Toplumsal Hafızada Afetlerin Etkisi:
Toplumsal hafızalarda kazılmış tarihi zaferler ve barış hikâyeleri yanında depremler gibi afetlerin yarattığı acı tecrübeler ve trajediler de bazen insanlar arasında görünmeyen bir bağ oluşturur. Bunun nedeni de gelecek nesillere bu bağ üzerinde önemli tecrübelerin aktarılmasıdır. Şubat ayı başında esas olarak Türkiye ve Suriye’de meydana gelen deprem de bu kapsamda olup bu afeti ve beraberinde getireceği neticeleri çok boyutlu değerlendirmek büyük önem arz etmektedir. Can ve mal kayıplarını göz önünde bulundurduğumuzda, şüphesiz depremin oluşturduğu travmalar, bireysel ve toplumsal anlamda bazı değişimler yaratacaktır. Meydana gelen yıkıcı deprem sadece yer bilimleri, çevre bilimleri ve jeolojiyi değil, daha da fazla sosyolojinin önemli bir konusu olacaktır. Bu açıdan başta, toplumun acıyla baş etme ve yeniden ayağa kalkma stratejisi geleceğin önemli konularıdır.
Devlet-Toplum İlişkisi ve Afet:
Türkiye tarih boyunca can ve mal kaybına yol açan birçok depreme maruz kalmıştır. Sosyal ve ekonomik ihtiyaçları olağan dışı boyutlara getiren bu doğal afet, normal hayat akışına zarar veren ve kaos yaratan bir sosyal olgudur.
Krizler, doğal afetler, savaşlar, salgın hastalıklar ve diğer olağanüstü durumlar devletin ve toplumun hızlı hareketi ve altından kalkma kabiliyetini gerektirir. Şüphesiz Türk Devleti böylesi sorunların üstesinden gelebilecek tarihi bir derinlik ve tecrübeye sahiptir ve bunu da her alanda göstermektedir. Modern siyasal sistemler ve idari mekanizmaların hızla ve doğru yöntemlerle tepki göstermesi gerekir. Birey-toplum ve toplum-devlet ilişkisi, bu durumlarda, her zamankinden daha fazla işlevsellik ve bağlantı ile karşılıklı güveni gerektirmektedir. Ne yazık ki böyle durumlarda toplum, daha fazla çeşitli anlatılara, medyaya ve siyasi manipülasyonlara maruz kalmaktadır. Aktörler kendi amaçları doğrultusunda kullandıkları unsurları meşrullaştırarak mevcut durumundan istifade etmektedir. Bu konular da afet durumlarında üstesinden gelinmesi gereken hususlar olarak karşımıza çıkmaktadır.
Ulusal ve Uluslararası Dayanışma:
Dayanışma, kavram olarak toplumdaki bireylerin, grupların, kurumların etkileşim ve iş birliği içerisinde olmasıyla ve amaca yönelik birlik oluşturmasıyla yakından ilişkilidir. Ulus bilinciyle ilişkilendirilebilen bu meseleyi Anderson, Hayali Cemaatler kitabında, ulusların daima derin ve yatay bir yoldaşlık olarak tasarlandığını yazar. Bir ulusun bireyi olma duygusunun ve ulusal aidiyet bilincinin, yurttaşları canlarını feda edecek ölçüde kuşattığını vurgulamaktadır. Aynı geçmiş deneyimlere sahip, ortak yaşam pratikleri ile manevi değerleri paylaşan insanlar arasındaki birleştirici gücü bu durumlarda birlikte harekete geçmelerine yol açar. Türk toplumu hem ana vatanında hem de diasporada beraberlik, birlik ve mesafenin koparmadığı bağlılığı göstermiştir. Bu hususun özellikle son yaşanan deprem felaketinde daha bariz bir şekilde ortaya çıktığı görülmektedir. Bu gönül bağı Türk halkı için her zaman bir avantaj sağlamaktadır.
Türkiye'nin, mevcut coğrafi sınırlarından çok daha büyük olduğu, kendisine kültürel, dini ve tarihi açıdan gönülden bağlı birçok ülke ve bölgede yaşayanların duygudaşlığıyla gösterilmiştir. Depremden etkilenen bölgedeki Türk halkını arama kurtarma, maddi ve manevi yardım ve destek sağlamak için düzenlenen faaliyetlere dünyanın 90'dan fazla ülkesi katıldı. Soğuk Savaş döneminden bugüne Türkiye Cumhuriyeti, yakın ve uzak coğrafyalarda doğal afetlerden ve savaşlardan etkilenen bir çok ülkeye yardım eli uzatmıştır. 1950'de Kore Savaşı'nda bir Türk askerinin bir kız çocuğuna karşı ince davranışının çizimi (Ayla) son günlerde sosyal medyada Türk milletinin duygularına dokunmuştur. Kim bilir buna benzer daha kaç örnek bir çok ülkede çizilebilir. Tam da bu yüzden, geçmişte yapılan iyiliği ve günümüzün diplomatik ilişkilerini ve ortaklığını göz önünde bulunduran birçok ülke Türkiye'ye destek olmuştur. Türkiye'nin ve Türk insanının birçok ülkede uyandırdığı duygu dilsel, kültürel ve dini boyutları aşıyor. Müslüman ülkelerin gösterdiği birlik prizması kesinlikle çok değerlidir, çünkü aynı dine mensup olma ruhunun kaybolmadığını, dünya Müslümanları arasında çok canlı olduğunu dünyaya göstermiştir. Türkiye ile zaman zaman sorunlu ilişkileri olan Yunanistan, İsrail ve Ermenistan gibi ülkeler bile diplomatik ilişkilerini geliştirmek için ve Türkiye'ye yaklaşmak için derhal yardım ve kurtarma faaliyetlerine katılmıştır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti'ne derin tarihi ve kültürel bağlarla bağlı olan Bosna Hersek ve halkı söz konusu olduğunda, yaşanan deprem kendi trajedisi olarak karşılandı. Bir buçuk asrı aşkın süredir Türkiye'den coğrafi olarak uzak olmasına rağmen Bosna-Hersek halkının toplumsal hafızasında hiçbir zaman ortak geçmişi tamamen ortadan kaldırılamadı. Son günlerde Türk basınında yer bulan çok sayıda hikâye ve örnek bunun kanıtıdır. Maddi anlamda çeşitli ülkelerden gelen fonlar bölge için elbette önemli olacaktır, fakat küçük münferit yardım örnekleri de son günlerde Türk halkının hafızasına ve ruhuna kazındı. Örneğin, on iki yaşındaki Benjamin Mehanoviç, Saraybosna sokaklarında günlerce çay sattı ve kazandığı parayı Türkiye ve Suriye'ye yardım etmek için kullandı. Koca yürekli bu küçük adam, bahsettiğim basit ve ince hareketiyle toplumumuzun gururu oldu çünkü bize, bireyler olarak belki çok büyük şeyleri yapamayabileceğimizi ancak küçük şeyleri büyük bir sevgiyle yapabileceğimizi göstermiştir. Bu da her iki ülke arasındaki bağları daha da kuvvetlendirmiştir.
Her bir afet sonrasında toplum, afetin yarattığı tahribatı telafi etme yönünde refleks geliştirir. İyileştirme sürecinin uzun ve zor olacağını kesin, fakat birlikte hareket eden Türk milleti daha önce olduğu gibi bu zorluğa karşı da direnecektir. Bu toplumsal trajedi gelecek nesiller için öğretici bir acı ders olmalı, ona göre birçok toplumsal beceri geliştirilmelidir. Ayrıca, ekonomi, göçmen yönetimi ve toplumsal (psikolojik ve ruhsal) sağlık üzerinde durulması gerekecek alanlardandır. Türk milletinin yardımseverliği, yüce gönüllüğü, birlikteliği ve beraberliği ülkenin güç kaynağı olacak, depremde hayatını kaybeden insanları anarak, yıkılan şehirleri yeniden inşa edilecek ve canlandırılacaktır. Türk halkının bunu başaracağından kimsenin şüphesi olmamalıdır.




