Dünya hızla değişen güç dengeleriyle yeni bir jeopolitik döneme girerken, Türkiye’nin yükselişi bu dönüşümün en dikkat çekici unsurlarından biri haline geldi. Al Majalla dergisinde yayımlanan Kemal Allam imzalı “Türk istihbaratının geri dönüşü ve dünya siyasetine etkisi” başlıklı analiz, Türk istihbaratının tarihsel köklerinden modern dönemdeki dönüşümüne uzanan kapsamlı bir tablo çiziyor. Analiz, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan ile ABD Başkanı Donald Trump arasında geçtiğimiz ay Washington’da gerçekleşen görüşmeden yola çıkarak, Türkiye’nin artan nüfuzunun ardındaki görünmeyen gücü – yani Milli İstihbarat Teşkilatı’nı (MİT) – mercek altına alıyor.
Trump’ın, Erdoğan’ın sandalyesini çekerken “Onlar çok akıllı, çok güçlü” sözlerini dile getirmesi ve bu ifadeyi Dışişleri Bakanı Hakan Fidan ile MİT Başkanı İbrahim Kalın’a dönerek tekrarlaması, Ankara’nın bölgesel ve küresel dosyalardaki ağırlığını açık biçimde ortaya koydu. Analize göre, Türkiye’nin artan etkisinin ardında, klasik anlamda siyasal liderlikten çok istihbaratın derinleşen rolü bulunuyor.
Osmanlı’dan Modern Teşkilata: Asırlar Süren Miras
Al Majalla, Türkiye’nin istihbarat başarısının köklerini Osmanlı dönemine kadar götürüyor. Tarihçi Emrah Safa Gürkan’ın “Sultanın Casusları” kitabına atıfta bulunan analiz, Osmanlı İmparatorluğu’nun yalnızca gözetleme veya askeri keşif değil, aynı zamanda Avrupa saraylarının iç siyasetini yönlendirebilen bir casusluk ağına sahip olduğunu vurguluyor.
Bu dönemden itibaren Osmanlılar, coğrafi konumlarını, diplomatik zekâlarını ve kültürel nüfuzlarını Avrupa’nın karar mekanizmalarına dâhil etmekte ustalaşmıştı. Bu gelenek, imparatorluğun çöküşüyle sona ermedi; Cumhuriyet Türkiye’si, yüzyıllara dayanan bir kurumsal hafızayı miras aldı.
Atatürk Döneminden Soğuk Savaş’a
Al Majalla’nın analizine göre, Atatürk’ün kurduğu genç Türkiye Cumhuriyeti, I. Dünya Savaşı sonrasında Sovyetler Birliği’ne karşı en etkin istihbarat yapılanmalarından birine sahipti. Türkler, Soğuk Savaş boyunca Batı’nın gözü ve kulağı olarak görev yaptı.
Egemen Bezci’nin “Türk İstihbaratı ve Soğuk Savaş: ABD ve İngiltere Arasında Türk Gizli Servisi” adlı kitabına dayanarak, analiz Türkiye’nin Suriye ve Orta Doğu’daki derin nüfuzuna dikkat çekiyor. Suriye, yalnızca bir iktidar mücadelesi alanı değil; aynı zamanda karşı casusluk faaliyetlerinin merkezi olarak tanımlanıyor.
Bu dönem boyunca Türk istihbaratı, göçmen işçilerden diplomatlara, askeri ataşelerden akademisyenlere kadar geniş bir insan ağını kullandı. Osmanlı’nın istihbarat kurnazlığının modern biçimi, Türkiye’nin bugün Suriye, Irak, Kafkasya ve Afrika’daki etkisini şekillendiren temel unsur haline geldi.
Kuşçubaşı Eşref’ten Kalın ve Fidan’a: Mirasın Yeni Temsilcileri
Analizde, Benjamin C. Fortna’nın “Kuşçubaşı Eşref” kitabına da yer veriliyor. Eşref Bey’in Osmanlı istihbaratının sembolü haline geldiği ve düşman hatlarının gerisinde yürüttüğü faaliyetlerle imparatorluğun gücünü koruduğu vurgulanıyor.
Bu mirasın bugünkü temsilcileri olarak Hakan Fidan ve İbrahim Kalın gösteriliyor. Fidan, yaklaşık 15 yıl boyunca MİT’in başında görev yaparak Türkiye’nin dış politika vizyonunu yeniden şekillendirdi. Latin Amerika’dan Afrika’ya, Asya’dan Kafkasya’ya kadar geniş bir coğrafyada Ankara’nın etkisini artırdı.
Kalın ise akademik geçmişi, felsefi birikimi ve çok yönlü diplomatik deneyimiyle Türkiye’nin entegre istihbarat sisteminin “yeni yüzü” olarak tanımlanıyor. Al Majalla, Kalın’ın Suriye krizinde Beşşar Esad sonrası süreçte Şam’a ilk giden yetkili olmasına özellikle dikkat çekiyor.
Derin Devletin Evrimi: Bir Osmanlı Kavramı
Analiz, bugün uluslararası siyasette sıkça kullanılan “derin devlet” kavramının kökenini de Osmanlı’ya bağlıyor. İmparatorluğun son dönemlerinde, hayatta kalma mekanizması olarak geliştirilen bu yapı, Cumhuriyet döneminde yeniden biçimlendi ve bugün Türk devlet aklının sürekliliğini temsil eden bir yapı olarak değerlendiriliyor.
Bu süreklilik, Türkiye’nin yalnızca sınırları içinde değil, Tataristan’dan Kafkasya’ya, Orta Doğu’dan Afrika’ya kadar uzanan geniş bir nüfuz alanında hissediliyor.
Hava ve İstihbarat Gücü: Bayraktar’dan KAAN’a
Analizin son bölümlerinde, Türkiye’nin askeri teknolojideki yükselişi istihbaratın etkinliğiyle birlikte ele alınıyor. Polonya ve Macaristan gibi Avrupa ülkelerinin, Türk Hava Kuvvetleri’nin yükselişini dikkatle takip ettiği; Bayraktar İHA’lardan TUSAŞ KAAN savaş uçağına kadar geliştirilen projelerin yalnızca mühendislik başarısı değil, aynı zamanda stratejik bağımsızlık göstergesi olduğu belirtiliyor.
Hakan Fidan döneminde istihbaratın özel sektörle kurduğu bağlantıların, Türkiye’yi küresel savunma tedarik zincirinde yeni bir merkez haline getirdiği kaydediliyor.
Türkiye’nin Küresel Cazibesi
Sonuç bölümünde Al Majalla, Türkiye’nin artan etkisinin sadece teknolojiye değil, insan ve bilgi sermayesine dayandığını vurguluyor. Türkiye artık yalnızca NATO’nun bir üyesi değil; Afrika, Asya ve Güney Amerika’da ABD’nin hegemonyasına alternatif bir güvenlik ortağı olarak görülüyor.
Analiz, bu dönüşümün temelinde öğrenme, uyum sağlama ve yenilik üretme yeteneği olduğunu belirterek, Türk istihbaratının tarih sahnesine güçlü bir geri dönüş yaptığını ifade ediyor.
Diğer İçerikler