Mehmet YALBURDAK

Mehmet YALBURDAK

Tüm Yazıları

Terör ve Kalkınma

03 Haziran 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Terör Nedir?

Terör kamu otoritesini ve düzenini yıkarak, değiştirerek istedikleri amaca ulaşmak için girişilen sistemli şiddet eylemlerine denir.

Terörün kaynakları; güvenlik tedbirlerinin yetersizliği, topyekün veya bölgeler arası kalkınmışlık, yetersizlik ve farklılıkları, gelir dağılımında adaletsizlik, yönetimin kendisine yakın gördüğü siyasi, etnik, dini, mezhebi vb. belirli kesim ve yandaşları kayırıp desteklemesi, kalanını dışlayıp başkalaştırması, hiçbir kişi veya grubu ayırmadan işleyebilen demokratik hukuk devletinin tam olarak kurumsallaştırılamaması. Yasama, yürütme ve yargının birbiri üzerinde vesayet oluşturmadan, şeffaflık, hesap verebilirlik, denetlenebilirlik kurallarına tam olarak uyabilmesini sağlayacak güçler ayrılığının oluşturulamaması.., dış tahrik kışkırtma gibi nedenlerdir.

Emperyalist devletler; coğrafyamızı, ekonomik, askeri, ticari ve benzeri nedenlerle hakim olunması veya kontrol edilmesi gerekli bir coğrafya olarak görmüş, bu coğrafyayı tam olarak kontrol etmek istemiş ve Türk milletinin Anadolu coğrafyasında tutunup kalmasını hazmedememiş ve bölgeden orta Asya steplerine geri gönderme peşinde olmuşlardır.

Emperyalistler veya terör örgütleri, terörü bir araç olarak daha etkin hale getirebilmek için doğru veya suni olarak oluşturulmuş; ekonomik, kültürel, siyasi, sosyal, psikolojik, etnik, dini, hukuki, gelir dağılımı, kesimler ve bölgeler arası kalkınmışlık, milli birlik, dayanışma ve mensubiyet duygusu, coğrafi, tarihi ve benzeri sebepler ile eğitim eksiklik ve yetersizliklerini kullanagelmişlerdir.

Bu nedenle, terör eylemlerine karışan gençlerin kendileri veya ailelerinin büyük çoğunluğu düşük ve orta gelir grubuna mensup, çok çocuklu, eğitim yetersizliği olan gençler veya aileler olduğu görülmektedir. Böylesi aileler ekonomik, sosyal, kültürel, ekonomik yetersizlikleri nedeniyle çocuklarını kontrol edemedikleri gibi, ailelerin ekonomik, kültürel ve eğitim seviyesiyle kontrol edemeyecekleri kadar çok çocuklu olmaları da çocukların teröre bulaşma oranlarını artırmaktadır.

Eğitim yetersizliği ve fakirlik içinde olan genelde genç kişi ve kesimler içinde bulundukları ve adaletsiz gördükleri durumdan kendilerine karşı kasıtlı gördükleri toplumu veya devleti sorumlu tutarak yetersizliklerini kamufle etmek, kendilerine kimlik kazanmak ve değerli olduklarını hissetmek için terör gruplarının suistimaline uygun olup, haksız gördükleri kamu otoritesine isyan etmeye hazır durumda olurlar.

Doğu Ergil terörizmin amaçlarını şöyle sıralamaktadır;

• Halkı veya hedef bir topluluğu kokutmak,

• Yerleşik otoriteyi tahrip etmek, yerleşik otoritenin terörist ile masum kitle arasında ayrım yapmadan baskı yöntemlerine başvurmasını sağlamak,

• Otoriteye ve düzene karşı olan güçleri harekete geçirmek; yerleşik otoritenin güçlerini ve kurumlarını etkisizleştirmek ve işlemez kılmak,

 • Kamuoyunu, kendi lehine ve düzene karşı etkilemek ve yönlendirmek,

 • Siyasal güç odaklarını ele geçirmek ve varolan yönetimi devirmek.

1968’li yıllarda gelişen Marksist Leninist terör örgütleri de bu ortamda hayat bulan  PKK terör örgütü    de ülkemizde yeteri kadar etkili olmasalar da Hizbullah, İBDA/C, Kaplancılar, Vasat, Işid, El-Kaide gibi İslam’ı kullanan terör örgütleri de  mensuplarını dahi infaz etmeyi meşru kılacak kadar aynı yöntemleri kullanarak, Türkiye Cumhuriyeti devletinin aciz kaldığı, zayıf olduğu, vatandaşlarının güvenliğini sağlayamadığı, kanaatini yayarak kamu otoritesine güveni sarsıp birlik ve bütünlüğümüzü bozmaya çalışmıştır.

Örgütler genellikle, iç otoritesini sağlamak, örgütün devamını sağlamak içinde lider kadroyu kutsallaştırmış, bunun için, her türlü yol ve yöntemi kullanarak gerekirse sözde kutsal davalarına ulaşmak için infaza kadar uzanan gayri insani, şiddete dayalı bir örgüt içi düzen oluşturmuşlardır.

Kalkınma Nedir?

Kalkınma; sanayileşme devrimiyle toplumların hayatına giren, en kısa tarifiyle bir ülkenin ekonomik, kültürel, sosyal ve teknolojik olarak gelişip ilerlemesi diye tarif edilebilir.

Kalkınma; bir ülkenin ekonomik olarak zenginleşmesi yanında kültür seviyesinin gelişmesini, zenginliğin halka adil olarak dağıtılmasını, halkın sağlık, barınma, güvenlik, eğitim, adalet ihtiyaçlarının, sosyal güvencesinin, özgür düşüncesinin, hak hukuk arayabilme ve insanca yaşama, yarınından emin olma ümidinin, eşitlik ve adalet içinde karşılanıp geliştirilmesi demektir.

Eğer zenginleşme, saydığımız bu unsurlara sahip değilse bu bir kalkınma olmayıp büyüme veya her an yok olmaya aday suni bir şişme olarak adlandırılabilir. Bu unsurlara sahip olmayan gelir artışı kalıcı olması mümkün olmayan, sık sık kesintiye uğrayan, toplumsal huzuru sağlayamayan, ülkeye ve topluma mensubiyet duygusunu geliştiremeyen, huzursuzluğa yol açan ve bu nedenlerle her an yıkılıp dağılmaya, toplumu terörize etmeye veya terör üretmeye uygun bir şişme olur.

Diğer taraftan, kalkınma; teknolojik ve toplumsal gelişme, birim değeri yüksek mal üretiminin ekonomideki ve dış ticaretteki ağırlığının artması, dış ödemeler ve bütçe dengesinin sağlanması, üretimdeki ve zenginleşmedeki artışlardan vatandaşların adil şekilde faydalanması, verimlilik, kaliteli mal ve hizmet üretme, sosyal güvenlik ve kamu hizmetlerinin adil hale getirilmesi, işsizliğin asgari kabul edilebilir seviyelere inmesi, çağdaş demokratik hukuk kurallarının tamamıyla uygulanır hale gelmesi de demektir.

Kalkınma bir diğer yönüyle; kamu kaynaklarının ve toplumsal varlıkların israf edilmeden etkin ve verimli kullanılması, yolsuzluğun, usulsüzlüğün yok edilmesi, kamunun satın aldığı mal hizmetlerin fiyatının piyasa fiyatlarından yüksek olmaması, sattığı mal ve hizmetlerin fiyatlarının piyasa fiyatlarından düşük olmaması demek olup, yönetimde liyakate önem verilmesi, hiçbir kesim ve kişinin kayrılmaması, bu kurallara uymayan kamu görevlilerinden hesap sorabilmek için şeffaf, hesap verebilir, denetlenebilir bir hukuki ve siyasi yönetim sisteminin oluşturulması da demektir. Kalkınmanın sağlıklı ve sürdürülebilir olması için ülkede toplumun zihninin; siyasi, dini, ideolojik, etnik, kültürel, ekonomik, sosyal konularla bulanıklaştırılmamasına ihtiyaç vardır.  Ekonomik, sosyal planlama ve destekleme, bankacılık, vergi ve gelir idaresi gibi hukuki ve kurumsal altyapının kalkınmaya uygun olarak işlemesi, işlemiyorsa gerekli yapısal reformların yapılarak işler hale getirilmesi gereklidir.

Birleşmiş Milletler Kalkınma Teşkilatı(UNDP) kalkınmayı; toplumsal zenginliği, insani bakımdan yaşanabilir imkan ve şartlara ulaşmayı, temiz ve sağlıklı çevreyi, katılımcılığı, ferdi ve toplumsal güvenliği, eşitliği, adil gelir dağılımını, herkesin asgari maddi insani şartlara sahip olmasını, örgütlenme seviyesi, özgürlükleri, küresel gelişmelere uyumu sağlayan toplumsal bir gelişme olarak tarif etmekte ve kalkınma seviyesinin tespiti içinde bunların seviyesinin ölçümünü zaruri görmektedir. Kalkınmanın ölçümü; ülkede üretilen toplam mal ve hizmetlerin değerini GSYH olarak belirleme demektir.

GSYH toplamı yukardaki unsurlarla birlikte olursa kalkınma seviyesini kısmen gösterebilir. Kalkınmış ülke olabilmek için ilave olarak; ülkenin sahip olduğu toprak, su, işgücü, sermaye, yeraltı ve yerüstü doğal kaynakların verimli şekilde katma değeri yüksek mal ve hizmet üretimine dönüştürüldüğü, katma değeri yüksek üretimi sağlayacak teknolojinin kullanılabilirlik seviyesinin yüksekliği, sürdürülebilir ve sık sık değişmeyen yasal, kurumsal ve siyasi yapı, bölgesel kalkınmışlık farklılıklarının düşüklüğü, eğitim seviyesi, çimento, demir, elektrik, otomobil, dayanıklı tüketim malları gibi malların kullanım seviyesi, altyapı kolaylıkları, yaşam süresi, adil kişi başına milli gelir dağıtımı, GSYH’nın tarım, sanayi ve hizmetler sektörü arasında dağılım oranı, bölgesel kalkınma farklılıkları  gibi unsurlar da kalkınmışlığın göstergelerindendir.

Yukarda saydığımız tüm unsurlarıyla sağlanamayan kalkınma, ülkeleri az gelişmiş ya da gelişmekte olan ülkeler sınıfından kurtaramayıp, dünyada tam olarak saygın ülkeler arasında yerini almasını sağlayamayacak, ekonomik tehditlerle, ambargolarla köseye sıkıştırılıp, emperyalist küresel güçlerin hakimiyetinden kurtaramayacaktır.

Terör ve Kalkınma

Terör örgütleri genellikle açıktan veya örtülü savaşan ülkelerin vekalet savaşçıları haline dönüştürülmüşlerdir. Bu nedenle, örtülü olarak ulvi hedefler peşinde koştukları görüntüsü vermekte ama çoğunlukla emperyalistlerin kullandığı piyonlar ve vekalet savaşçıları olarak faaliyet göstermektedirler. Bu nedenle; emperyalizme karşı savaştıklarını iddia ettikleri halde hiçbir zaman emperyalist ülkelere saldırmamaktadırlar.

Terör; sebep oldukları harcamalarla, üretimi durdurma ve azaltmalarıyla, halkı öldürerek, yıldırarak, korkutarak göçe zorlamalarıyla bölgesel ve ülke çapında kalkınmaya büyük darbe vurmaktadır. Bu nedenlerle terör bölgesinde ve ülkelerinde mümkün olabilecek kalkınma hamleleri gecikmektedir.

En yakın tarihimizden örnek vermek gerekirse; SSCB’nin Afganistan’ı işgalinden sonra ABD El-Kaide’yi örgütleyip, eğitip, silahlandırıp Afganistan’da SSCB’nin karşısında cepheye sürmesi, vekalet savaşçıları ve teröre en uygun örnek sayılabilir. Afganistan o yıllardan beri terörize olmuş, hatta aynı gruplar sırasıyla Pakistan’dan başlayarak öncelikle diğer bazı İslam ülkelerini terörize etmiş ve kaosa sürüklemişler, istikrarsız hale getirmişler, kalkınmalarına mani olmuşlardır.  ABD eğitip, donatıp vekili haline getirdiği adı geçen örgütü ikiz kulelere saldırtmış ve bu saldırıyı bütün İslam ülkelerine küresel saldırısının sebebi olarak kullanmış bu nedenle Irak, Libya, Suriye’yi parçalamanın ve işgal etmenin gerekçesi olarak kullanmış, hala kullanmaya devam etmektedir.

Terörün en başta etkisi; uluslararası veya milli piyasalarda güven duygusuna zarar vermesidir. Güven duygusuna verilen zarar; ülkelerin yatırım, üretim ve ticaretini azaltarak ekonomik krize yol açmasıyla etkisini göstermektedir. Nitekim Dünya Bankası verilerine göre, 2000’de dünyada görülen büyüme hızı %4,5 iken 2001’de %2, 2002 ‘de %2,13’e gerilemiştir.

Veriler takip edildiğinde; terörün musallat olduğu ülkelerde GSYH artışında yeterli büyüme ve istikrar sağlanamamıştır. Türkiye örneğinde görüldüğü üzere; 1984 yılından günümüze GSYH artış hızı bazen %5,75’e kadar düşmüş, bazen de %11’e kadar yükselmiştir. Ülkemizde görülen bu istikrarsızlık elbette tamamen teröre bağlı değildir. Ancak, ülkemizin topyekün istikrarsızlığı terörden de ciddi oranlarda etkilenmiş ve bu da ekonomik kalkınmayı olumsuz olarak etkilemiş, istikrarlı sürdürülebilir kalkınma hızı yakalanamamıştır. Demokratik, istikrarlı bir ülkede kalkınma hızında 40 yıl içinde yaklaşık %17 oranında bir iniş çıkış olamaz, oluyorsa bunun iç ya da dış, ekonomik olmayan, siyasi, etnik, dini, hukuki nedenleri vardır.

1968’den itibaren dünyada görülen siyasi terör 1980’lerden sonra varolan siyasi kaostan da beslenen, bin yıldan fazladır birlikte kardeşçe yaşadığımız, Kürt vatandaşlarımızın haklarının sözde savunucusu rolünü üstlenen, Batılı emperyalistlerin kurup, desteklediği, eğitip donattığı Kürt örgütü görünümündeki Ermeni katillerce kurulan PKK terör örgütü ülkemizin istikrarsızlaşmasına sebep olmuş ve bu yolla kalkınmamız sekteye uğramış, istikrarsızlaşmış veya yavaşlamıştır.

Kalkınmanın gecikmesinin nedenleri arasında; terör örgütlerinin belirli bir dini, etnik ve bölgesel kesimin haklarını savunuyor görüntüsüyle bölgede yapılan kamu yatırımlarına engel olması da vardır. Bu cümleden olarak; Güneydoğu Anadolu Bölgesi'nde GAP kapsamındaki baraj ve hidroelektrik santrallerinin yüklenicilerinin iş makinelerinin yakılması, çalışanlarının kaçırılması, öldürülmesi ve bu yolla yapılan baraj, sulama, vb. tüm yatırımların tamamlanıp hizmete açılmasını geciktirmiştir. Böylece, yatırımların tamamlanıp hizmete açılması sonucu yapılabilecek sulamalar, elektrik, tarım ve hayvancılık üretimi ve istihdam artışı sağlanamamıştır.

Bölgedeki terör nedeniyle, sadece tarımda yaklaşık 3 kat üretim artışını sağlayacak sulama yatırımları geciktirilmiş, bu nedenle de Türkiye ve bölge kalkınması ile buna paralel olarak halkın gelirinde beklenen artış zamanında sağlanamamıştır. Nitekim, veriler incelendiğinde terörün azaldığı dönemlerde bölgeye yapılan yatırımların toplam yatırımlar içindeki payı artmış bölge huzura, barışa, sosyal, kültürel ve ekonomik kalkınmaya odaklanmış, eğitim, kültür, turizm, sağlık, şehirleşme, ulaştırma, tarım, toplu konut, kanalizasyon ve içme suyu altyapısında ani artışlar sağlanmış, yatırım projelerine verilen destekler artmış ve bölgenin çehresi değişmeye başlamıştır.

Yapılan çalışma ve araştırmalara göre PKK terörü ülkemizin 300 milyar ile 3 trilyon dolar arasında ekonomik kaybına mal olmuştur. Terör sorununun çözülmemesi halinde Türkiye bedel ödemeye devam edecektir.

PKK terörüyle ilgili yapılan araştırmalarda, Türkiye’yi parçalamak veya en azından kontrol edebilmek amacıyla PKK’nın arkasında yabancı istihbarat güçlerinin bulunduğu bilinmesine rağmen, terör sorunu 1980’li yıllardan itibaren hafife alınmış, bu nedenle ülke kalkınmasına ciddi oranlarda mani olunmuş ve mali kayıpların ötesinde sosyal, siyasal, milli birlik ve bütünlük açısından terörün maliyetleri olmuş ve olmaya devam etmektedir.

Bazen devletin bakış açısı ve mücadele yöntemlerinin yanlışlığı, temeldeki; sosyal, ekonomik ve siyasal nedenlerin görmezden gelinmesi ve PKK’nın basit bir güvenlik sorunu olarak algılanması, mücadele sürecinin uzamasına ve uzadıkça bölge halkının daha çok acı çekmesine, bu acıların yabancı devletlerin piyonu terör örgütünce suistimal edilip kullanılmasına ve örgütün gün geçtikçe bölgede daha çok destek bulmasına ve siyasallaşarak meclise girmesine neden olmuştur.

Devletin PKK sorununu böyle değerlendirip hafife almasıyla, başlangıçta bölgenin güvenliğini sağlamada zafiyet yaşanması, örgüt tarafından ortaya konulan baskı, şiddet ve yıldırma sonucu bölge halkı sindirilerek kontrol altına alınmaya çalışılmış, sürecin uzaması da çocuk yaşta gençlerin daha çok kandırılarak ya da kaçırılarak örgüte kazanılmasına sebep olmuş, daha sonraları da çatışmalarda öldürülen çocuk ve gençlerin cenazeleri geldikçe PKK terör örgütü en azından cenazeleri suistimal ederek yakınlarının sempatisini kazanmış, böylece örgüt siyasal alan bularak ülkemize maliyeti artmıştır.

PKK’nın Türkiye’ye Ekonomik Maliyeti

Türkiye’nin terörle mücadeleye yaptığı harcamalar çok farklı hesaplamalarla farklı sonuçlarla izah edilmeye çalışılmıştır. Yaptığı harcamaların ötesinde yerli ve yabancı sermaye yatırımlarının yapılamaması, üretime geçmelerinin gecikmesi, hatta mevcut yatırımların faaliyetlerini sonlandırmaları veya tesislerini terör bölgesinden başka bölgeye nakletmeleri, başta terör bölgesi olmak üzere ülkemizin kalkınmasına engel olmuş, hatta bazan gerilemesine sebep olmuştur.

Diğer taraftan, savunma yatırımları için Türkiye yaklaşık 40 yılda toplam 446 milyar dolar yatırım yapmıştır.

PKK terör örgütüyle mücadele için istihdam edilen korucu sayısı 75.000 olup 40 yılda ödenen ücret tahmini bugünkü değerle 58 milyar dolardır.

Türkiye’de yüzbin kişi başına düşen polis sayısı AB ortalamasından 233 kişi fazladır. Buna göre Türkiye olması gerekenden 200.000 polis fazla istihdam etmektedir.  Bu sayının sağlık ve sosyal güvenlik giderleri hariç sadece ücret toplamı 154 milyar dolardır.

Diğer taraftan ülkemizde 675.000 aktif etkin askeri personel bulunmaktadır.

Demokratik gelişmiş ülkelerde ortalama 1000 kişi başına 2,5 aktif askeri personel bulunmaktadır. Bu varsayımla, Türkiye’ye 215.000 asker sayısı yeterlidir. Buna karşılık ülkemizin asker sayısı 675.000 olup, 460.000 askeri personel fazlalığımız vardır. Ülkemizin bulunduğu coğrafi konum, çevre ülkelerin istikrarsızlığı, kaos içinde olması, komşularımızın ülkemizle ilgili niyetleri vb. hususlar dikkate alınırsa bin kişiye 4 askeri personel olması normal kabul olabilir. Bu durumda asker sayımızın 344.000 olması mümkündür. Bu varsayımla dahi 130.000 asker sayısı fazlalığımız olduğu görülür. Buna göre terör etkisiyle 40 yılda ülkemiz yine sosyal güvenlik ve sağlık giderleri hariç fazla istihdam edilen askerimize 100 milyar dolar maaş ödemesi yapmıştır.

Yazar İzzet Akyol’a göre PKK terör örgütünün ülkemize maliyeti 3 trilyon dolardır. Türkiye’nin son 40 yıldır yaklaşık 19,9 trilyon dolar GSYH olmuş ve bunun %2,23’ünü savunma yatırımlarına ayırarak 446 milyar dolar harcama yapmıştır. Türkiye gibi gelişmekte olan bir ülke için mecbur kalmadıkça GSYH’sının %2’nin üzerindeki oranını savunmaya harcaması ekonomiye büyük yük getirerek kalkınmasını frenlemiştir. Terör ve coğrafyadaki hassasiyetler olmasaydı, Türkiye GSYH’sının %1’ini savunma harcamalarına ayırması yeterli olur ve yaklaşık 40 yılda o günün değerleriyle toplam 246 milyar dolar savunma harcamalarından tasarruf yapılırdı. Böylece askeri yatırım harcamalarında fazladan 246 milyar dolar savunma yatırım harcaması yapmıştır.

Kısaca; teröründe önemli oranda etkili olduğu fazladan yapılan toplam savunma harcamalarımız 558 milyar dolar olmaktadır.

Doğu ve Güneydoğu Anadolu illerimiz olan; Elazığ, Erzincan, Erzurum, Malatya, Tunceli, Kars, Iğdır, Ardahan, Van, Bingöl, Hakkari, Bitlis, Ağrı ve Muş'tur. Adıyaman, Batman, Diyarbakır, Gaziantep, Kilis, Mardin, Siirt, Şanlıurfa ve Şırnak illerimizin 2023 YIL GSYH toplamı 95 milyar dolardır.

Bölge illerinin 2.000 yılı nüfusunu 40 yıllık ortalama nüfus olarak esas alırsak, illerin yıllık toplam 95 milyar dolar GSYH’sı olduğu görülmektedir. 40 yıllık GSYH 3,8 trilyon dolar olur. Terör nedeniyle bölge GSYH’ında %20 eksilme olduğu varsayılırsa terörün üretimde maliyeti 760 milyar dolar olur.

Sonuç olarak; PKK terörünün 40 yıllık harcama ve üretim kaybının yukarda sıraladığımız bazı varsayımlarla bulduğumuz Türkiye’ye maliyeti 1,3 trilyonu bulmaktadır.

2025 mart ayında verilen 1,2 milyar dolarlık yatırım teşvik belgesine göre 12.376 kişiye istihdam kapısı sağlanabilmektedir. PKK terör örgütüyle mücadele için harcanan 1,3 trilyon dolarlık  13 milyon kişiye daha istihdam sağlanabilecek olup halihazırda işsizimiz olmayacak, 13 milyon işgücünün halihazırdaki işgücü verimliliği üzerinden ekonomimize yıllık katkısı 455 milyar dolar olacaktı.

Bu verilere terör için yapılan harcamaların yatırımlara ve kalkınmaya harcanması halinde oluşacak kalkınma nedeniyle ortaya çıkacak gelir artışı kayıpları dahil değildir.

Ülkemiz, hemen hemen 300 yıldır yaptığı ıslahatlarla, reformlarla, fermanlarla ve anayasa değişiklikleriyle hep bir siyasi arayış içinde olmuştur. Aradığını bulamamış ki hala arayışını devam ettirmektedir. Ulaşılması gereken nokta sanırım çok zor bulunabilecek bir nokta değildir. Sadece hiçbir şartlanmışlık, bağnazlığa meyletmeden, çağdaş insani değerlerle, milli, manevi ve kültürel değerlerimizin harmanlanmasıyla ulaşılacak nokta ülke güvenliğini tehlikeye atmadan, terör örgütünün maliyetini daha fazla artırmadan, tam demokratik bir topluma ulaşacak hukuki ve siyasi, reformlarla sabitlenirse ülkemizin huzura ulaşabileceğini düşünüyorum.

Terörden daha büyük milli güvenlik sorunu noktasına ulaşmış sorunlarımız vardır. Bunlar; Ülkemiz hala bütün bölge ve kesimleriyle sağlıklı şehirleşme ve sanayileşme sürecini tamamlayamamıştır. TÜİK verilerine göre nüfusumuzun neredeyse %45’i açlık sınırının altında yaşamakta olup bu oranda nüfusumuz yine insan onuruna yaraşır, sağlıklı barınma ihtiyacını karşılayacak ev sahibi olamamıştır. Evi olmayan nüfusumuz, neredeyse açlık sınırının altında yaşayan nüfusumuza eşittir. Buna rağmen; evi olmayan ve açlık sınırının altında yaşayan nüfusumuzun oranı gittikçe yükselmekte ülkemizin beka sorunu olmaya devam etmektedir. Diğer taraftan; nüfusu ülkemizden 3 milyon daha az nüfusa sahip ülkelerden Almanya 43 milyon işgücünü istihdam etmektedir. En az 45 milyon işgücüne iş kapısı bulması gereken Türkiye 33 milyon işgücü çalıştırmaktadır. TÜİK verilerine göre, işsizlik tarifi nedeniyle işsiz sayımız ise 3 milyon civarında görülmektedir. Yine TÜİK verilerine göre gizli işsizlerle birlikte işsiz sayımız 12 milyon civarındadır. Bu durum çok ciddi bir milli beka sorunudur.

İşgücü, toprak, orman, sermaye ve suyumuzun verimsiz ve israf edilerek kullanılması çok tehlikeli denebilecek kadar çözümü aciliyet kazanmış hususlardır.  Yüksek teknoloji ürünü ihracatımız hala toplam ihracatımızın %5’leri civarındadır. Bu nedenle dış ödemeler dengesi açığı kapatılamamaktadır. Bütün bunlar gelişmiş, zengin ülke olamamamıza sebep olarak terörü beslemektedir.

Ülkemiz dahil Suriye, İran ve Irak’ta su kullanımında çok ciddi oranlarda su israfı olmaktadır. Bölge barışı ve kalkınması için ülkemiz ve bölge ülkelerinde su kullanımındaki israfın sonlandırılması için bölge ülkelerinin bir an önce sulama teknolojilerini ortak programlarla basınçlı sulama sistemlerine dönüştürmesi gereklidir. Bunun için programlar hazırlanıp uygulanması elzemdir. Dünya, Paris sözleşmesinde karar altına alınan sıfır emisyon hedefine ulaşamazsa iklim değişikliğinden en fazla etkilenecek olan coğrafyada bulunan çevre ülkelerinden onlarca milyon göç ülkemize doluşacaktır.

Diğer taraftan savunma sanayiindeki teknolojik gelişmeler göz ardı edilirse Türkiye, bütün sektörlerde teknolojik ve dijital dönüşümü gerçekleştirmek zorundadır. Osmanlının yıkılışının temel nedeni; dönemin teknolojisi ile üretim yapamayıp rekabet gücünü kaybetmesi ve bu nedenle aşırı borçlanmasıdır.

Yukarda sıraladığımız ve ülke bütünlüğü ve uluslararası alanda saygınlığımız için olmazsa olmazlarımız olan problemlerimizin çözümüne odaklanmak, sorun olarak PKK’yı ikincil sıraya düşürecek kadar hayatidir. Bu sorunların çözümü toplumu zenginleştirip, PKK veya başka terör veya ayrımcılık sorunlarımızın çözümünü de sağlayacaktır. Türkiye, sadece büyük devlet olmanın verdiği vakar ve özgüvenle hareket etmeli, ülke içinde yok edilmiş PKK terör örgütünün eli kana bulaşmış emperyalist uşakları olan liderleriyle muhatap olmadan ülkenin ekonomik sosyal sorunlarını çözmeye odaklanmalıdır.

PKK Türkiye’yi bölecek kadar taban bulamamıştır. En az bin yıldır birlikte yaşayan, evliliklerle akrabalıkları ciddi oranlara yükselmiş, emperyalistler tarafından ülkemizden koparılmaya çalışılan bütün kesimler ülke coğrafyasının tamamına yayılmış, birlikte iş, güç, mal mülk sahibi olmuş, kısaca ayrılmaları bölünmeleri imkansız hale gelmiş, kaynaşmış, tek parça haline gelmiş bir bütün olan toplumumuzu PKK ile muhatap etmek hangi kesimden olursa olsun toplumumuzun bütün kesimlerini rencide edecek bir tavır olur.

Aşağıdaki tabloda da görüleceği üzere ülkemizde hanehalkı büyüklüğü (bir evde yaşayan insan sayısı) ortalama 3,1 kişidir. Bütün illerimizde hanehalkı büyüklüğünü 3,1 varsayar ve kişi başına gelirlerini buna göre hesaplarsak ülkemizin bazı şehirlerini en fakirinden zenginine doğru sıraladığımızda aşağıdaki tablo oluşmaktadır. Buna göre Ordu tablodaki şehirlerimizin en fakiri, Şırnak en zengini olmaktadır. Tabloda da görüleceği üzere Karadeniz, Orta Anadolu ve Ege bölgemizdeki Ordu, Tokat, Sinop, Yozgat, Bayburt, Kırşehir, Isparta ve Nevşehir çoğu doğu ve güneydoğu Anadolu illerinden daha fakirdir. Şırnak, Hakkari, Siirt ve Batman ise listedeki en zengin üç ilimizdir.

Siyasetçi, sivil ve askeri bürokraside görev alanların vatandaşlarımızı hiç ayrım yapmadan aynileştirmesi ama PKK’nın yalanlarını kamuoyuna bütün detaylarıyla izah etmesi şarttır.

Diğer taraftan PKK’nın uluslararası bağlantıları, hangi yabancı güçler tarafından, kimlerin nasıl ve hangi amaçla kurduğu, kurdurulduğu, amacının bin yıldır birlikte yaşayıp et ve tırnak gibi bütünleşen, kader ve kültür birliği oluşturmuş, toplumsal olarak bütünleşmiş, halkımızın parçalanması halinde emperyalist güçlerin Filistin halkına yaşattıklarının aynısının ülkemiz halkına da yaşatılacağından kimsenin şüphesi olmamalıdır. Emperyalistlerin asıl hedefinin bu amaca ulaşmak olduğu kesindir.

Ders alınacak bir örnek vermek gerekirse; Stalin döneminde Türkiye SSCB’nin sınırına yakın bölgelerinde yaşayan Türk ve Kürt kökenlileri SSCB yönetimi aynı toplum olarak değerlendirmiş olmalı ki birlikte sürgün etmiştir. Onlarda gittikleri yerlerde ayrışmadan, hala bir toplum olmalarının gereğini yerine getirerek dostluk, komşuluk yapmaya, birlikte yaşamaya devam etmektedirler.

Ülkemizin çözülmesi gerekli çok fazla sosyal, ekonomik, eğitim, teknolojik problemlerini ıskalayıp PKK gibi yabancılar tarafından üretilen suni problemlerle meşgul olmak ülkemizin büyüklüğünün gündemi olamayacak kadar önemsiz bir sorundur.

ABD, AB ve İsrail bölgedeki sorunları kullanarak Kürt sorunu haline dönüştürmek için her yolu denemişler ancak yapılan kamuoyu araştırmalarına göre ülkemizi bölme yolunda başarılı olamamışlardır. Yukarda beka sorunu haline gelmiş ülke sorunlarımızın, Doğu ve Güneydoğu bölgeleri dahil bütün ülkede çözümü şarttır. Yukardaki tabloda da görüldüğü üzere terör sorunu olan bölgedeki iller ülke genelinden fakirlik dahil çoğu sorunda ayrışmış durumda değildir. Ancak bu ülkemizde fakirlik ve diğer saydığımız sorunların yokluğu anlamına gelmemektedir. Eğer sayılan sorunların özel programlarla çözümü sağlanmazsa yabancı güçler PKK’yı kullanarak sorunu kaşıyıp kangren haline getirme gayretini bırakmayacaklar ve bölge en azından psikolojik veya sosyolojik açıdan sorunlu bölge olmaya devam edecektir.

PKK kendi iradesi olmayan, yabancı emperyalist güçlerin kurup yönettiği kanlı bir terör örgütü olduğuna göre ülkemizin terörsüz Türkiye adıyla uzattığı çiçeği suistimal edip bağımsız bir devletin kabul edemeyeceği şartlar ileriye sürmeye başlamıştır. Bu nedenle Türkiye sağduyulu, sakin ve soğukkanlı hareket etmek ve Türkiye, Irak ve Suriye ile diğer bölge ülkelerinde sorunların çözülmesi için akılcı davranmazsa belki daha uzun yıllar bedel ödemeye devam edecektir.

Hanehalkı Büyüklüğü 3,1 Olduğunda Şehirlerin Fakirlik Sıralaması

Türkiye’de terör ve il gruplarına göre çeşitli ekonomik, sosyal göstergelerin ilişkisini verilerle irdelersek karşımıza aşağıdaki tablodaki sonuçlar çıkıyor;

2023 yılında TÜİK’e göre ülkemizde kişi başına GSYH 13.243 USD ve hane halkı büyüklüğü ortalama 3,1’dir. Daha çok terörün şiddetli yaşandığı illerden; Şırnak’ta 4,9’a, Batman’da 4,6, Van’da 4,3, Ş.Urfa’da 4,7, Siirt’te 4,5, Hakkari ve Mardin’de 4,4, Ağrı ve Diyarbakır’da 4,3, Isparta, Kastamonu, Kırklareli, Muğla, Karabük ve Sinop’ta 2,7’dir.

Türkiye’de terör ve il gruplarına göre çeşitli ekonomik, sosyal göstergelerin ilişkisini verilerle irdelersek karşımıza kısaca söyle bir tablo çıkıyor;

Hanehalkı büyüklüğü yükseldikçe kişi başına gelir azalmaktadır. Bu durum doğu ve güneydoğu illerimizin kıyasen daha fakir iller olarak algılanmasına sebep olmaktadır.

Diğer taraftan, geçmişte terörün daha yoğun yaşandığı illerde terörün yenilgiye uğratılması ile birlikte fakir grupların milli gelirden aldığı payda artış görülmüştür. Bunun temel nedeni terör bölgelerinde daha çok kırsal kesimde yaşayıp tarımdan geçimini sağlayan nüfusun teröristlerin baskısı nedeniyle ekonomik faaliyetlerini azalttıkları ve hatta durdurdukları görülmektedir. Bölgede fakirleşmenin bir başka nedeni ise halkın güvenliğinin sağlanamaması nedeniyle yaşanan göçlerdir.

Bütün illerde hanehalkı büyüklüğü 3,1 olsaydı, bazı şehirlerimizin kişi başına gelir düzeyi aşağıdaki tabloda görüldüğü gibi olacak ve illerimizin fakirlik, zenginlik sıralaması ilginç olarak değişecektir. Kişi başına gelir seviyesine göre seçtiğim 19 ili fakirliklerine göre sıralarsak en fakir ilimiz Ordu, daha sonra da Tokat, Van, Ağrı, Sinop, Hakkari, Yozgat, Bayburt, Bitlis, Şanlıurfa, Kars, Muş, Kırşehir, Batman, Isparta, Nevşehir, Siirt, Hakkari olduğu görülür. On dokuz il içinde en az fakir iller 19, 18 ve 17. sıradaki Şırnak, Hakkari ve Siirt illeridir.

Dikkat edileceği üzere kişi başına gelir sıralamasında bölgelerimiz arasında fark yoktur. İstanbul, Kocaeli, Bursa ve İzmir gibi bazı iller hariç hemen hemen her bölgeden fakir illerin olduğu, yani fakirlik veya zenginliğin terörün bahanesi olamayacağı bir gerçektir. Öyle olsaydı terörün en yoğun yaşandığı il Ordu olurdu.

PKK’nın toplumumuzu ayrıştırmak için suistimal ettiği kişi başına gelir dağılımına göre ülkemizin en fakir şehirlerini sıralarsak tabloda PKK’nın yalan söyleyerek Kürt toplumunu aldatmaya çalıştığı görülmektedir.

01/06/2025

Mehmet Yalburdak

E. DPT Uzmanı

 

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA