Adres :
Aşağı Öveçler Çetin Emeç Bul. 1330. Cad. No:12, 06460 Çankaya - Ankara Telefon : +90 312 473 80 41 - +90 530 926 41 13 Faks : +90 312 473 80 46 E-Posta : sde@sde.org.tr

Barış İnşa Etme Sürecinde Eğitimin Rolü

Dajana BARUSİC
18 Mayıs 2021 11:26
A-
A+

Barış sadece şiddetin olmaması değil, aynı zamanda her türden insan güvenliği ve adaletin varlığıdır.
John Galtung

Bazıları tarafından Güneydoğu Avrupa olarak da isimlendirilen Balkanlar, uzun bir süredir barış ve istikrara hasret. Fransız ihtilali sonrası ulus devletlerin ilk oluştuğu bölge olma özelliği taşıyan Balkanlar, o günden beri sürekli olarak birbirine karşı nefret ve düşmanlık söylemleri üretiyor. Okullardan ve eğitim kurumlarından başlayarak, sürekli işlenen bu söylemler şüphesiz bölgedeki barış ve istikrarın önündeki en büyük engel.

Yıkıcı savaşların ve katliamların yaşandığı bir coğrafyada toparlanma süreci oldukça  zor. Bilinçli yaratılan tramvaların atlatılması da öyle. Geçmişte yaşananlar tüm taraflar için acı bir hatıra ve bazı sorulara cevap bulunması çoğu zaman zor. Oysa Balkanlar aynı zamanda bir kültür bölgesi ve dikkatle incelendiğinde benzerlikler, farklılıklardan çok çok fazla. Eğer gerek eğitimde, gerekse kültürel anlamda bu benzerlikler öne çıkarılabilirse, insanlar birbirini daha iyi anlayabilir ve benzerlikler üzerine barış dolu bir gelecek inşa edilebilir.

Bu konuda Boşnak, Sırp ve Hırvatlar üzerinden bir inceleme yapmak olayın daha iyi anlaşılması açısından faydalı olacaktır.

Balkanlarda en fazla acının ve çatışmanın yaşandığı alanlardan birisi de eski Yugoslavya topraklarıdır. Bu bölgelerde yaşayanlar arasında oluşturulacak bir kültürel yakınlık ve barış söylemi, ister istemez tüm Balkanları da etkileyecek, bu ise Balkanlarda yaşayan halkların geleceklerine sosyal, kültürel ve ekonomik olarak olumlu etki edecek ve bölgenin şu ana kadar yaşadığı makus talihini tersine çevirecektir.

Eski Yugoslavya toprakları bu değişimin yaşanması gereken ilk yerlerden birisidir. Aslında savaş sonrası toplumlarda geçmişin hatırlanması  siyasi ve kültürel elitleri rahatsız etmektedir.  Doğruyu görememe veya inkar etme bu bağlamda karşılaşılan en büyük güçlüklerdir. Bu olunca da dolayısıyla bazıları için bir savunma mekanizması ortaya çıkmaktadır.

Barış kavramı altında bir arada var olma ve uzlaşmakla birlikte, gelecekteki çatışma ihtimalleri konusunda da barışçıl bir yol izlemek gerekir. Barış çalışmaları ve insan hakları konusunda Birleşmiş Milletlere katkısı olan Franklin Roosevelt’in eşi Eleanor Roosevelt bu konuda: ‘‘Barış hakkında konuşmak yetmiyor barışa inanmak gerekir… Sadece inanmak da yetmez, barış büyük bir emek gerektirir’’ demişti. Bazıları barışa inanmayınca da doğal olarak barışı sağlamak hayal oluyor.

Barışı sağlama çabası ve gayretinin temelinde eğitim olmalıdır. Çünkü eğitim kısa vadede doğrudan çatışmaya engel olmasa da barış koşullarının yaratılmasında uzun vadede en etkili çözüm gibi gözükmektedir. Oysa günümüzde Balkanlardaki eğitim sistemi incelendiğinde; savaş suçları, faşizm, etnik temizlik, sistematik insan hakları ihlallerinin açıklanmasında bir çok sorunu içerdiği görülür. Bu noktada barış inşasının önündeki diğer bir zorluk da eğitim sistemlerinin milliyetçi politikalar için “bilimsel gerekçeler” üretme işini üzerine almış olmasıdır.

“Modern toplumsal düzenin temelinde cellat değil öğretmen vardır.”

Savaş, her ne kadar olumsuz ve trajik bir süreç olsa da tarih boyunca bir milletin kahramanlık imtihanı olarak görülmektedir. Bu husus Balkanlar için de geçerlidir. Balkanlarda yer alan ülkeler de milliyetçi nesiller yetiştirmeyi hedefleyen eğitim sistemlerine sahipler ve bu amaçla kendilerine düşmanlık üzerine kurulu tarihler yaratmakla meşguller. Genç nesillerde vatanseverlik duygusu uyandırırken, ötekini, kendinden farklı olanı, neticede düşman olanı tanımlamaya çalışıyorlar. Bu şekilde manipüle edilmiş bir tarih eğitimi ise genelde bir milletin ayakta kalmasını, diğerlerinin yok edilmesine bağlıyor, vurguluyor.

Savaş tecrübesi ve büyük travmalar hakkında ilk bilgi kaynakları ise çoğu zaman tek taraflı bakış açısı. Böyle bir bakış açısı sosyal bölünmelere ve gruplar arasındaki düşmanlığın artmasına yol açmaktadır. Mağduriyet, zulüm, haksız muamele görme, şehitlik  vb. ifadeler  kullanıldığı zaman,  sıcak milliyetçilik kendiliğinden ve çok kolay oluşabilmektedir. Bunun için mağduriyete dair birkaç örneğin öne çıkarılması fazlasıyla yetmektedir.

Tarih ile yüzleşmek çoğu zaman ötekini suçlamak,  kendi milletinin kayıplarını ve acılarını öne çıkarırken, ötekileştirdiği karşı tarafın yaşadığı acıları görmemezlikten gelmek ve onları umursamamak bu anlamda yapılan en büyük hatalardır.

Yugoslavya’da  uzun yıllar boyunca ‘kardeşlik ve beraberlik’ sloganı altında milletlerin homojenleştirilmesi söz konusuydu. Yugoslavyanın dağılmasından önce, bunu öngören milletler tarafından farklı bir tarih anlatımı ortaya çıkmaya başladı: Kendini mağdur göstermek ancak yüzyıllar boyunca kendisiyle aynı coğrafyayı paylaşan diğer ulusları; kötü, işkenceci  ve saldırgan olarak nitelendirmek.

Hırvatistan, Sırbistan ve Bosna Hersek’te  orta okullarında ve liselerde okutulan tarih kitaplarında yer alan, 1990’lardaki savaşın sebeplerine,  sürecine ve neticelerine baktığımızda şöyle bir özet çıkarmak mümkün:

Hırvatistan’da “Vatan Savaşı’’ olarak adlandırılan süreç, daha 1992’den beri okutulmaya başlandı ve okul müfredatına dahil edildi.  Savaşın başlamasının en önemli   sebepleri ise şu şekilde gösterildi: Modern Hırvatistan’ın kurulması, bazı şehirlerde Sırp azınlıkların ayaklanmaları ve en önemlisi Sırp liderlerin yayılmacı politikası ve “Büyük Sırbistan” kurma hayalleri.

Duygu yüklü ve siyasallaşmış dilin kullanılması düşmanlık oluşturma anlatımın  en önemli özelliğidir. Sırbistan’da 90’lar savaşı, 1993 yılından itibaren okul müfredatına dahil edildi. Bosna Hersek ve Hırvatistandan farklı olarak, Sırp aktörlerin hamleleri oldukça azaltılmış, suç komşu ülkelere ve ötekilere yüklenmiş ve özellikle “Slovenya ve Hırvatistan’ın ayrılması, milli duygularının güçlenmesi, dolayısıyla II. Dünya Savaşında Ustaşalar tarafından  Sırplara yapılan katliamların korkusunu yeniden  canlandırılması” gibi ifadeler kullanılarak, böylece Hırvat topraklarında otonomi istekleri  haklı gösterilmiştir. II. Dünya Savaşı sırasında Faşist bir yönetimin olduğu Bağımsız Hırvat Devleti bazı Sırpları toplu kamplarda sistematik olarak katletmi ve bu Sırp milletinde derin bir travma oluşturmuştu. Sırplar bunu 1990’larda Hırvatlara karşı eylemlerinde bir argüman olarak kullanmıştır.

Ayrıca her üç tarafın aynı ölçüde savaş suçlusu olduğu vurgulanmakta ve savaş sırasındaki kayıplarının hemen hemen her üç entite için eşit olduğu algısını oluşturmaktadır. Hırvatça ve Sırpça kitaplarda durum böyle iken, Boşnak dilindeki tarih kitaplarında, Hırvat-Sırp çatışmasından kısaca bahsedilip bunun, Bosnadaki savaş için bir hazırlık dönemi veya giriş  olduğu söylenmektedir.  Ayrıca “Sırp saldırı eylemi”, “etnik temizlik”, “Srebrenica Soykırımı” gibi  ifadeler  yer almaktadır. Kitaplarda dikkat çeken diğer hususlar ise Sarajevo ve Srebrenica merkezli bir yaklaşımla, diğer tarafların kayıpları üzerinde fazla durulmamakta, örneğin Hırvat ve Sırpların bulunduğu toplanma kamplarından hiç bahsedilmemektedir.

İhtilafa sebebiyet veren birkaç nokta daha var ki bunlar da: Sırp ve Hırvat kitaplarındaki Hırvat askeri harekatı ‘Oluja’nın,  iki taraf arasında tamamen farklı değerlendirmesi, Boşnakça kitaplarda Srebrenica soykırımını Holocausta benzetilmesi gibi olaylardır.

Açıkça görülüyor ki, her üç taraf da daha önce bahsedildiği şekilde, ötekileştirici, öğrencilerin sorgulama ve eleştirme yeteneklerini teşvik ederken bile tek taraflı, özellikle seçilmiş ve yönlendirmeyi amaçlayan fotoğraf, olay ve metinler üzerinden milliyetçilik yapma gayesi gütmektedir. 

Ötekileştirmeyi daha da derinleştiren ve nefret söylemlerın sürekli bulunduğu  medya etkisinde yetişen genç nesillerin zihniyetlerini ancak uygun, medeni, barışçıl ve geleceğe dair birliktelik gibi düşünceler olumlu etkileyebilir. Tarih bize, dünyanın her yerinde savaşın ne kadar yıkıcı ve barışın ne kadar kutsal olduğunu öğretiyor. Balkanlardaki tarihçilere düşen en önemli görev ise bunu yeni nesillere aktarmak.

Balkanlarda ayrışma ve ötekileştirme yerini bir araya gelme ve benzerlikler üzerine yoğunlaşmaya bırakmalı ve birbirine karşı olarak değil, bir araya gelerek her beraber gelişme ve yükselme esas alınmalıdır. Bunun başlayacağı yer ise okullardaki müfredatlardan ötekileştirici ifadelerin ortadan kaldırılmasıdır. İşte o zaman bugün insanlara acı veren bir çok olay ve anlaşmazlık kendiliğinden çözümlenir, Balkanlar ekonomik ve kültürel açıdan bir araya gelir ve bu da şüphesiz Balkanların geleceğine barış, huzur ve kalkınma olarak yansır.