Orta Doğu ve Türkiye’de Pakistan’ın Yükselen Stratejik Etkisi: Güney Asya’ya Yansımaları

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
SDE Editör | 02 Aralık 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Bu metin, özellikle Suudi Arabistan ve Türkiye ile İslamabad’ın Orta Doğu’daki diplomatik ve stratejik yeniden hizalanmasının yalnızca göstermelik olmadığını, aksine Pakistan’ın Güney Asya’daki güvenlik, ekonomi ve jeopolitik varlığını güçlendirmeye yönelik hesaplı bir çaba olduğunu öne sürüyor. Savunma ortaklığı, ekonomik yapılar ve enerji ilişkilerinin entegre edilmesiyle Pakistan, kendisini daha güçlü, bölgesel bir güç olarak konumlandırıyor.

Bu değişimin odak noktası, Eylül 2025’te imzalanan Strategic Mutual Defense Agreement (SMDA) — yani Suudi Arabistan ile Pakistan arasındaki Stratejik Karşılıklı Savunma Anlaşması. Bu anlaşma çerçevesinde taraflardan birine yapılacak herhangi bir saldırı, diğerine yapılmış sayılacak; bu da derin güvenlik taahhüdü anlamına geliyor. Bu durum, analistlerin “dönüm noktası” olarak adlandırdığı düzeyde stratejik derinlik sağlıyor; Pakistan’ın bölgede güvenlikle ilgili oynayabileceği önemli role işaret ediyor. Pakistan kabinesi anlaşmayı onaylayarak, savunma ilişkilerinin, istihbarat paylaşımının ve askeri eğitimin artırılması yönündeki niyetini resmiyet kazandırmış oldu.

Belki en çarpıcı olan şu: Savunma bakanının, gerekirse Pakistan’ın nükleer programının Suudi Arabistan’a sunulabileceğini açıkça ifade etmesi. Bu iddia tartışma ve eleştirilere sebep olsa da, bu stratejik hizalanmaya ne kadar ciddiyetle yaklaşıldığını gösteren güçlü bir caydırıcı mesaj. Bu, yalnızca konvansiyonel rakiplere değil, aynı zamanda büyük güçlere de nahoş bir hatırlatma: Pakistan varlığını nükleer gücüyle büyütmeye hazır.

Ancak Pakistan yalnızca askeri güce bel bağlamış değil. Bu savunma paktı ile eş zamanlı olarak, İslamabad Riyad ile ekonomik katılımını da artırma yoluna gitti. Ekim 2025’te, yeni bir Pakistan–Suudi Arabistan Ekonomik Çerçevesi’nin koordinasyonu için 18 üyeli üst düzey bir komite kuruldu. Bu komite, Pakistan’dan SİFC (Special Investment Facilitation Council) aracılığıyla yürütülüyor; eş başkanlığını Pakistan İklim Değişikliği Bakanı Musadik Malik ile Lt. Gen. Sarfraz Ahmad yapıyor. Komite yalnızca savunmayla değil; enerji sektörü, altyapı, iklim direnci ve hatta çevre koruma konularında da iş birliği olasılıklarını araştırıyor.

Bu ekonomik motivasyon çok önemli. Suudi Arabistan, Pakistan’a yönelik yabancı yatırım ve işçi gönderiminde en büyük katkılardan birini yapmaya devam ediyor. Bu ilişkinin güçlendirilmesi, Pakistan’ın dalgalı dış çevrede makroekonomisini istikrara kavuşturmasına yardımcı olabilir. Bazı raporlara göre, Pakistan bu komiteyi, tarım ve enerji alanlarında “geri alım taahhütleri” ile yatırım modellerini teşvik etmek için kullanmayı planlıyor: Suudi yatırımcılar, yerel projelere yatırım yapacak; karşılığında uzun vadeli tedarik anlaşmaları yapılacak.

Aynı zamanda Pakistan, stratejik ve ekonomik ittifakını Türkiye ile de genişletiyor. 2025’in başlarında, Recep Tayyip Erdoğan’ın İslamabad ziyareti sırasında, derinleştirilmiş, çeşitlendirilmiş ve kurumsallaştırılmış bir Stratejik Ortaklık kapsamında 24 adet Mutabakat Muhtırası (MoU) imzalandı. Bu anlaşmalar savunma, enerji, ticaret, tarım, bilim ve teknoloji, su kaynakları ve diğer stratejik sektörleri kapsıyor.

Özel bir hedef olarak, iki ülke arasındaki yıllık ticaret hacminin 5 milyar ABD dolarına çıkarılması belirlenmiş durumda. Bu tutarlı görünsün ya da görünmesin, Türkiye–Pakistan arasında savunma üretimi, teknoloji, ulaşım ve enerji altyapısı gibi kilit alanlarda yapılacak yatırımlar öngörülüyor.

Enerji alanında, MoU’lar petrol ve madencilik iş birliğini de kapsıyor. Türk ve Pakistanlı enerji bakanları hidrokarbon iş birliği anlaşmasını yeniden gözden geçirmeyi planlıyor. Bu, enerji dönüşümü ve ortak maden projeleri geliştirme kapılarını aralamak anlamına geliyor. Ticaret Bakanlığı açısından bu, enerji kaynaklarının çeşitlendirilmesi ve artan nüfusla birlikte enerji talebi dikkate alındığında sürdürülebilir ekonomik büyüme için önem taşıyor.

Bir araya geldiğinde, bu askeri ve mali düzenekler Pakistan’a Güney Asya’da meşru bir pazarlık gücü kazandırıyor. İlk olarak, Suudi Arabistan ile yapılan savunma anlaşması, İslamabad’ın caydırıcılık faktörünü önemli ölçüde artıracak. Güvenlik siyasetinin büyük ölçüde Hindistan tarafından şekillendirildiği bir bölgede, Pakistan’ın Körfez’in en zengin devletlerinden biriyle dostluk kuruyor olması ve nükleer garantiden söz etmesi, yalnız olmadığını gösteriyor.

İkinci olarak, Riyad merkezli ekonomik komite, askeri iş birliğini ciddi bir ekonomik gündemle destekliyor. Bu stratejik ittifak artık sadece askerî birliklerle değil; sermaye akışları, enerji tedariki ve sürdürülebilir kalkınma ile desteklenen yapılarla kuruluyor. Bu, Pakistan’a yeni kaynaklar ve ekonomik ortaklar sağlama imkânı tanıyor; bu da geleneksel müttefiklere olan bağımlılığını azaltabilir.

Üçüncü olarak, Türkiye’nin ekonomik alandaki rolü, Pakistan’ın bölgedeki güvenlik duruşunu daha da kuvvetlendiriyor. Türkiye ile savunma üretimi, teknoloji, ticaret ve altyapı iş birliği, Pakistan’ın ordusunu modernleştirmesine, sanayi altyapısını güçlendirmesine ve daha sağlam bir ekonomiye yönelmesine yardımcı olabilir. Beş milyar dolarlık ticaret hedefi sadece bir hayal değil; iki ülkenin somut kurumsal düzenlemelerle bu hedefe ulaşma iradesini gösteriyor.

Dördüncü olarak, Pakistan’ın Suudi Arabistan ve Türkiye ile inşa ettiği güçlü ilişki, diplomatik gücünü artırıyor. Bölgesel çatışmalarda arabulucu veya köprü rolü üstlenebilir; Arap dünyası ve İslam coğrafyası içinde kendine özel bir yer edinebilir. Bu durum, geleneksel olarak sahip olduğu diplomatik sermayeyi genişletiyor ve bölgesel ilişkilerde ağırlığını artırıyor.

Ancak bu çok katmanlı yaklaşım, Pakistan’ın geleneksel rakiplerine sadece bir mesaj değil; aynı zamanda geleceğe yönelik bir uyarı da içeriyor. Pakistan’ın iyi niyetli müttefikleri, güçlü orduları ve genişleyen ekonomik temeli olduğu görülüyor. Suudi–Pakistan 18 üyeli ekonomik komitesi ve Türkiye ile imzalanan 24 MoU uzun vadeli bağlılıkları temsil ediyor.

Bununla birlikte, bu iddialı hamlelere yönelik riskler de bulunuyor. Pakistan, Körfez ve Türk ittifakları arasında denge oyununu dikkatle yürütmeli. Suudi Arabistan ile İran arasındaki ilişki, Batı ile güç dengeleri ve Pakistan’ın mali kısıtları, aşırı taahhütlerin karşıt sonuç doğurabileceğini gösteriyor. Ülke, askeri ve ekonomik birimlerin birbirleriyle uyumlu çalışmasını, işlemlerin yalnızca kağıt üzerinde kalmamasını ve faydaların yalnızca başkentlerde değil, halkın geneline yayılmasını sağlamalı.

Bu yaklaşım, Pakistan’ın bölgesel konumunu yeniden şekillendirebilir. Orta Doğu ile kurduğu ittifakları hem güvenlik hem de ekonomik kazanç için kullanarak, Pakistan stratejik duruşunu Güney Asya’da güçlendiriyor. Artık sadece tehditlere tepki veren bir ülke olmaktan çıkıyor; yeni, çeşitlenmiş müttefikler, sermaye ve güvenilirlik ağları kurarak stratejik fırsatlar inşa ediyor.

 

Waqas Abdullah

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA