Ortadoğu’da barut kokusu eksik olmuyor. Bu coğrafyada savaş artık sadece cephede değil; veri merkezlerinde, yazılım kodlarında ve güvenlik duvarlarının arkasında yaşanıyor.
İran’a yapılan saldırılar, görünüşte İsrail tarafından düzenlenmiş gibi dursa da aslında bu savaşın asıl patronu ABD’dir. İsrail ise bölgesel vekalet gücü olarak ön cephede savaşan bir aparattır. Ama daha vahimi şu: Bu savaşın dijital ayak izleri Türkiye’ye kadar uzanıyor ve biz hâlâ bunun farkında değiliz.
İsrail Devleti klasik bir cumhuriyet değil; adeta militarize edilmiş bir topluluktur. Dünyadaki hiçbir ahlaki değeri tanımayan, terörü sistematik devlet politikası hâline getirmiş tek yapıdır.
Zorunlu askerlik sistemi, kadın erkek ayırt etmeksizin herkesi silah altına alır. 7 Ekim saldırısından sonra sokaklarda silahla dolaşan genç kadınları, yaşlı erkekleri dünya gördü. İsrail’in her bireyi, her alanı, her yapısı askeri hedef niteliğindedir.
İran’a yapılan hava operasyonlarında kullanılan F-35'ler, ABD üslerinden yönlendirilen radar ve uydularla desteklendi. Trump, kendi iç krizlerini (örneğin Los Angeles’ta başlayan isyanları) dışa yansıtmak için dikkatleri başka bir yöne çekti. Aynı zamanda da olayın dışındaymış gibi algı yapıyor…Oysaki Amerika'nın İP'i, yine İsrail’in elinde...
Bu, sadece bir hava harekâtı değil; aynı zamanda bir dijital savaş harekâtıydı.
İsrail'in en büyük teknik istihbarat birimi olan Unit 8200, dijital savaşların merkezinde yer alıyor. ABD'nin NSA'sine denk gelen bu birim, elektronik istihbarat (SIGINT), siber saldırılar, iletişim takibi ve dijital altyapı analizleri yürütüyor.
-İran’ın nükleer tesislerine yönelik Stuxnet virüsü saldırısının arkasındaki isimdir.
-Hamas ve Hizbullah’ın iletişim ağlarına yönelik sayısız siber operasyon düzenlemiştir.
-Dünya çapında İsrail yanlısı hacker gruplarıyla aktif iş birliği yürütür.
-Google, Facebook gibi teknoloji devlerinde çalışan eski Unit 8200 mensupları sayesinde küresel veri analizleri ve nüfuz faaliyetleri gerçekleştirir.
Türkiye’de kamu kurumları, belediyeler, finans sektörü, savunma sanayii ve telekomünikasyon alanlarında İsrail menşeli yazılım, donanım ve güvenlik sistemlerinin aktif olarak kullanıldığı bilinmektedir.
Bu firmaların birçoğu, doğrudan ya da dolaylı olarak Unit 8200 ile bağlantılıdır. Yani çözüm ortağınız, aslında verilerinizi gözetleyen siber bir gözdür. Milli güvenliğin temel taşları, bir başka ülkenin istihbarat aygıtının denetiminde olmamalıdır.
İsrail Merkezli Firmaların Yarattığı Riskler:
-Arka Kapılar (Backdoor): Kritik sistemlere uzaktan erişim riski.
-Veri İstihbaratı: Yazılımlar, tüm verileri analiz ederek zafiyet oluşturabilir.
-Gizli Zamanlayıcılar / Uyuyan Modüller: Kriz anında sistemler aniden çökertilebilir.
-Kamuya Sızma: Stratejik sektörlerdeki yaygın kullanım, ulusal güvenliği tehdit eder.
-Bugün Türkiye, bilişim ve iletişim altyapısında dışa bağımlı bir yapıdadır. Bu, görünmeyen ama çok tehlikeli bir siber kuşatma anlamına gelmektedir.
İsrail merkezli Check Point, NSO, Cellebrite gibi firmaların ürünleri hem kurumlarımızın hem de bireylerin verilerini kontrol altında tutma potansiyeline sahiptir.
Peki Ne Yapmalı?
-İsrail menşeli yazılım ve donanımlar sistem dışına çıkarılmalıdır.
-Check Point, NSO, Cellebrite ve benzeri firmalar yasaklanmalıdır.
-Yerli firmalar kamu ve stratejik projelerde desteklenmelidir.
-PARDUS gibi yerli işletim sistemlerine geçiş hızlandırılmalıdır.
Sonuç
Egemenliğin Kodları Milli Olmalı. Her gün gecikiyoruz. Ama hâlâ geç değil.
Unutmayalım;
Sadece topraklarımızı değil, SİBER VATANIMIZI da savunmak zorundayız. Ve bunu, yerli ve milli yazılım donanım sistemleriyle yapmalıyız. Çünkü "Milli yazılım, milli silah kadar değerlidir."
Zira modern savaş artık satır aralarında değil, satır kodlarında yürütülmektedir.
15 Haziran 2025
Diğer İçerikler