uzun soluklu bir çatışma oldu.

  • Silah Şirketleri Gücünün Zirvesi: Kore Savaşı'nda olduğu gibi, Vietnam Savaşı da savunma sanayiine devasa, uzun süreli ve garanti edilmiş gelir akışı sağladı. Savaşın doğası (hava bombardımanları, lojistik operasyonlar ve geniş çaplı teçhizat kullanımı) Lockheed Martin, General Dynamics ve Boeing gibi büyük silah şirketlerinin kârlılığını ve üretim kapasitesini doruğa çıkardı. Bu, AEK'nın endüstriyel kanadının mali gücünü kalıcı olarak sağlamlaştırdı.
  • Kongre’nin Savunma Yatırımlarına Bağımlılığı: Silah şirketleri, fabrikalarını ve taşeronlarını ülke geneline, özellikle kilit Kongre üyelerinin temsil ettiği eyalet ve bölgelere yaydı. Bu durum, Kongre üyeleri için savunma harcamalarına oy vermeyi sadece ulusal güvenlik meselesi değil, aynı zamanda kendi bölgelerindeki istihdamı ve ekonomik refahı koruma zorunluluğu haline getirdi. Kongre, böylece fiilen savunma yatırımlarına bağımlı hale gelerek, AEK'nın siyasi kanadının gücünü pekiştirdi.
  • AEK'nın Hukuki Savunması: Savaşın tartışmalı ve uzun sürmesi, Pentagon ve istihbarat kurumlarının operasyonel özerkliğini koruma çabalarını artırdı. Liderlerin (Başkanların) savaş yönetimine karşı eleştirileri arttıkça, kurumlar kendi doktrinlerini ve kararlarını savunmak için daha kapalı ve özerk hareket etme eğilimine girdi.

Kırılma: Vietnam Savaşı, AEK'nın geri çevrilemez bir yapıya dönüştüğünü ve "Demir Üçgen"in (Pentagon, Kongre, Sanayi) ABD siyasetini kalıcı olarak etkileyecek güce eriştiğini gösterdi. Bu, savaşın sonu değil, AEK'nın altın çağıydı

(e) Stratejik Silahlanma Çağı

Vietnam Savaşı'nın ardından gelen Stratejik Silahlanma Çağı, Soğuk Savaş'ın son perdesiydi ve AEK'nın sadece büyük değil, aynı zamanda kalıcı ve dokunulmaz bir yapıya dönüşmesini sağlayan teknolojik ve mali mekanizmaları tesis etti.

  • Nükleer Rekabet ve Kalıcı Bütçeler: ABD ile Sovyetler Birliği arasındaki nükleer silahlanma yarışı, karşılıklı kesin yıkım (Mutually Assured Destruction - MAD) doktrinine dayalıydı. Bu doktrin, her iki tarafın da nükleer yeteneklerini sürekli güncel tutmasını gerektiriyordu. Bu, Pentagon için sınırsız ve sorgulanamaz bir bütçe kalemi yarattı. Zira nükleer caydırıcılık, "ulusal güvenliğin" en temel direğiydi ve bu bütçeyi sorgulamak, ülkenin varoluşunu tehlikeye atmak anlamına geliyordu. Bu durum, AEK'nın finansmanını kurumsal bir zorunluluk haline getirdi.
  • Uzay Programı ve Dev Şirketler: Sovyetler'in 1957'de Sputnik'i fırlatmasıyla başlayan Uzay Yarışı, savunma sanayii ile sivil teknolojiyi (NASA aracılığıyla) birleştirdi. Uzay programı, savunma şirketlerine sadece silah üretimi değil, aynı zamanda yüksek teknoloji araştırma ve geliştirme (AR-GE) fonları sağladı. Bu, AEK'yı sadece askeri bir güç olmaktan çıkarıp, ulusal bilimsel ve teknolojik ilerlemenin de motoru haline getirdi. Şirketler (örneğin Rockwell, General Electric), devletin en büyük AR-GE ihalelerini alarak devasa ve tekelci yapılara dönüştüler.
  • Pentagon – Kongre – Sanayi Üçgeninin Tamamlanması: Kore ve Vietnam savaşlarının temellerini attığı bu üçlü ilişki, bu çağda tam anlamıyla kurumsallaştı.
    • Pentagon (Askeri Bürokrasi), sürekli olarak yeni tehditler ve doktrinler üreterek bütçe talebini haklı çıkardı.
    • Sanayi (Dev Şirketler), Kongre'deki kilit bölgelere istihdam ve yatırım yaparak, lobilere büyük bütçeler ayırarak siyasi etki sağladı.
    • Kongre (Siyasi Destek), kendi bölgelerindeki istihdamı korumak için (Savunma Şirketlerinin çıkarı) gelen bütçe taleplerini onayladı. Bu "Demir Üçgen" (Iron Triangle), AEK'nın siyasi vesayet mekanizmasını oluşturdu.

Kırılma: AEK, geri çevrilemez bir yapıya dönüştü. Kurumun varlığı, artık sadece savaşla değil, teknolojik üstünlük ve ekonomik zorunlulukla da meşrulaştırılıyordu. Bu, AEK'nın maliyetini devlete mutlak bir gereklilik olarak dayatma yeteneğini günümüze dek sağlamlaştırdı.

3. Soğuk Savaş Sonrası: Düşman Yok, Sistem Krizde (1991–2001)

  • Soğuk Savaş'ın sona ermesi, AEK için bütçe kesintileri ve misyon kaybı tehdidiyle karakterize edilen, tıpkı Yeniçeri'nin uzun barış dönemlerinde yaşadığına benzer bir kurumsal daralma dönemi başlattı.
  • Savunma ve CIA Bütçesi Azaldı: Sovyetler Birliği'nin dağılmasıyla birlikte, ABD'de Kongre ve kamuoyu "Barış Temettüsü" (Peace Dividend) beklentisi içine girdi. Bu beklenti, savunma bütçelerinin reel olarak azalmasına ve CIA gibi istihbarat kurumlarının ödeneklerinin ve yetkilerinin kısıtlanmasına neden oldu. Bu durum, AEK'nın temel besin kaynağı olan sürekli yüksek harcamaların kesilme tehlikesini yarattı.
  • NATO Genişlemesi ve Pazar Arayışı: ABD ve müttefikleri, eski Doğu Bloku ülkelerini NATO'ya dahil ederek ittifakı genişletti. Bu genişleme, savunma sanayii için yeni üye ülkelerin NATO standartlarına uygun silah ve teçhizat alması zorunluluğunu doğurarak yeni bir pazar yarattı. Ancak bu yeni pazar, Soğuk Savaş sırasında kaybedilen devasa bütçe hacmini doldurmakta yetersiz kaldı.
  • ABD Küresel "Polis Gücü" Rolü: AEK, varlığını haklı çıkarmak için "küresel polis gücü" rolünü üstlenmeye çalıştı. Somali ve Bosna gibi küçük müdahalelerle operasyonel yetkinliğini sürdürmeye çalışsa da, bu operasyonlar sürekli seferberlik devleti mantığını sürdürecek büyüklükte veya meşruiyette değildi. Bu dönemde AEK, yeni ve büyük bir düşman arayışı içindeydi.
  • AEK'nın Varoluşsal Krizi: Bu dönemde beklenen "Barış Temettüsü," AEK için bir varoluşsal krize dönüşmüştü. Dünyanın dört bir yanına dağılmış ABD üslerinin kapanması, Donanma'nın küçülmesi ve askeri altyapı programlarının durdurulması riski, AEK'nın gelirlerini ABD tüketimi bakımından azaltacak; savaşların olmaması sebebiyle ABD dışı tüketim de düşecekti. Bu durum, AEK'nın kurumsal varlığını ve sürekli angajman doktrinini tehdit ediyordu. Tıpkı Yeniçeri'nin II. Bayezid döneminde barış nedeniyle yaşadığı mali daralma gibi, AEK de mali iflas ve kurumsal küçülme riskiyle karşı karşıyaydı.

Kırılma: AEK, düşman yokken küçülme krizine girdi. Kurum, varlığını korumak için yeni bir mali ve ideolojik şoka acilen ihtiyaç duyuyordu.

4. 11 Eylül ve Sonsuz Savaş Doktrini (2001–2016)

  • George W. Bush Barış söylemi ile Başkan oldu, ancak 11 Eylül saldırıları AEK’nın imdadına yetişti ve Bush, sonsuz savaşın kapısını açmak zorunda kaldı.
  • Saldırının hedefleri (Pentagon ve Dünya Ticaret Merkezi) ABD'nin kurumsal güç mimarisinin kilit noktalarıydı. Saldırı, Barış Temettüsü ile daralmaya yüz tutan AEK’ye, sürekli bütçe  ve güvenlik adına muhalefetin sıfırlandığı bir ortam sağladı. Saldırıyı düzenleyenlerin geçmişte Afganistan’da CIA ve NATO ile çalışmış "eski tanıdıklar" olması, kurumun kısa vadeli çıkar uğruna uzun vadeli güvenlik risklerini beslediğini gösteren çarpık kurumsal mantığı ortaya çıkardı.
  • “Terörle Savaş” → sınırsız bütçe
  • Irak + Afganistan: 2,4 trilyon dolar (genelde 8 trilyon dolar) harcandı.
  • Özel askeri şirketler doğdu (Blackwater vb.).

Kırılma: ABD “sürekli savaş rejimi”ne geçti. AEK etkisini vesayet boyutuna taşıdı. AEK’nin etkisi ve kazancı büyüyordu ama devletin borcu da büyüyordu.

5. Trump ve Kurumsal Direnç

  • Trump’ın 2018’de Suriye’den çekilme kararı AEK tarafından durduruldu. Bu, vesayete ilk ciddi itirazdı ve vesayetin de ilk sınavıydı. III. Selim’in Nizam-ı Cedid reformlarına karşı çıkan Kabakçı Mustafa İsyanı gibi, bu karar da Savunma Bakanı Mattis'in istifası ve Pentagon'un pasif direnci ile engellendi.
  • Savunma bütçesi rekor kırmaya devam etti.
  • Pentagon’un başkana rağmen hareket edebildiği görüldü.
  • Ancak, AEK vesayetinin ilk büyük geri adımı da yaşandı: Trump'ın her şeye rağmen imzaladığı Afganistan’dan çekilme anlaşması, Biden döneminde uygulandı ve AEK için utanç verici bir stratejik yenilgi oldu. Bu, Başkanlık makamının, kurumun istediği sonsuz savaş dogmasına karşı durabildiğini gösterdi. Ancak AEK, bu yenilgiye rağmen 2025 sonu itibariyle Suriye'den çıkmamakta direniyor.
  • İkinci kez seçilen Trump 2025’de bu kurumsal dirence karşılık olarak, üst düzey askeri personeli (general ve amiralleri) toplayıp onlara “iç düşmana (enemy within) karşı hazır olmalıyız” şeklinde hitap etmesi, AEK’nin yerleşik doktrinlerine karşı sadakati konsolide etme çabasıydı. Bu, liderin II. Mahmut stratejisi için sadık askeri uygulama gücünü toplamaya başladığını gösteren, kurumsal normlara meydan okuyan bir hazırlık sinyalidir.

Kırılma: AEK, devlet başkanını sınırlayabilen bir kurumsal aktör olduğunu kanıtladı.

6. Yeni Soğuk Savaş: Çin Rekabeti (2020–Günümüz)

Afganistan çekilmesi ve terörle savaşın etkisini yitirmesiyle birlikte, AEK'nın sürekli seferberlik ve bütçe zorunluluğunu korumak için yeni bir büyük güç tehdidine ihtiyacı vardı. Çin Halk Cumhuriyeti, AEK'nın tüm gereksinimlerini karşılayan, teknolojik, ekonomik ve askeri açıdan küresel bir rakip olarak hızla bu rolü üstlendi.

  • Tehdit Söylemi ve Bütçe Zorunluluğu: Çin'in yükselişi, sadece askeri bir tehdit değil, aynı zamanda teknolojik, siber ve ekonomik bir tehdit olarak sunulmaktadır. Bu durum, AEK'nın bütçe taleplerini sadece savaş değil, teknolojik üstünlük gereksinimi üzerinden meşrulaştırmasını sağlamaktadır.
  • Dev Bütçelerin Sürekliliği: Tehdit söylemi, bütçeleri yukarı taşımaya devam ediyor. ABD Temsilciler Meclisi'nde onaylanan 2026 savunma bütçesinin 901 milyar dolar olması, AEK'nın finansal gücünü koruduğunu gösterir. Bu iç bütçeye ek olarak, AEK, Avrupa'nın (Rusya tehdidi) ve Körfez'in (İran tehdidi) güvenlik endişelerini kullanarak bu bölgelere rekor düzeyde silah ve askeri teknoloji satışı gerçekleştirerek gelir akışını çeşitlendirmektedir. Bu dış satışlar, ABD içerisindeki üretim tesislerinin kapanmasını önleyen ve Kongre üyelerinin desteğini pekiştiren ikincil bir besin kaynağıdır.

AEK, terörden büyük güç rekabetine geçiş yaparak varoluşsal zorunluluğunu yeniden kodlamıştır. AEK sadece bir endüstri değil, devletin stratejik yönelimini belirleyen yarı otonom bir güç bloğudur. AEK, artık bütçe ile yetinmeyen bir büyüklüğe ulaşmış, müttefiklerine de maliyet/borç yüklemeye başlamıştır. AEK, sadece ABD ulus devleti için değil müttefikler için de beka meselesi haline gelmiştir.

IV. EKONOMİK ÇARPIKLIK: MALİYET TOPLUMSAL, KÂR KURUMSAL

İki kurumun ekonomi-politiği çarpıcı biçimde aynıdır: Maliyetin toplumsallaştırılması, kârın ise özelleştirilmesidir. Yeniçeri'nin ulufe ve cülus sistemi Osmanlı'yı mali krize sürüklerken, AEK, ABD'yi 38 trilyon doları aşan ulusal borç batağına atmıştır.(3) AEK’nın finans kapital ayağı için savaş ve kriz döngüsü, faiz oranlarını ve risk algısını artırarak, sürekli yüksek harcama ve dolayısıyla sürekli borçlanmayı garanti eden ana kâr mekanizmasıdır. ABD Hazinesinin 1 trilyon doları aşan yıllık faiz ödemeleri, doğrudan bu finansal kuruluşlara akarak, Yeniçeri'nin zorla aldığı cülus bahşişinin modern ve devasa karşılığı haline gelir. Sonsuz savaş döngüsünü kırmak Wall Street ve City of London gelirlerini de kısıtlamak demektir.

Bu durum Joseph Schumpeter’in “fiscal sociology”  (Mali Sosyoloji) teziyle örtüşür:

Schumpeter’in temel fikri şudur (1918 “Die Krise des Steuerstaats” ve 1954’teki “The Crisis of the Tax State”):

  1. Devlet, esasen bir vergi toplama makinesi olarak doğar ve varlığını sürdürür.
  2. Vergi kapasitesi, devletin yapısal sınırlarını belirler.
  3. Savaş → büyük harcama → yeni vergiler → yeni idari yapılar → yeni sınıflar yaratır.
  4. Bir devlet, vergi kapasitesini aşan harcamalar yapmaya başladığında (özellikle sürekli savaş harcamaları), ya krediyle borçlanır ya da çöker.
  5. Modern kapitalist devletin krizi de tam burada başlar: “vergi devleti” → “borç devleti”ne dönüşür ve sonunda vergi tabanını yok eder.

Şimdi bunu iki yapıya uyguladığımızda:

1. Osmanlı – Yeniçeriler

Schumpeter’in özeti:“Devlet, kendi yarattığı askeri sınıfı beslemek için vergi kapasitesini aştı → mali kriz → siyasi kriz → çöküş.”

2. ABD – AEK

Schumpeter’in ABD için 2025 yorumu ne olurdu? “Amerika, vergi devletinden tamamen borç devletine geçti. Askeri-endüstriyel kompleks, Osmanlı Yeniçerileri gibi, devletin vergi kapasitesini aşan bir harcama kalemi haline geldi. Borç devleti, bir süre daha ayakta kalabilir (çünkü dolar rezerv para), ama mali kriz er ya da geç siyasi krize dönüşür. Ya AEK radikal bir şekilde tasfiye edilecek (Amerikan Vaka-i Hayriyesi), ya da sistem yavaş yavaş çürüyecek ve Roma/Osmanlı gibi çökecek.” İkisinde de aynı cümle geçerli: “Devlet, kendi yarattığı canavarı artık besleyemiyor.” Trump yönetiminin maliyeti müttefiklere (NATO, Avrupa, Körfez, Japonya, G.Kore vd) yayma çabası, ekonomiye son bir refleksle verilen can suyudur.

Bu tarihsel ve ekonomik paralellikler, modern devlet kuramının ileri sürdüğü temel önermelerle doğrudan örtüşür. Modern devletin işleyişi, liderin görünür gücünden çok, kurumsal mekanizmaların özerk ve yapılandırıcı etkisiyle şekillenir. Max Weber’in tanımıyla devlet, meşru şiddet tekelini elinde bulundururken, bürokratik ve askeri kurumlar aracılığıyla bu gücü işler ve sınırlar; yani lider, kurumların kuralları ve rutinleri çerçevesinde hareket eder. Joseph Schumpeter’in ekonomik perspektifi, özellikle savaş ve seferberlik sistemlerinin devlet bütçesini ve politika tercihlerini yönlendiren kurumsal çıkarları görünür kılar. Samuel Huntington ve James Q. Wilson gibi siyaset bilimciler de askeri ve bürokratik yapıların politik süreçlerde bağımsız ve otonom rol oynadığını vurgular. AEK kuramsal çerçeveyi lider ve sistem üzerinde vesayet kurarak aşar.

Modern devlette kurumların varlığı ve işlevi yadsınamaz; demokratik sistemlerde siyasal irade, halk adına karar alma yetkisini seçilmiş meclisler ve yürütme organları aracılığıyla kullanır. Devlet politikalarının meşruiyeti, bu seçilmiş aktörler tarafından belirlenmesine, kurumların ise bu politikaları uygulayan teknik ve bürokratik araçlar olarak işlemesine dayanır. Ancak AEK, bu kuramsal çerçevenin dışına çıkarak, yalnızca uygulayıcı bir yapı olmaktan uzaklaşmış; kendi kurumsal çıkarları doğrultusunda politika üretme ve bu politikaları seçilmiş liderlere ve devlet kurumlarına fiilen dayatma kapasitesi kazanmıştır. Bu durum, demokratik temsil ile kurumsal işlev arasındaki dengeyi bozmakta ve AEK’yı meşru bir devlet aygıtı olmaktan ziyade, siyasal irade üzerinde vesayet kuran özerk bir güç odağına dönüştürmektedir

Bu kurumsal mantık, tarihsel ve modern örneklerde somutlaşır: Osmanlı Yeniçeri Ocağı başlangıçta padişahın otoritesini güçlendiren bir araç iken, ekonomik bağımsızlık ve siyasal etkisi arttıkça devleti kendi çıkarları doğrultusunda şekillendiren bir güç haline gelmiştir. Benzer şekilde ABD Askeri-Endüstriyel Kompleksi; Pentagon, savunma sanayii ve Kongre üçgeni aracılığıyla başkanın kararlarını sınırlar ve devletin stratejik yönelimini kurumsal mantıkla belirler. Dolayısıyla, devletin ve liderin gücü, siyasal iradeden ziyade, kurumsal çıkar ve yapısal mekanizmaların etkisinde şekillenen bir olgudur.

Dış Politikanın Araçsallaşması: Demokrasi İhracının Sert Yüzü

Vesayetçi kurumsal yapı, ABD’nin yalnızca iç siyasal karar alma süreçlerini değil, dış politikanın araç ve amaçlarını da belirleyici hale getirmiştir. AEK ve onunla bütünleşmiş finansal ağlar, ABD dış politikasında “demokrasi ihracı” söylemini normatif bir idealden ziyade, sürekli askeri angajmanı ve harcamayı meşrulaştıran işlevsel bir araç haline dönüştürmüştür.

Bu çerçevede demokrasi; diplomasi veya kurumsal inşa yoluyla değil, ağırlıklı olarak istihbarat operasyonları (CIA) ve askeri müdahaleler (Pentagon) üzerinden gündeme gelmekte, böylece dış politikanın araçları fiilen amaçların yerine geçmektedir. AEK kendi bildiği yolla demokrasi ihraç ediyor: savaş ve darbe. AEK’nın çıkarları korunup geliştirilirken, maliyet ABD’nin imajına yüklenmektedir.

Askeri Kurumların Finansallaşması ve Borç Temelli Çıkar Birlikleri

Osmanlı Yeniçeri Ocağı ile modern AEK arasında dikkat çekici diğer bir yapısal benzerlik, askeri kurumların borçlanma ve finansal aracılık mekanizmalarına eklemlenmesi üzerinden ortaya çıkmaktadır. 1492 sonrası İspanya’dan Osmanlı topraklarına yönelen Yahudi göçü, imparatorluğun para, kredi ve faiz temelli ekonomik ilişkilerle temasını derinleştirmiş; bu süreç, özellikle nakit ulufe alan Yeniçerileri faizli finansal ağlara dahil etmiştir. Böylece Yeniçeri Ocağı, yalnızca askeri değil, ekonomik dalgalanmalara duyarlı bir finansal aktör niteliği kazanmıştır.

Bu dönüşüm, Yeniçerilerin çıkarlarını devlet maliyesinin istikrarından ziyade nakit akışının sürekliliğine bağlamış; ekonomik krizler, yalnızca toplumsal huzursuzluk değil, askeri sınıfın finansal çıkarlarını tehdit eden yapısal kırılmalar haline gelmiştir. Yeniçerilerin loncalar üzerindeki nüfuzu, bu bağımlılığı daha da derinleştirerek ekonomik daralmalar ile askeri ayaklanmalar arasındaki ilişkiyi güçlendirmiştir.

Benzer bir mekanizma, modern ABD’de AEK ile finans kapital (başta Wall Street olmak üzere, City of London gibi küresel merkezler) arasındaki ilişkide gözlemlenmektedir. Süreklilik arz eden savunma harcamaları, devleti ve toplumu artan ölçüde borçlandırırken; bu borçlanma düzeninden en yüksek kazancı finansal piyasalar elde etmektedir. Bu durum, askeri gücün yalnızca güvenlik politikalarının değil, borç temelli bir mali sistemin sürdürülebilirliğinin de dayanaklarından biri haline gelmesine yol açmaktadır.

Her iki tarihsel bağlamda ortak olan unsur, askeri kurumların savaş talebinden ziyade, barış dönemlerinde dahi harcama ve borçlanma rejiminin devamını zorunlu kılan kurumsal bir rasyonalite üretmesidir. Bu yapı, askeri vesayetin yalnızca silah gücüyle değil, finansal çıkar koalisyonları aracılığıyla da kurumsallaştığını göstermektedir.

V. FATİH SULTAN MEHMED ÖRNEĞİ: İKİNCİ GELİŞTE DÜZENİ YENİDEN KURMAK

Liderlerin tarih sahnesine ikinci kez dönmeleri nadirdir; fakat tarihte bu geri dönüşün en dramatik ve dönüştürücü örneklerinden biri Fatih Sultan Mehmed’dir. İlk saltanatında (1444–1446) genç, deneyimsiz ve devlet içi güç dengelerine karşı kırılgan bir figürdü. Buçuktepe İsyanı ile tahttan indirildiğinde, bunu sadece bir iktidar kaybı değil, kişisel bir haksızlık ve kurumsal vesayet dayatması olarak gördü. Fatih’in ikinci gelişindeki sert kararlılık, işte bu kırılganlık hissinden doğdu.

Trump’ın siyasi psikolojisi buraya şaşırtıcı biçimde benzer. Trump da 2020 seçim kaybını, tıpkı Fatih’in 1446’daki tahttan indirilişini gördüğü gibi, bir hak gaspı olarak yorumladı. Seçim sonucunu yalnızca bir kayıp değil, “kendisine karşı kurulmuş bir düzenin tezgahı” olarak anlattı. Bu, onun 2024’teki dönüş stratejisinin motivasyonunu belirledi: “Geri dönmek” değil, “sistemi düzeltmek.”

Fatih Sultan Mehmed ikinci gelişinde üç temel adım attı:

  1. Meşru gücü halk değil, sonuç belirledi: Büyük bir zafer (İstanbul’un fethi) ile meşruiyetini tartışılmaz kıldı.
  2. Kurumsal vesayeti kesti: Yeniçeri üzerindeki sivil etkiyi temsil eden Çandarlı Halil Paşa’yı idam ettirerek ilk düzen kurucu hamleyi yaptı.
  3. Kurumu kendine bağladı: Yeniçeri Ocağı’nı kapatmadı; onu yeniden disipline ederek devlet hedeflerine uygun bir yapıya dönüştürdü.

Trump da ikinci gelişinde benzer şekilde üç adımı atıyor:

  1. Meşruiyet zaferi olarak gördüğü seçim başarısıyla geri döndü; bu, ilk kaybını “haksızlık” olarak gören kitleyi psikolojik olarak konsolide etti.
  2. Kurumsal vesayeti kırma hedefiyle (Pentagon, DOJ, FBI, bürokrasi) geniş çaplı bir yeniden yapılanma planı açıkladı.
  3. Kurumları kendine bağlama söylemiyle “sadakat testleri”, personel değişiklikleri ve doktrin revizyonlarını gündeme getirdi.

Bu paralellik bize şunu gösteriyor: Trump’ın ikinci geliş hikayesi, ABD siyasi tarihinde benzeri olmayan bir Fatih Sultan Mehmed örneğine dönüşüyor. İlk gelişinde sistemi öğrendi; ikinci gelişinde sistemi dönüştürmek için geliyor. Aradaki en belirgin benzerlik ise motivasyonun özünde yatıyor: Fatih Sultan Mehmed tahttan indirilmesini haksızlık olarak gördü. Trump da seçimi kaybetmesini hile, manipülasyon ve düzenin bir oyunu (haksızlık) olarak görüyor.

İki liderin siyasi psikolojisini birleştiren şey, ikinci gelişin sadece “iktidara dönüş” değil, bir intikam değil ama tarihsel misyonu yeniden tesis çabası olarak sunulmasıdır.

Fatih Sultan Mehmed, Buçuktepe sonrası geri dönüşünde devletin yüzlerce yıllık yönünü belirledi.
Soru şu: “Trump, ikinci gelişinde Amerika’nın Fatih Sultan Mehmed’i olabilir mi? Yoksa Cleveland gibi sadece gidip gelen bir başkan olarak mı kalacak?”

Fatih - Trump bağlamında önemli bir yapısal farkı not etmek gerekir: Fatih zamanında Yeniçeri Ocağı henüz vesayet mekanizmasına dönüşmemiş, kurumsal özerkliğini tam kazanmamış bir araç seviyesindeydi. Bu durum, Fatih'in kontrol sağlamasını kolaylaştırmıştı. Oysa Trump döneminde AEK, 80 yıllık bir birikimle devletin tüm hücrelerine nüfuz etmiş, köklü ve devasa bir vesayet odağı haline gelmiştir. Bu tarihsel asimetri nedeniyle Trump’ın, Fatih’in sergilediği türden mutlak bir kontrol sağlaması çok daha zordur ve yapısal engellerle çevrilidir

VI – TRUMP'IN DİĞER SEÇENEKLERİ

İlk yol Fatih Sultan Mehmed gibi kontrol altına almaktı.

İkinci Yol: II. Bayezid Olmak (Kurumsal Vesayete Boyun Eğme)

Bu, en hafif ve en olası sonuçtur.

  • Tarihsel Karşılığı: Yeniçeri'nin desteklediği oğluna (kurumsal güce) yenilerek tahtı bırakmaya zorlanan Padişah II. Bayezid.
  • AEK Karşısında: Başkanın, AEK'nin temel harcama prensiplerini ve küresel angajman doktrinlerini sessizce kabul etmesi. Bütçe artışı yapması ve kurumsal normları esas alan bir yönetim sergilenmesi.
  • Kaderi: Görünürde lider, ancak fiilen AEK'nin (Pentagon, Kongre, Lobi) gölgesinde hükmeden bir figür olmak. Lider, sistemin bir parçası haline gelir ve kurumsal çıkar mutlaklaşmaya devam eder. 2026 savunma bütçesindeki artış ve Savunma Bakanlığı’nın (Department of Defense) adının Savaş Bakanlığı (Department of War) olarak değiştirilmesi buna işarettir.

Üçüncü Yol: Genç Osman Olmak (Hızlı, Plansız ve Trajik Tasfiye)

Bu, en tehlikeli ve en trajik sonuçtur.

  • Tarihsel Karşılığı: Yeniçeri'yi tasfiye etmeye çalışırken, eylemlerini zamansız ve desteksiz bırakarak fiziksel olarak katledilen genç Padişah II. Osman.
  • AEK Karşısında: II. Mahmut'un hazırlığı olmadan (sadık kadro, hukuki meşruiyet ve koordineli planlama), AEK'ye karşı ani ve radikal hamleler yapmak (örneğin, büyük bir savunma programını apar topar, hukuksuz bir şekilde iptal etmek veya kilit isimleri toplu ve hukuki dayanaksız kovmak).
  • Kaderi: Siyasi olarak felç edilmek. AEK'nin hukuki, medyatik ve bürokratik direncinin kurbanı olmak; kurumsal meşruiyetini tamamen yitirmek ve görevden uzaklaştırılma tehdidi altında kalmak. Bu, reformun fiziksel değil, siyasi olarak yok edilmesidir.

Dördüncü Yol: II. Mahmut Olmak (Kademeli ve Geri Dönülmez Tasfiye)

Bu, en zorlu ve radikal başarı yoludur.

  • Tarihsel Karşılığı: Yeniçeri'yi tasfiye etmek için Ulema (hukuki meşruiyet) ve sadık birliklerle (kadro) hazırlanıp Vak'a-i Hayriye (Hayırlı Olay) ile kurumu bir günde geri dönülmez bir şekilde ortadan kaldıran Padişah II. Mahmut.
  • AEK Karşısında: II. Mahmut'un zaferini taklit etmek için, liderin siyasi meşruiyeti (seçim) arkasına alarak yıllara yayılan, hukuki zırhlı ve kademeli bir tasfiye planı uygulaması gerekir. Bu, "top atışını" tek bir günde değil, onlarca hukuki kararname ve yüzlerce personel değişikliği ile yapmak demektir. Amaç, AEK'yi besleyen bütçe ve personel kaynaklarını tamamen kesmektir. Ancak bunun getireceği ekonomik daralmayı karşılayacak yeni alanlar açmak ayrı bir program gerektirir.
  • Kaderi: Kurumsal vesayeti kırmak, devletin yönelimini liderin siyasi iradesine taşımak ve AEK'nin siyasi aktör olma gücünü kalıcı olarak yok etmek.

Trump'ın kader yolu, artık II. Mahmut olmaya zorlanmış bir yoldur. III. Selim'in başarısızlığından sonra (2018), bir sonraki reform denemesi ya II. Mahmut'un zaferine ya da Genç Osman'ın trajedisine dönüşmek zorundadır.  Trump’ın tekrar seçilmesi bir zaferdir ama bu, sadece bir başlangıçtır. Asıl mesele, II. Mahmut'un siyasi koalisyonunu toplayıp toplayamayacağıdır. Bu, Genç Osman kaderinden kaçınmak için hayati öneme sahiptir. 2024 seçimleri öncesi atlattığı suikast girişimleri, onu Genç Osman’ın kaderi ile yüzleştirdi ancak yolundan çeviremedi.

AEK'ye karşı modern II. Mahmut stratejisinin zorluğu: Hukuki ve demokratik kurumların varlığı nedeniyle tasfiye süreci uzundur ve bu süre zarfında AEK'nin karşı hamle yapma riski sürekli canlı kalır.

VII. SONUÇ

Yeniçeriler tarihten silindi, fakat “Yeniçerilik” — yani kurumsal çıkarın devlet aklının önüne geçmesi — modern devletlerde hâlâ yaşamaya devam ediyor. Osmanlı’da bu dinamik, yüzyıllar boyunca padişahların yetkisini sınırlamış, barışı imkansız kılmış ve nihayetinde devletin mali—siyasi çöküşünü hızlandırmıştı. Aynı kurumsal mantık bugün ABD’de Askeri-Endüstriyel Kompleks (AEK) biçiminde yeniden üretiliyor: Pentagon, savunma sanayii şirketleri, Kongre’deki bütçe komisyonları, istihbarat kurumları ve finans kapital arasındaki devasa çıkar zinciri, başkanların stratejik tercihlerini görünmez sınırlarla çevreliyor. Büyümek için savaşa ihtiyaç duymayan Silikon Vadisi ve yapay zeka şirketlerinin son zamanlarda AEK ile daha yakın çalışmaya başlamaları, hızla gelişen ve büyük finansal kapasitelere ulaşan bu sektörlerin sistemle uyumlaştırma çabaları olarak okunabilir.

Modern bir ABD Başkanı, dünyanın en güçlü ordusunun başkomutanı olabilir; fakat bu statü, tıpkı Osmanlı padişahının kılıç üzerindeki mutlak yetkisinin Yeniçeri Ocağı tarafından fiilen sınırlandırılması gibi, pratikte kurumsal otonomi tarafından daraltılmıştır.

Bugünkü AEK, Osmanlı Yeniçeri Ocağı’nın askeri etkinliğinin göreceli olarak azaldığı, fakat mali ve siyasal ağırlığının zirveye çıktığı XVII. yüzyıl ortası–XVIII. yüzyıl başı evresiyle benzerlik göstermektedir. Yeniçeri Ocağı'nın yaklaşık 460 yılda (veya vesayet zirvesine yaklaşık 300 yılda) ulaştığı kurumsal vesayet seviyesine, AEK yalnızca 80 yılda (1945-2025) erişmiştir.

Vesayetçi yapının ulaştığı bu nihai aşamada, AEK'nın küreselleşen çıkar ağları ile ABD ulus-devletinin çıkarları taban tabana zıt bir noktaya savrulmuştur. AEK büyüdükçe, ABD ulus-devleti zayıflamaktadır. Kurumun küresel çapta kurduğu askeri ve finansal ağlar, ABD bütçesini bir "borç devletine" hapsederken; ulusal kaynaklar toplumun refahı yerine sistemin sürdürülebilirliğine akıtılmaktadır. AEK, ABD’nin borçlanma kapasitesinin sınırına geldiğinin farkındadır ve son zamanlarda Trump eliyle, müttefiklerinin borçlanma kapasitelerini, büyümesinin motoru haline getirmeye başlamıştır. ABD’de kurduğu vesayeti ABD imkan ve kabiliyetleriyle dünyaya yayma çabasına yönelmiştir.

2018’deki Suriye’den çekilme emrinin Pentagon tarafından fiilen boşa düşürülmesi, Trump’ın başkan olarak AEK karşısında II. Bayezid misali bir “kurumsal gölge liderliği” yaşadığının en net göstergesiydi. 2024’te ikinci kez iktidara dönüşü ise, psikolojik ve siyasal açıdan Fatih Sultan Mehmed’in ikinci gelişini hatırlatan, “düzeni yeniden kurma” iddiasıyla şekillenmiş bir dönüş oldu.

Ancak tarih bize şunu söylüyor: Bir lider kurumsal vesayete meydan okuduğunda, önünde yalnızca üç gerçekçi kader vardır:

1. II. Bayezid’in Kaderi: Kurumsal vesayete boyun eğmek

2. Genç Osman’ın Kaderi: Zamansız ve desteksiz reform çabası ve trajik son

3. II. Mahmut’un Kaderi: Kademeli, meşru ve geri dönülmez tasfiye

Bu yol, tarihte çok nadir başarıya ulaşır.

II. Mahmut’un başardığı şey, bir “günlük darbe” değildi; yıllarca süren hazırlığın, meşruiyetin, koalisyon inşasının ve kurumsal mühendisliğin sonucuydu. AEK karşısında benzer bir sonuç, siyasi meşruiyet, kadro inşası, hukuki reform, bütçe denetimi, teknolojik alternatif üretimi gibi onlarca alanın eş zamanlı yönetilmesini gerektirir. Üstelik ABD’de demokratik ve dağınık kuvvetler ayrılığı yapısı nedeniyle bu yol Osmanlı’dan çok daha zorludur.

Nihai soru: Trump II. Mahmut olabilir mi, yoksa II. Bayezid olarak mı devam eder?

Bunun cevabı birçok değişkeni birlikte, başarılı bir şekilde yönetmeye bağlıdır: Trump, AEK’nin “besin kaynaklarını” kesecek mali–kurumsal koalisyonu kurabilir mi? Bütçeyi, personeli, lojistik zincirlerini, döner kapı mekanizmalarını (4), Kongre ve yargı destek ağını eş zamanlı kontrol etmeden, modern bir Vak‘a-i Hayriye mümkün değildir.

Şimdilik Trump, AEK’ya karşı söylemde sert ama eylemde uyumlu bir görüntü sergiliyor; örneğin rekor savunma bütçesi, Altın Kubbe Projesi, Avrupa ve Körfez ülkelerine silah pazarlama gibi adımlar bunu gösteriyor. Bireysel gücünü öne çıkarmaya çabası ise zayıflığını perdelemeye çalıştığının işareti olarak yorumlanabilir. Bu uyumun sistemin zorunluluklarından mı kaynaklandığını yoksa sert söyleminin popülist bir retorik mi olduğunu zaman gösterecek.

Bu makale bir Trump okuması değil, liderleri sınırlayan, yönlendiren ve gerektiğinde işlevsizleştiren kurumsal yapıların anlatısıdır. Osmanlı’da Yeniçeri Ocağı, ABD’de ise Askeri-Endüstriyel Kompleks, devletin güvenliğini sağlamak üzere doğmuş; fakat zamanla devletin yönünü tayin eden vesayet odağına dönüşmüştür.

Tarih, bu tür yapılarla yüzleşen liderler için seçeneklerin sınırlı olduğunu göstermektedir: Kurumsal vesayete uyum sağlamak, zamansız bir çatışmayla tasfiye edilmek ya da uzun süreli, meşruiyete dayalı ve geri dönülmez bir dönüşümü göze almak. İsimler değişir, rejimler değişir; fakat sonuç değişmez. Devlet, kendi yarattığı kurumsal mekanizmayı denetleyemediğinde, egemenliğini fiilen paylaşmaya başlar.

Bugün tartışılan mesele, bir başkanın kaderi değil; modern devletin, kurumsal çıkar ile siyasal irade arasındaki bu tarihsel gerilimi yönetip yönetemeyeceğidir.

 

 

Dip Notlar

(1) Barış Temettüsü (Peace Dividend): II. Dünya Savaşı’nın ardından ve daha belirgin biçimde Soğuk Savaş’ın sona erdiği 1990’lı yılların başında, büyük ölçekli askeri tehditlerin ortadan kalkmasıyla savunma harcamalarının azaltılabileceği ve bu kaynakların sosyal refah, altyapı ve ekonomik kalkınmaya yönlendirilebileceği yönündeki yaygın beklentiyi ifade eden kavramdır. 1945 sonrası bu beklenti, Sovyet tehdidinin hızla yükseltilmesi ve 1947 Ulusal Güvenlik Yasası ile kurumsallaşan sürekli seferberlik devleti nedeniyle gerçekleşmemiş; 1991 sonrası beklenti de benzer biçimde Askeri-Endüstriyel Kompleksin direnciyle kısa sürede boşa düşmüştür.

 (2) Başkan Dwight D. Eisenhower, 17 Ocak 1961'deki veda konuşması için link.   https://www.archives.gov/milestone-documents/president-dwight-d-eisenhowers-farewell-address  (Erişim tarihi 17 Aralık 2025)

(3) ABD Ulusal borç durumu https://fiscaldata.treasury.gov/americas-finance-guide/national-debt/ adresinde yer almaktadır. Buradaki diğer linklerden daha detaylı bilgi edinilebilir. (Erişim Tarihi: 17 Aralık 2025)

(4) Döner Kapı (Revolving Door) Mekanizması: AEK'yı besleyen en önemli sosyal bağ, üst düzey Pentagon yetkilileri, Kongre üyeleri ve Savunma Bakanlığı sivil bürokratlarının emekli olduktan hemen sonra General Dynamics, Boeing, Lockheed Martin gibi şirketlerde danışman, yönetici veya lobi görevlisi olarak işe başlamalarıdır. Bu mekanizma, devletteki görev süresi boyunca verilen kararların, şirketin çıkarına olmasını teşvik eder; zira bürokrat, gelecekteki kişisel kazancını garanti altına almaktadır. Bu, Yeniçeri'nin esnaflaşma ve lonca tekeline ortak olma çabasının modern, sofistike ve yasal karşılığıdır.

Bu mekanizmanın Türk siyasi tarihinde izdüşümleri de bulunmaktadır. Örneğin, 28 Şubat süreci sırasında kışlalara asılan "Orduya Sadakat Şerefimizdir" pankartları, sadakatin Cumhuriyetten kuruma kaydığını gösterirken; emekli generallerin kamu ve özel sektördeki büyük şirketlerin yönetim kurullarına geçmesi, AEK'nın Döner Kapı mekanizmasının Türkiye'de bir ekonomik çıkar koalisyonu (küçük bir AEK öykünmesi) şeklinde yaşandığını göstermektedir.

 

Galip TÜRKMEN (E. Başmüfettiş)

 

KAYNAKÇA

1) Reşad Ekrem Koçu, Yeniçeriler, Doğan Yayıncılık, İstanbul 2004 

2) Peçevi İbrahim Efendi,  Peçevi Tarihi, Kültür Bakanlığı 1992 (Hazırlayan: Bekir Sıtkı Baykal)

3) Solakzade Mehmed Hemdemî, Solakzade Tarihi, Kültür Bakanlığı Yayınları, 1989 (Hazırlayan: Vahit Çubukçu)

4) Halil İnalcık,Devlet-i Aliyye Osmanlı İmparatorluğu Üzerine Araştırmalar-1, Klasik Dönem (1302-1606) İş Bankası Kültür Yayınları, İstanbul, 2018,

5) Godfrey Goodwin, Yeniçeriler, Doğan Egmond Yayıncılık, İstanbul 2008n(Çeviren: Derin Türkömer)

6) C. Wright Mills, İktidar Seçkinleri, Bilgi Yayınevi 1974 (Çeviren: Ünsal Oksay)

7) Andrew Cockburn, "The Spoils of War: Power, Profit and the American War Machine" (2021)

8) Linda J. Bilmes, The Ghost Budget (2023)

9) Stephen Walt, "The Hell of Good Intentions: America's Foreign Policy Elite and the Decline of U.S. Primacy" (2018)

10) Mike Lofgren, "The Deep State: The Fall of the Constitution and the Rise of a Shadow Government" (2016)

11) William D. Hartung, "Prophets of War: Lockheed Martin and the Making of the Military-Industrial Complex" (2011)

 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA