“Harita Çizenlerin Hesaplarını Bozan Devlet”­

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
SDE Editör | 25 Ağustos 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Haritalar… Yüzyıllardır değişen, bazen silinen, bazen yeniden çizilen çizgiler… Ama biz biliriz ki, Ortadoğu coğrafyası yalnızca kalemle değil, kanla, dualarla ve alın teriyle yazılır. Her karışında bir şehidin duası, bir annenin gözyaşı, bir yiğidin direnişi vardır. Bu toprakların damarlarında hâlâ Osmanlı’nın vakarı, ümmetin duası, mazlumların ahı dolaşır. İstanbul’dan Kudüs’e, Şam’dan Basra’ya, Kahire’den Trablus’a uzanan o hat; sadece bir coğrafya değil, bir kader haritasıdır.­

1916’da bazı Arap kabileleri İngilizlerle iş birliği yaptı, Osmanlı’ya sırt çevirdi. Bu acı bir hakikattir. Lakin tarihin diğer yüzünde, Medine’de Fahrettin Paşa’nın yanında, açlık ve susuzluk içinde Medine müdafaası yapan, “Hicaz’ı teslim edene kadar bu beden buradan çıkmaz” diyen Arap yiğitleri de vardı. Onlar, Osmanlı sancaklarını kutsal topraklarda yere düşürmemek için canını veren adsız kahramanlardı. İşte bu yüzden bir ihanet yüzünden bir ümmet karalanamaz; çünkü Gazze’nin taşlarında, Kudüs’ün dar sokaklarında hâlâ o sadakatin izleri vardır.

O gün Medine’yi savunan Fahrettin Paşa, “Rüyamda Efendimizi gördüm, benden burayı asla terk etmemem için söz aldı” demişti. Ama o rüyayı yalnız o görmedi…

Belki de Gazze’nin yıkık sokaklarında, açlıktan gözyaşlarını tutamayan kaç çocuk, rüyasında minarelerin gölgesinde yürüyen Efendimizi (sav) gördü. Mazlumun kalbinde filizlenen her rüya, direnişin pusulasıdır; sabırla, dua ile, umutla nakşedilmiş ilahi bir çağrıdır.­

Bugün Suriye’ye uzaktan bakanlar, sınırları, petrol sahalarını, askeri üsleri görür. Ama yakından bakanlar bilir ki bu toprakları asıl şekillendiren şey, sınırlar değil; aşiretlerdir. Çölün ortasında bir çadırdan yükselen söz, kimi zaman dünya başkentlerindeki diplomatik notalardan daha güçlüdür. Şammar, Tayy, Baggara, Hadidiyin, Okaidat… Bu aşiretler, yüzyıllardır bu coğrafyanın hem sosyal omurgası hem de siyasi pusulasıdır.­

Osmanlı, bu hakikati çok önceden görmüştü. 1516’da Yavuz Sultan Selim’in ordusu Mercidabık’ta zafer kazanıp Suriye’ye girdiğinde, bir işgalci gibi değil; emaneti omuzlayan bir devlet gibi yaklaştı. Aşiretlerle savaşmadı, onları tanıdı, dinledi, adaletle muamele etti. Devlet, aşiret reislerine beratlar, nişanlar verdi; karşılığında sadakat, güvenlik ve huzur aldı. Bu yüzden Halep’in taş sokaklarında, Deyrizor’un kumlarında Osmanlı’nın adı hâlâ hürmetle anılır.­

Baas rejimi ise bu düzeni kırdı. Hafız Esad ve ardından Beşar Esad dönemlerinde, aşiret yapıları planlı bir şekilde zayıflatıldı; bazıları desteklenip şımartıldı, diğerleri baskıyla sindirildi. Aidiyetleri zorla bastırılan bu topluluklar, 2011’de sadece politik nedenlerle değil; onurlarına yapılan saldırının öfkesiyle de ayağa kalktı.­

Ve sonra sahneye yeni bir oyun kurucu çıktı: ABD destekli PKK/YPG. Fırat’ın doğusunda bir terör koridoru inşa edilmeye çalışıldı. Ama o topraklar, yüzyıllardır Arap aşiretlerinin yurduydu. PKK zorla yerleşmeye kalktıkça, çölün sessizliğinde büyüyen bir direnç yükseldi. Deyrizor’da, Rakka’da, Haseke’de aşiretler, sadece topraklarını değil; tarihlerini, geleneklerini ve Osmanlı’dan yadigâr adalet hafızasını savunmaya başladı. Bugün Deyrizor’da PKK’ya karşı yükselen direniş, işte o hafızanın yeniden uyanışıdır.­

Türkiye, sahayı okurken yalnızca askerî strateji kurmadı; sosyolojik diplomasi yürüttü. Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı ve Barış Pınarı harekâtları sadece askeri başarılar değil; gönüllere dokunan, güven tesis eden, derin istihbaratla desteklenmiş hamlelerdi. Çünkü Türkiye biliyor ki, bu coğrafyada toprak kazanmak kadar, gönül kazanmak da hayati önemdedir… Halep’in kırsalındaki bir aşiret büyüğüyle Erzurum’daki bir dedenin arasında sadece soy bağı değil; ortak bir iman, ortak bir şuur bağı vardır.­

Ve yaralı ama dimdik duran Kudüs, bu haritanın tam kalbidir. Kudüs yalnızca taş ve duvar değil; ümmetin kalbinde yanan bir kandildir. Kudüs düşerse Medine sarsılır; Medine sarsılırsa, Mekke’nin etrafında dönen kalplerin huzuru yara alır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “Filistin davası ümmetin namusudur” sözü, hamasi bir çıkış değil; istihbarat raporlarının, stratejik öngörülerin ve sahadaki gerçeklerin süzgecinden geçen bir devlet beyanıdır.­

Bugün Türkiye’nin gökyüzünde süzülen İHA’ları, SİHA’ları sadece bir teknoloji değil; bir milletin uyanışının, direnişin ve bağımsızlığın sembolüdür. Katar’ın Filistin meselesinde Türkiye’nin yanında durması, sadece bir diplomatik iş birliği değil; ümmetin birlik hayaline atılan bir imzadır.­

Bazıları Türkiye’yi yalnız sanıyor. Oysa bu yalnızlık, Bedir’in yalnızlığıdır; hak yolunda yürüyenlerin yalnızlığı… Çünkü zafer, kalabalıkların değil; sabredenlerin, iman edenlerin ve doğru zamanda doğru adımı atanların eseridir.­

Ortadoğu’da bugün yaşanan sancılar, yaklaşan bir doğumun habercisidir. Ankara’da üretilen her strateji, sahadan gelen bilgilerle, dualarla, tarihsel hafızayla harmanlanıyor. Çünkü bu coğrafya masa başında değil; sahada, sabırla, imanla, akılla şekillenir.­

Hakikatin izinde yürüyen devlet asla kaybetmez. Ümmet bir olduğunda, tarih yeniden yazılır. Bugün Suriye’nin çöl yollarında, Kudüs’ün dar sokaklarında, Gazze’nin yıkıntıları arasında yükselen dua, yarının zaferinin sessiz habercisidir.­

Şahane Bayramova

 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA