Mehmet YALBURDAK
Tüm YazılarıGiriş
İklim kanunundan bağımsız olarak Türk ekonomisinin yapısal bakımdan çözülecek temel problemleri vardır. Ancak söz konusu yapısal değişiklikler küresel ısınma ya da iklim kanunu ile de doğrudan ilişkili hususlardır.
Bu açıdan sanayi sektörünü irdelersek; sanayi üretimi katma değeri çok düşüktür. Ülkemizin sanayi üretiminde katma değer düşük olmasının yanında ihracat ya da üretimin ithalata aşırı bağımlı olması dış ticaret açığını kronik hale getirmiş olup Türkiye’yi borçlanmaya mahkum etmiştir. Sanayi üretiminde katma değeri yükseltecek, kronik dış ticaret açığı sorununu çözecek, borçlanma zaruretini ortadan kaldıracak teknolojik ve dijital dönüşüme ihtiyacımız vardır.
Savunma sanayi gibi bazı sektörleri istisna tutarsak, teknolojik gelişmelere ayak uyduramayışımız, bilim ve teknolojiyi önceleyen eğitim sistemi kuramayışımız, sermaye ve işgücü verimliliğini yükseltemeyişimize sebep olmakta bunlar da katma değer düşüklüğüne ve sanayimizin uluslararası pazarlarda rekabet edemeyişine sebep olmaktadır.
Türkiye’de Tarım Sektörü ve Su Kullanımında Yapılması Gerekenler
Dünya Bankası ve Çevre Şehircilik ve İklim değişikliği Bakanlığı verilerinden yaptığım hesaplara göre ülkemize 2020 yılında kişi başına 5.600 m3, toplamda ise 466 milyar m3 yağış yağmış, 28 milyar m3 yeraltından çekilen su ve 7 milyar m3 komşu ülkelerden gelen suyla birlikte kişi başına 6000 m3 toplam ise 501 milyar m3 su varlığımız oluşmuştur. Bu miktarın kişi başına 738 m3 toplamda ise 62 milyar m3’ü sanayi, tarım ve evlerde kullanma suyu olarak tüketimi olmuş, kalan suyun ise 274 milyar m3’ü buharlaşmış, 165 milyar m3’ü de denizlere ve komşu ülkelere akıp gitmiştir.
Toplam su varlığımızdan buharlaşan ve yeraltına sızan 274 milyar m3 ve kullanılan 62 milyar m3 çıkarılınca komşu ülkelere ve denizlere kişi başına yaklaşık 2.000 m3 ve toplam 165 milyar m3 su varlığımız akıp gittiği ortaya çıkar. Kullanılan toplam 62 milyar m3 ve kişi başına 738 m3 ile acil önlemler alınmazsa Türkiye su kıtlığı yaşayan bir ülke konumuna doğru ilerleyecektir. Bunun nedenini özellikle orta doğu ülkelerindeki su tüketimi ve yeterliliği ile birlikte değerlendirdiğimizde ülkemizdeki su konusu daha anlaşılır hale gelecektir. Diğer taraftan su konusu küresel ısınmayla birlikte değerlendirildiğinde; ülkemizde acil olarak su rezervuarlarının artırılması ve havzalar arası su transfer projelerinin ve su kullanımında en az 3 katı israfa yol açan vahşi sulama yerine yüksek basınçlı sulama sistemleri yatırımlarının süratle tamamlanması gerektiği görülmektedir.
Yapılan hesaplamalara göre; ülkemizden komşu ülkelere bırakılacak olan 115 milyar m3 su da çıkarıldıktan sonra ülkemizde toplam kullanılabilir su miktarının 112 milyar m3, kişi başına ise yaklaşık 1400 m3 kullanılabilir tatlı su miktarı dikkate alındığında, su zengini bir ülke olmadığımız anlaşılmaktadır. Aynı zamanda sahip olunan su kaynaklarını verimli ve israfsız kullandığımızda su fakiri sınıfına girmememizle birlikte, su kaynaklarımızı israf etmeden, planlı şekilde kullanmak mecburiyetinde olduğumuz aşikârdır.
Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanlığı’na göre sıcaklık artışları ve buna dayalı olarak su varlığımızda gittikçe meydana gelen sorunlar doğrudan küresel iklim değişimiyle ilgilidir ve küresel ısınmanın baskılarına göre değişen bir durum göstergesidir. Yüzey hava sıcaklığı, özellikle son yıllarda iklim değişimiyle ilgili çok net sinyaller vermektedir. Mutlak sıcaklık değişiklikleri ve değişim oranının her ikisi de iklim değişikliğinin olası etkilerinin önemli belirleyicileridir. Bunlar, yükselen deniz seviyeleri, seller ve kuraklıklar, Dünya’daki ve gıda verimliliğindeki değişiklikler ve bulaşıcı hastalıklardaki artışlarını içermektedir.
2022 yılı okyanus ve karaların küresel ortalama sıcaklıkları 14.7 °C ile 1991-2020 ortalaması olan 14.5 °C’nin 0.2 °C üzerinde gerçekleşmiştir. 2022 yılı Türkiye ortalama sıcaklıkları ise 14.5 °C ile 1991–2020 ortalaması olan 13.9 °C’nin 0.6 °C üzerinde gerçekleşmiştir.
Verilerden veya son yıllarda günlük hayatımızda gözlemleyerek görebildiğimiz kadarıyla küresel bazda ısınma olmaktadır. Bu nedenle; BM liderliğinde yapılan görüşmelerde Kyoto Protokolü ve Paris Antlaşmaları ile sera gazı emisyonları azaltılarak küresel ısınmayı tersine çevirmenin hedeflendiği bilinmektedir.
BM tarafından organize edilip yapılan toplantılarla alınan kararlarda hedef; sanayileşme öncesi ısı ortalamalarından en fazla 1,5-2 dereceyi geçmemek olduğuna göre BM tarafından son yapılan çeşitli toplantılarda ülkelere iklim kanununu iç hukuk haline getirerek uygulamayı daha ciddiye almaları gerektiği konusunda kararlar alınmıştır. BM kararlarına dayanarak ülkemiz İklim Kanunu’nu yasalaştırarak kurumsallaşma yolunda bir ileri adım atmıştır. Bu hususta kamuoyumuzdan itirazlar gelmektedir.
9 temmuz 2025 tarihinde yürürlüğe giren iklim kanunu ile ilgili itirazların temelinde; sera gazları salınımına %90’lara varan oranlarda sebep olan ABD, AB, Çin, Kanada, Rusya, Hindistan gibi ülkeler konuyu ciddiye aldığını gösteren yeterli tedbirler almazken, hatta bazıları bu alandaki uluslararası sözleşmelerden çekilirken, ülkemiz gibi gelişme yolundaki veya az gelişmiş ülkelere iklim değişikliğiyle ilgili ağır yüklerin yüklendiği yönündedir.
Diğer taraftan; çıkarılan kanunda, muğlak ifadelerin ağır bastığı, ekonomimize getireceği yüklerin belirgin olmadığı, tarım ve hayvancılık alanında üretimin önüne engeller çıkarılacağı itirazları görülmektedir.
Yukardaki tabloda da görüldüğü üzere, 2025 yılı itibariyle Dünya’da su kıtlığı çeken nüfus toplam nüfusun yaklaşık %34’üdür. Bizimde içinde bulunduğumuz su stresi olan ülkeler nüfus oranı ise %15’i bulmaktadır. Kısaca, su kıtlığı ve stresi yaşayan nüfus Dünya nüfusunun yarısına ulaşmaktadır. Bu durum, Dünya’da; sanayileşme, enerji üretim ve tüketimi, su kullanımı, orman ve ağaçlandırma, meralar vb. iklim kanunu olsun olmasın iklim değişimini doğrudan ilgilendiren konularda acil önlemlerin alınmasını zorunlu kılmaktadır.
Ülkemizde; başta orta Anadolu bölgesi olmak üzere Trakya, Ege ve Akdeniz bölgelerinin bazı kısımlarında küresel ısınma ve kuraklıklar nedeniyle; dereler, göller ve nehirler kurumakta veya yıldan yıla suları azalmaktadır. Bu durum iklim kanunu olmasa da tarım sektörü ve su kullanımında acil tedbirlere ihtiyacımızın olduğunu göstermektedir.
Bu gelişmeler sulama suyu kullanımında en az 3 kat israf içinde olan ülkemizde tasarruflu su kullanımını sağlayacak basınçlı sulama yatırımlarının acilen devreye alınması gerektiğini göstermektedir. Hatta; dijital toprak altı sulama teknikleriyle sulama suyu tüketiminde 3 kat yerine en az altı kata kadar tasarruf sağlanabileceği bilinen bir husustur. Sağlanacak su tasarrufları ile ekilen arazilerimizin tamamının sulanması ile bile tarımda bitkisel üretimi ortalama 3 kat artıracaktır. Ot verimliliğinin olması gerekenin %10’u kadar olan Meralarımızda da verimliliğin artırılması ile hayvancılığımızın ekonomimize sağladığı katma değer artışı bitkisel üretimdeki artışın tahminen en az iki katını bulacağı bilinmelidir.
Ülkemizde halihazırda yaklaşık 7 milyon hektar tarım arazisi sulanırken, sadece yeni sulama teknolojilerinin devreye alınması ile su kullanımında sağlanacak tasarruflarla en azından ekilen arazilerimizin tamamının, hatta meralarımızın ve suya ihtiyaç duyan ormanlarımızın bir kısmının da sulanabilmesi mümkün iken DSİ Genel Müdürlüğü; sahip olduğumuz sularla sulanacak alan hedefini yıllardır ısrarla 8,5 milyon hektarda sabit tutmaktadır. Halbuki su yönetimi ve yeni sulama teknolojileri konusunda alınacak önlemlerle su tasarrufları sağlanırken, buharlaşmaları azaltacak tarzda su rezervuarları yapılması, hatta buharlaşmayı büyük oranda düşürecek olan; baraj, göl ve nehirlerimizin uygun olanlarının üzeri örtülerek yapılan örtülerin üzerine de güneş enerji sistemleri yapılarak yüzeylerinin kapatılıp yenilenebilir elektrik üretilmesi, su fazlalığı olan havzalardan ihtiyacı olan havzalara su transferlerinin yapılması acil hale gelmiştir. Bunun yapılması halinde; ülkemizde yenilenebilir enerji üretim oranı artacak, emisyon hedeflerinin tutturulması kolaylaşacaktır.
Basında ve sosyal medyada insanların da karbon ayak izinin ölçülerek günlük hayatlarımıza sınırlamalar getirileceği yönünde çıkan haberlerin şimdilik doğru olmadığı bilinmelidir. Ancak sağlık sorunları nedeniyle gelişmiş ülkelerde daha çok doğal ürünlerin tüketilmesini teşvik eden düzenlemeler yapılmaktadır.
Kamuoyunun gündemini fazlaca meşgul eden bilgi kirliliği, kanunun teknolojik ve dijital dönüşüm, çevreye katkıları, ihracatta ithalatçı ülkeye ödeyeceğimiz vergilerin ortadan kaldırılarak ihracatımızın artırılması günlük hayatımızı dahi olumlu etkileyecek hususlardır. Ayrıca kanun olsun olmasın emisyon hacminin azaltılması, hava kalitesini iyileştirerek günlük yaşam kalitesinin yükseltilmesi ve su ile gıda güvenliğinin sağlanması, kaliteli yüksek teknoloji ürünleri üretiminin artırılması, refah seviyesinin yükseltilmesi için önemlidir.
Kanunun; sentetik et, böcek ve benzeri üretimler yapan küresel güçlerin ürettikleri ürünlerin tüketimini cazip hale getiren, seyahat özgürlüğünü sınırlayan vb. dayatmalar getirdiği şeklinde geçen asılsız haber ve metotların kullanıldığı da herkesin malumudur.
Sanayi Sektöründe Özet Olarak Yapılması Gerekenler
Türk ekonomisinin en temel sorunu verimlilik düşüklüğüdür. Örnek vermek gerekirse ülkemizde işgücü verimliliği 35.000 dolar iken gelişmiş ülkelerin çoğunda 100.000 ile 150.000 dolar arsındadır. İklim kanunu dolaylı yollarla ve muğlakta olsa sanayimizin verimliliğini ve uluslararası pazarlarda rekabet şansını artıracak hükümler getirmektedir. Sanayide verimliliğin ve katma değeri yüksek teknolojik üretim oranının yükseltilmesi rekabet şansımızın yükseltilebilmesi için iklim kanunu ile bağlantısı olmaksızın yapmamız gereken olmazsa olmazlarımızdandır.
Halihazırdaki verimlilik ve yüksek teknoloji ürünü katma değeri yüksek üretim oranımızın hiç olmazsa işgücü verimliliğini AB ile Türkiye verimlilik ortalaması olan 70.000 dolara yükseltilebilmesi bile GSYH tutarımızı 1,3 trilyon dolardan 2,3 trilyon dolara yükseltecek, bu seviye bile dış pazarlarda rekabet gücümüzü ve dış borçlanma ihtiyacımızı giderecektir.
İklim Kanunu Neler Getiriyor, Amacı Nedir?
Kanunun amacı, 2053 net sıfır emisyon hedefine ulaşmak için sera gazı emisyonlarını azaltmak, sahip olduğumuz toprak, su, orman ve mera varlığımızı verimli kullanarak biyoçeşitliliği korumak ve dirençli, akıllı şehirler kurmaktır.
Ancak kanun, küresel ısınmayı azaltmaktan önce küresel güçlerin baskısıyla sanayi ve emisyon ticaretine odaklanması nedeniyle kamuoyunda eleştiriler almaktadır.
Hedef olan net sıfır hedefine ulaşmak için sanayi sektöründe yapılacak dönüşümlerin gerektirdiği yatırımlar nedeniyle ülkemize maddi yükümlülükler getirecektir. İklim kanununa uyum sağlayabilmek için sanayi sektöründe ciddi bir dönüşüm taahhüdü hedeflenmektedir.
Kanuna göre; eğer demir çelik, alüminyum, gübre, çimento, elektrik ve hidrojen üretimlerinde karbon ayak izi ülke içinde ölçülüp fiyatlandırılmıyor/vergilendirilmiyor ise AB’ye ithalatında ithalatçı AB ülkesince karbon vergisi alınması hükmünü getirmektedir. Türkiye bu hükmün gereğini yerine getirmek için emisyon ticaret sistemini (ETS) oluşturarak, bahsedilen sektörlerdeki üretimin karbon emisyonu ölçülür, raporlanır, denetlenir ve vergisi ödenirse ürünlerin AB’ye ithalatında ürünlerin içeriğindeki karbonun tonu başına vergi ödenecektir. Bu hüküm kamuoyumuzda; ülkemize göre çok daha ileri düzeyde sanayileşmiş AB’nin ülkemize küresel haksız bir dayatması olarak algılanmaktadır.
Ülkemiz, sınırda karbon düzenleme mekanizmasına hazırlık için iki yıla yakın bir süredir demir çelik, alüminyum, gübre ve çimento sektörlerinde emisyon ölçümleme ve raporlama yapmaktadır, böylece hazırlık aşamasında önemli bir merhale geçilmiştir. Kısaca; sıfır emisyon hedefini tutturmak için emisyon üst sınırlarının belirlenmesi ve buna göre üreticilere hedef verilmesi gerekmektedir. Üreticiler verilen hedeflerin altında kalması halinde üstünde kalanlara emisyon hakkını satabilecek ve böylece bunun için yaptığı yatırımları geri kazanabilecektir. Bu noktada dikkat edilmesi gereken husus sanayimizin uyum sağlayabileceği kademeli hedeflerin belirlenip mümkünse bu konunun BM veya AB nezdinde kayıt altına aldırılmasıdır. Uluslararası ölçekte kabul görmüş emisyon hedeflerine uyum sağlanması durumunda sanayimizin uluslararası pazarda rekabet şansı da yükselecektir.
Diğer taraftan ülkemizde oluşturulacak ETS sistemiyle karbon fiyatları borsa sistemlerindekine benzer şekilde belirlenecek, yükselip düşebilecek, AB ülkelerinden düşük bir karbon miktarı tutturan üreticinin ürünleri ülkemiz içinde ölçülüp vergilendirilmeden AB ülkelerine ithal edilirse karbon farkının karşılığı ödenecektir.
Kanun hükmünün yerine getirilmemesi durumunda ihracatımızın neredeyse yarısına yakınını yaptığımız AB pazarını kaybetme riskimiz vardır. Diğer taraftan ETS oluşturulur ise ülkemizin emisyon oranı mutlaka azalacaktır. Bana göre tartışılması gereken konu; Türkiye’de ETS’nin sanayileşme seviyesine göre oluşturulmasının erken olup olmadığı veya zamana yayılarak uygulanabileceğidir.
AB 20 yıldan beri ETS sistemini oluşturmuş ve bu sayede emisyon oranını yarıya yakın azaltmıştır.
Bundan böyle ülkemizde de ETS sistemi sanayileşme stratejisinin bir unsuru olarak ele alınmak ve buna göre yeşil sanayileşme politikaları oluşturulmak zorundadır. Hatta sanayi sektöründe vergi ve ihracat ve yatırımlarda destekleme miktar ve oranları da bu politikaya ve Dünya’daki sektörel gelişmelere göre uygun olarak yeniden belirlenmelidir. Diğer taraftan; mevcut işletmelerin uyum sağlayabilmesi için sektörel veya işletme bazında ETS’ye uyumlu teknolojik ve dijital dönüşüm program ve projeleri hazırlanmalı ve bunun için de gerekli destekleme politikaları belirlenmelidir.
İklim kanunundan bağımsız olarak, önemli bir diğer husus da; yukarda değindiğimiz hususlara ilave olarak tarım sektöründe de; başta üretim maliyetleri ve israfını azaltan, verimlilikleri yükselten, üreticilerin ve ürün pazarlamalarının örgütlenmesi olmak üzere yapısal değişim ve dönüşüm programları hazırlanmak zorunluluğu vardır.
İklim Kanunu’nu getirdiği yeni duruma ayak uydurabilmek için öncelikle yüksek teknolojik ve dijital dönüşüm programları ve projeleri hazırlanarak yeni yatırımlardan daha çok mevcut işletmelerde dönüşüm desteklenirse kanuna uyumun ekonomik maliyeti azalacak süresi kısalacaktır.
Kanunda dikkati çeken diğer bir düzenleme de ‘’İl İklim Değişikliği Koordinasyon Kurulları’’ oluşturularak planlama ve uygulamaların tabana veya yerele de yaygınlaştırılmasıdır.
Ayrıca; biyoçeşitliliğin geliştirilmesi, dayanıklı akıllı şehirler inşa edilmesi, eğitim müfredatına iklim değişikliği, çevre ve yeşil dönüşüm konularının ilave edilerek gençlerde çevre bilinci oluşturulması da getirilen yeni uygulamalardandır.
Diğer taraftan STK’lar, meslek örgütleri ve kamuoyunun desteklerinin alınması doğru bilinen yanlışların önüne geçilmesini hızlandıracak ve kanunu uygulamanın başarı şansını artıracaktır.
01/08/2025
Mehmet Yalburdak
Güncel Yazıları
Terör ve Kalkınma
03 Haziran 2025
Suriye Örneği ve Bölgemizin Değerlendirilmesi
20 Mart 2025
Türkiye Topraklarının Hali
24 Şubat 2025
21. yy. Dünya Düzeni, İşbirliği, Güvenlik ve Barış Arayışları
18 Aralık 2024
Dünya, Türkiye ve Bölgemizde Su Yeterliliği
01 Kasım 2024
Tarım Sektöründe Gerekli Yapısal Değişiklikler
15 Ekim 2024
Bitkisel Üretim ve Hayvancılık İşletmelerinde İşletme Büyüklükleri ve Verimlilik..
08 Ekim 2024
Ormanlarımızda Verimlilik ve Üretim Artışı ve Milli Gelirimize Olası Katkıları..
18 Eylül 2024
Meralarımızın Kullanımında İsraf, Verimlilik ve Hayvancılığımız
07 Eylül 2024
Toprak Varlığımızın Kullanımı, Verimlilik ve Kalkınma
20 Ağustos 2024
Su Kullanımında İsraf, Verimlilik ve Kalkınma
06 Ağustos 2024
İsraf, Verimlilik ve Kalkınma
25 Temmuz 2024
Alt ve Üst Kültürler, Demokratik Devlet ve Mi̇lli Güvenlik
16 Temmuz 2024
Teknolojik Dönüşüm, Verimlilik ve İlgili Kavramlar
16 Temmuz 2024
Eğitim ve Verimlilik
08 Temmuz 2024