2025 sonbaharında yayımlanan yeni bir kuramsal çalışma, geleneksel bilimin en köklü kabulünü — evrenin yapıtaşının atom ve parçacıklar olduğu görüşünü — tartışmaya açtı. Araştırmacı Maria Strømme’ye göre, evrenin en temelde yatan “öz”ü atomlar değil; “bilinç alanı.”
Strømme’nin makalesi, bilimsel dergi AIP Advances’de yayımlandı ve derginin kapağına taşındı. Model, maddenin, uzayın ve zamanın — bildiğimiz anlamda “gerçeklik” anlayışımızın — aslında bu daha temel bilinç alanından türediğini öne sürüyor.
Bu kuramda, elektronlar, gezegenler, sinir sistemleri gibi fiziksel nesneler; evrensel bilinç alanı içindeki düzenli örüntüler, titreşimler ya da “dalga kırılmaları” olarak tanımlanıyor. Strømme’ye göre, tıpkı kuantum alan kuramlarında olduğu gibi — parçacıklar alan içindeki dalgalanmalar ise — bilinç de evreni dolduran temel bir “alan” gibi düşünülebilir.
Kuramda üç temel unsur öne çıkıyor: “evrensel zihin”, “evrensel bilinç” ve “evrensel düşünce.” Bu unsurlar, tüm varoluşun altyapısını oluşturuyor. Strømme, zaman ve uzayın ortaya çıkışını, bu bilinç alanındaki simetri kırılmaları ve yapılaşmalarla açıklıyor — madde ve fizik yasalarının öncesinde bilinç olduğunu savunuyor.
Bu yaklaşım, uzun yıllardır fizik ile felsefe, nörobilim ve metafizik arasındaki sınırda tartışılan “bilinç nedir?” sorusuna yepyeni bir perspektif getirmeyi öneriyor: Bilinç, beyin ürünü pasif bir yan ürün değil; evrenin kökeni.
Bu kuram doğruysa, bilim dünyasında tamamen yeni bir paradigmaya kapı aralanmış olabilir. Çünkü bu model, “ölüm, yaşam, zihin, madde, evren” gibi kavramların anlamını kökten değiştirebilir — yalnızca bilimsel değil, felsefi ve etik açısından da sonuçları büyük olur.
Elbette bu teori hâlâ tartışma aşamasında. Bazı bilim insanları, bilinci “temel alan” olarak tanımlama iddiasını radikal buluyor; çünkü modern fizik, madde ve enerji ilişkileriyle evreni tanımlarken, bilinç gibi öznel bir kavramı yapısal bileşen olarak kabul etmeye hazır değil.
Son yıllarda kuantum fiziği, evrenin yapısı, zamanın doğası gibi konularda yaşanan gelişmeler — örneğin klasik deterministik yaklaşımların yetersiz kaldığını gösteren bulgular — bu tür alternatif kuramların bilim dünyasında yeniden gündeme gelmesini kolaylaştırmış görünüyor.