(Bahtiyar Vahabzade’nin 100. Doğum Yılına Armağan)
Bu hatıra yazısında Bahtiyar Vahabzade’nin hayatının ayrıntılarına geniş şekilde değinmeyeceğim; çünkü onun biyografisine ve eserlerine dair bilgiler bugün internet üzerinden ve çeşitli kaynaklardan kolayca erişilebilir durumdadır. Yazının esas amacı, Bahtiyar Vahabzade ile yaşadığım anıları, tanıdığım ve gözlemlediğim B. Vahabzade’yi, onun kişiliğini ve insani yönlerini anlatmak olacaktır.
Bahtiyar Vahabzade 16 Ağustos 1925’te Azerbaycan’ın Şeki şehrinde doğmuş, 13 Şubat 2009’da Bakü’de vefat etmiştir. 1934’te ailesiyle birlikte Bakü’ye taşınmış ve burada ilkokul ve orta öğrenimini tamamlamıştır. 1947’de Bakü Devlet Üniversitesi Filoloji Fakültesi’ni bitiren Vahabzade, 1964’te yayımlanan Semed Vurğunun heyatı ve yaradıcılığı adlı monografisi ile doktora derecesi almıştır. 1990’da emekli olana kadar Azerbaycan Devlet Üniversitesi’nde Modern Azerbaycan Edebiyatı bölümünde doktor öğretim görevlisi, doçent ve profesör olarak çalışmış, bilimsel ve pedagojik çalışmalarıyla ülkesinin kültürel yaşamına eşsiz katkılarda bulunmuştur. 1980’de Azerbaycan Bilimler Akademisi üyesi seçilmiş, Sovyetler döneminde üç, bağımsız Azerbaycan Cumhuriyeti döneminde ise iki kez olmak üzere toplam beş kez milletvekili seçilerek halkın sesi olmuştur.
Bu hatıra yazısının amacı onun akademik ve edebi başarılarını sıralamak değildir; tanıdığım Bahtiyar Vahabzade’nin bir insan olarak sahip olduğu samimiyeti, nezaketi ve derin düşünce dünyasını vurgulamaktır. Bahtiyar Vahabzade yalnız Azerbaycan’ın değil, tüm Türk Dünyası’nın edebiyatında özel bir konuma sahip nadir kişiliklerden biridir. Eserleri Azerbaycan’da ulusal bilincin oluşmasına, halkın kimlik duygusunun güçlenmesine büyük katkı sağlamış, Türk Dünyası edebiyatının zenginleşmesine değerli katkılar sunmuştur. Onun bağımsızlık mücadelesine verdiği destek ve toplumsal duyarlılığı, 1995’te Azerbaycan Cumhuriyeti Bağımsızlık Nişanı ile resmi olarak takdir edilmiştir.
Bahtiyar Vahabzade’nin bilimsel ve edebi başarılarını tekrar sıralamak yerine, benim için daha değerli olan—onun insani yönlerini, kişiliğini ve benimle paylaştığı anılardan bazılarını sizlere aktarmak istiyorum. Bahtiyar Vahabzade ile ilk tanışmam 1995’te Bakü’de gerçekleşti. Zamanla aramızda sadece dostluk değil, kardeşlik düzeyinde derin bir bağ oluştu. Bu bağ, yıllar boyunca birbirimize olan güvenimiz ve edebiyata olan sevgimizle daha da güçlendi.
1998’de şairin kendi sesiyle okuduğu şiirlerini Hara gedir sabahımız adıyla ilk kez kaset olarak yayımlama fırsatı buldum. Uluslararası alanda ve Türk Dünyası’nda milyonlarca insan Bahtiyar Vahabzade’nin şiirlerini onun sesinden dinlerken, ben her dinlediğimde onunla geçirdiğim günlerin anılarını yeniden yaşıyorum. Ses kaydı sürecinde şairin repertuarını seçerken bazı şiirlerinin adlarını ona önerdiğimde, büyük bir şaşkınlıkla bana dönerek şöyle demişti: “Ay gardaş, benim bu kadar şiirimi nereden biliyorsun? Azerbaycanlı okurlarım bile şiirlerimi bu kadar bilmezler.”
Kaset kaydı sırasında Sovyet döneminde yasaklanmış bazı şiirlerini nasıl gizli bir arşivde sakladığını ve ilk kez kaset için seslendireceğini söylediğinde çok heyecanlanmıştım. Soğan ve Nağıl-heyat gibi şiirler, Sovyet döneminin tüm zorluklarına rağmen şairin kararlılığını ve sanata bağlılığını gösteren nadir eserlerdi ve yıllarca gizli tutulmuştu.
Bahtiyar Vahabzade ile geçirdiğim o günler sadece edebi faaliyet değildi, aynı zamanda bir dostluğun tarihsel yolculuğuydu. Yazdığım her ses kaydında onun sözlerinde ve sesinde hem bir şairin hem de bir insanın derin ruhunu hissetme imkânı buluyordum. Bahtiyar Vahabzade ile ilişkim yalnız bir şairle dostluk değildi; burada bir ruh yakınlığı, ortak duyguların paylaşılması da vardı. Unutulmaz anlarımdan birini, kendi şiirlerimden bazılarını değerlemesi için kendisine okuduğum zaman yaşadım. O, bana dönerek şöyle demişti:
“Ben ata yurdun, sen ana yurdun oğlusun. Demek ki, ikimiz de aynı duyguları taşıyoruz.”
Bu sözler aramızdaki bağın derinliğini ve ortak duygularımızın gücünü açıkça gösteriyordu.
1977’de İstanbul gezisini anlatırken yüzünde derin bir keder vardı:
“Boğaz gezintisi için aldığım gemi biletini, öldüğümde kefenimin içine koymaları için çocuklarıma vasiyet etmeyi düşündüm. Birdenbire beynimde şimşek çaktı ve kendi kendime dedim ki: Ne kadar talihsiz bir insanım. Nasıl böyle bir arzuda bulunabilirim? Demek ki, ölene kadar Rus esaretinde mi yaşayacağım? — dedim ve düşüncemden vazgeçtim.”
İstanbul’da bir sabah ezan sesiyle uyanması da onun unutulmaz anılarından biriydi. Çocukluğunda ruhuna işleyen ezan sesi 52 yıl sonra İstanbul’da yeniden ruhunu titretti. Bu anını şöyle anlatmıştı:
“Ezan sesiyle uyandım ve yatağımdan kalktım. İlahi, bu sesi en son çocukluğumda duymuştum. ‘Allahu Ekber’ nidası beni tekrar çocukluğuma götürdü ve o sabah ezanından sonra ‘Allahu Ekber’ şiirini yazdım.”
1980’lerdeki başka bir İstanbul hatırası ise Necip Fazıl Kısakürek ile ilgili düşüncelerini kapsıyordu. Şair, İstanbul’da kendisine rehberlik eden bir grup gencin sıkça “üstat” diye hitap etmesinden çok etkilenmiş ve şaşkınlığını şöyle ifade etmişti:
“Sovyetler dönemindeki yasaklara rağmen, şiirlerimi nasıl bu kadar ilgiyle okuyabildiniz?”
Gençlerden biri şöyle cevap vermişti:
“Üstat, bizim Necip Fazıl Kısakürek adında bir şairimiz vardı. Vefat etti. Türkiye’de ‘üstat’ denilince ilk o akla gelir. Sizi hem şair hem de fiziki olarak ona benzettiğimiz için size de ‘üstat’ diyoruz.” Bahtiyar Vahabzade konuşmasını şöyle sürdürdü:
“Gençler bana Necip Fazıl’ın Çile kitabını hediye ettiler. Otel yatağıma uzanmış Çile adlı şiir kitabını karıştırıyordum. Kitabın kapak fotoğrafına baktım, sonra Çile şiirini okumaya başladım ve kendi kendime düşündüm: ‘İlahi hem görünüş olarak hem de şair olarak bu kadar benzediğim bu insanı sağlığında tanımak bana neden nasip olmadı? Allah rahmet eylesin, gerçekten de üstatlık seviyesinde bir şairmiş.’”
Bahtiyar Vahabzade ile yaşadığım bu anılar onun sadece büyük bir şair değil, aynı zamanda derin duygulara sahip bir insan olduğunu gösteriyordu. Onunla geçirdiğim zamanlar hem ruhumu hem de edebî dünyamı zenginleştiren bir hazineydi. Bahtiyar Vahabzade yalnızca Azerbaycan’ın değil, bütün Türk Dünyası’nın gönlünde derin izler bırakmış bir şairdi. Hatıralarını, şiirlerini ve hayatını düşündüğümde, hayalimde her zaman tazeliğini koruyan anlar canlanıyor. Yine baş başa sohbetlerimizin birinde 18 yaşından itibaren geceleri uyumadığını anlatmış ve o krizli dönemlerde yazdığı Geceler Pınah Yerim şiirinden söz açmıştı. Ben de bu şiiri kaset repertuarıma dahil etmiştim. Onun hayatında şiir yalnızca estetik bir uğraş değildi; aynı zamanda ruhunun derinliklerindeki fırtınaları dile getiren bir seslenişti. Özenle seçtiğimiz kaset repertuarında şu şiirler yer almıştı:
“1-Allah, 2-Veten var, 3-Hara gedir sabahımız, 4-Okuma bülbül, 5-Karabağ atı, 6-Özümden özüme şikayet, 7-Evvel, 8-Bugün yeddin oldu, 9. Dünyanın, 10-Menden hebersiz, 11-Ne yaman dönükmüş, 12-Ahı dünya fırlanır, 13-Gem-şadlık, 14-Nağıl-heyat, 15-Soğan, 16-Menim fergim varmı heç”
Bahtiyar Vahabzade’nin fizyolojik açıdan pek bilinmeyen bir özelliği de kalbinin sağ tarafta olmasıydı. Bu nedenle ABD’de kalbi sağ tarafta atan insanlar üzerinde araştırma yapan bir kuruma üye olmuş ve her yıl düzenli kontrollerine katıldığını söylemişti. Bu ince detay onun ne kadar dikkatli ve kendine özgü bir karaktere sahip olduğunu gösteriyordu. Onun kalbi yalnızca sağ tarafında atmıyordu; aynı zamanda milletinin dertleri için dünyanın farklı kıtalarında da çarpıyordu.
Ömrüm boyunca unutamayacağım anıların başında ise dedesi Zekeriya’nın vefatına dair anlattıkları gelir. Bahtiyar Vahabzade, çocukluğunda dedesinin onu Sovyet Bolşevik okuluna göndermek istemediği için ancak 9 yaşında okula başladığını söylemişti:
“Dedem ölüm döşeğinde beni yanına çağırttı. Babam beni dedemin yatağına oturttu. Dedem oradakilere dönüp şöyle dedi: ‘Bu çocuğu daha fazla mağdur etmeyin. Bolşevik okuluna gönderin. Ancak unutmayın ve ümit var olun ki dağların arkasından Türk ordusu gelecek, Azerbaycan’ı kurtaracak ve çocuklarınız Türk okullarına gidecekler.’”
Ve eklemişti şair:
“Aradan 72 yıl geçti, Sovyetler Birliği dağıldı, Azerbaycan’da Türk Büyükelçiliği ve özel Türk okulları açıldı. Bir gün ben de Türk Büyükelçiliğine giderek Türkiye’den bir imam gönderilmesini rica ettim. Bir süre sonra Türk Büyükelçiliğinden aradılar ve ‘İstediğiniz imam Türkiye’den geldi’ dediler. İmamla birlikte Şeki’ye, dedemin kabrine giderken ona şöyle söyledim: “Dedemin kabrinde Kur’an okuyup dua edeceğiz, sizi Türkiye’den bunun için davet ettim. Çünkü dedem, son nefesine kadar dağların arkasından bizi kurtarmaya gelecek Türk ordusunun hasretiyle yaşadı ve bu hasretle de dünyadan göç etti. Dedemin kabrine vardığımızda onun ruhuna şöyle seslendim: ‘Dede, beklediğin Türk ordusu dağların arkasından geldi. Azerbaycan’da Türk okulları açıldı. Çocuklarımız artık Türk okullarına gidiyor. Şimdi senin ruhuna Kur’an okuyan da bir Türk imamıdır. Ruhun şad olsun. Artık mezarında rahat uyu…’”
Bahtiyar Vahabzade ile geçirdiğim bu sohbetler ve paylaştığımız anılar, onun yalnızca bir şair olmadığını, aynı zamanda derin bir tarih ve kültür bilinciyle yaşayan bir insan olduğunu gösteriyordu. Geceleri uykusuz geçen şairin ruhu, fırtınalı dönemleri şiire dönüştürmüş, kalbinin sağ tarafta olması ise onun farklılığına dair küçük ama anlamlı bir işaret olmuştu. Ve dedesine duyduğu saygı, hayatının temel dayanaklarından biriydi; geçmişle gelecek arasında köprüler kuran bir bilinç onu hem şair hem de insan olarak efsaneleştirmişti. Bahtiyar Vahabzade’yi hatırlamak, onun şiirlerini ve hayatına dair anıları yeniden yaşamak demektir. Her bir anı, onun ne kadar büyük bir ruha sahip olduğunu, halkın duygu dünyasının onun gözünde ne kadar değerli olduğunu gösterir. Bahtiyar Vahabzade, benim için Sovyetlerin baskıcı yıllarında, fikir insanlarının adeta ateşi avuçlarında tuttuğu dönemlerde konuşan gerçek bir halk şairidir. O, yalnızca kalemiyle değil, duruşu ve cesaretiyle de milletinin sesi olmuştur. Sovyet rejiminin her türlü baskısına rağmen halkın yanında durmuş, milli değerleri savunmuş ve fikirlerini cesurca dile getirmiştir. 17 Kasım 1988’den 4 Aralık’a kadar Azerbaycan’da başlayan bağımsızlık hareketinde, Azadlık Meydanı’nda yükselen halk direnişine öncülük edenlerden olmuş, 19-20 Ocak 1990’da Bakü’de yaşanan ve “Kanlı Ocak” olarak tarihe geçen felaketler karşısında milli birliğe yol göstermiştir.
Bahtiyar Vahabzade yalnızca bir şair değil, milli meselelerin her alanına derinlemesine vakıf, hassas bir fikir insanıydı. Onun dünyasını şekillendiren konular çok genişti: vatan, bayrak, bağımsızlık, Karabağ, Türk Dünyası, Müslümanlık, insani değerler, ana dili, edebiyat, tarih, muğam, müzik ve anne sevgisi… Sovyetler döneminde yaşadığı zorluklar — halkın fikir insanlarının öldürülmesi, sürgünler ve siyasi baskılar — şairin duygu dünyasını bütünüyle etkilemiş, eserlerine derin bir hüzün ve kararlılık katmıştır. Bahtiyar Vahabzade, Azerbaycan halkının 20. yüzyılda yetiştirdiği en büyük simalardan biridir. Vatanseverlik, felsefi düşünceler, aşk ve insanlık konularını işleyen eserleri halkın ruhuna dokunmuş ve nesillere ilham kaynağı olmuştur. Onun şiirleri ve düşünceleri yalnızca Azerbaycan için değil, tüm Türk Dünyası için ortak bir mirastır; geçmişle geleceği, acıyı ve umudu birleştiren bir köprüdür. Bahtiyar Vahabzade’yi hatırlamak, yalnızca bir şairi anmak değildir; milletine ve değerlerine bağlı kalmanın, sözün ve cesaretin ne kadar güçlü olabileceğini görmek demektir. Onun mirası her zaman halkın yüreğinde ve Türk Dünyası’nın edebiyatında yaşamaya devam edecektir.
Allah rahmet eylesin…
1998, Bakü. unutulmaz günlerde, yan yana: o ve ben.
Dr. Abdulkadir İnaltekin
Diğer İçerikler