Yakın zamana kadar Batı’da öne çıkan Müslüman siyasetçilerin çoğunun, daha çok kişisel kariyerlerini ve bireysel hedeflerini önceleyen bir çizgide hareket ettikleri görülüyordu. Bu nedenle ne Müslümanlara ne de yaşadıkları toplumların geneline gerçek anlamda fayda sağladıkları söylenebilirdi.
New York’ta Zahran Mamdani’nin kazandığı zafer, bu kalıbın dışına çıkan dikkat çekici bir örnek oldu. Amerika Birleşik Devletleri dışında doğmuş Müslüman bir göçmen olmasına rağmen New York belediye başkanlığı için inandığı ilkelerden ve kendi kimliğinden taviz vermeden mücadeleye girdi ve seçimleri kazandı. Amerika’nın köklü siyasal düzenine meydan okuyan bu sonuç, yalnızca yerel bir hadise olarak kalmadı; yankısı Washington’dan Tel Aviv’e kadar ulaştı ve adeta Beyaz Saray’ın dengesini sarstı.
Zafer konuşmasında Mamdani, kürsüye çıkarak Müslüman olduğu, göçmen olduğu ve kendisini “sosyalist” olarak tanımladığı için asla özür dilemeyeceğini açıkça vurguladı. Bu kararlı tutum, bazı çevreleri öfkelendirdi.
Mamdani’nin bu tavrını anlamak için, ailesinin entelektüel ve kültürel arka planına, onun kişiliği ve siyaseti üzerindeki etkilerine kısaca bakmak gerekir.
Ailesi ve Düşünsel Mirası: Kültürel ve Entelektüel Arka Plan
Zahran Mamdani, Hindistan kökenli Müslüman bir ailenin çocuğu olarak Uganda’da dünyaya geldi. Babası Mahmud (Mahmood) Mamdani, Afrika’nın önde gelen siyaset bilimcilerinden biridir ve sömürgecilik sonrası toplumlarda kimlik, adalet ve iktidar ilişkilerini inceleyen eserleriyle tanınır. Columbia Üniversitesi’nde profesör olan Mamdani, “Good Muslim, Bad Muslim” adlı çalışmasında Batı’nın İslam dünyasına yönelik çifte standartlarını eleştirir; sömürgecilik ve siyasi şiddet üzerine pek çok eseri bulunmaktadır.
Kitaplarında ve derslerinde Siyonizmi, yerleşimci sömürgeciliğin bir biçimi olarak tanımladığı için İsrail yanlısı çevrelerin hedefi olmuş, “aşırılık”la suçlanmıştır. 2024’te Gazze’ye yönelik savaş sırasında Columbia Üniversitesi’nde düzenlenen protestolarda da panellere aktif biçimde katılmış, Filistin lehinde tavır almıştır.
Annesi Mira Nair ise Hindistan doğumlu bir film yönetmeni ve aktivisttir. “Salaam Bombay” ve “Monsoon Wedding” gibi filmleriyle tanınan Nair, yapıtlarında göç, aidiyet, toplumsal adalet ve kimlik temalarını işler. Böyle bir atmosferde yetişen Zahran’ın kişiliğinde sanatın duyarlılığı ile düşüncenin eleştirel gücü birleşmiştir. Bu entelektüel çevre, onun siyaset anlayışında “adalet” ve “eşitlik” kavramlarının merkezî bir yere sahip olmasını sağlamıştır.
2013 yılında Nair, Hayfa Film Festivali’ne davet edilmesine rağmen bu daveti açıkça reddederek, “İsrail’de ırk ayrımı (apartheid) sistemi devam ettiği sürece oraya gitmeyeceğim. Duvarlar yıkıldığında ve devlet artık bir dini diğerine tercih etmediğinde İsrail’e gideceğim.” açıklamasını yapmıştır. Bu tutum, hem Filistin meselesine hem de adalet fikrine bağlılığının çarpıcı bir ifadesidir.
Mira Nair, oğlunun nasıl bir ortamda büyüdüğünü şu sözlerle anlatır: “Bizim yazdığımız, düşündüğümüz ve ürettiğimiz her şey, Zahran’ın derinden etkilendiği bir dünyayı oluşturdu. O daha çocukken evimizin misafirleri, akademi dünyasının önemli isimleri ve sömürgecilik karşıtı düşünürlerdi; kocamın meslektaşları olan merhum Filistinli düşünür Edward Said ve tarihçi Rashid Khalidi gibi.” Bu ortam, Zahran Mamdani’nin erken yaşta siyasi bilinç kazanmasına zemin hazırlamıştır.
Filistin davasına sahip çıkması, babasının izinden giderek akademik bir yol seçmesi de bu arka planla yakından ilgilidir. Nitekim 2014’te Afrika Çalışmaları alanında lisans eğitimini tamamlamıştır. Özetle, Zahran Mamdani’nin kişiliği; annesi Mira Nair’in sanatsal duyarlılığı, babası Mahmood Mamdani’nin sömürgecilik karşıtı entelektüel mirası ve her iki ebeveyninin adalet ile kültürel kimlik konusundaki derin bilinciyle şekillenmiştir.
Bu çevrede yetişen Zahran, toplumsal bilinç ve politik duyarlılıkla genç yaşta tanışmıştır. Üniversiteye girdiğinde, Filistin için kurulan öğrenci hareketlerinden biri olan “Students for Justice in Palestine” (Filistin İçin Adalet Öğrencileri) örgütünün kurucuları arasında yer almıştır. Dolayısıyla Mamdani’nin politik kimliği, çocukluğundan itibaren içinde bulunduğu çok kültürlü, sömürgecilik karşıtı ve eleştirel entelektüel çevreyle yakından bağlantılıdır. Ailesi, “adalet, eşitlik ve anti-sömürgecilik” kavramlarını hayatlarının merkezine koymuştur.
Bu sebeple Mamdani’nin siyaseti yalnızca ekonomik adalet talebine değil, aynı zamanda ırksal, dini ve toplumsal adalete dayanır. Sistemin bazı grupları “hak eden”, bazılarını ise “hak etmeyen” olarak ayırmasına karşı çıkar. Bunu şu sözleriyle özetler: “Kimliğim nedeniyle hiç kimsenin avantajlı ya da dezavantajlı olmadığı bir toplum istiyorum. Bu yüzden adalet bölünemez.” Onun “Adalet bölünemez” sloganının felsefi zemini de buradan beslenir.
Eşi ve Ortak Siyasi Duruş
Mamdani’nin eşi Rama, 28 yaşında; ABD’nin Teksas eyaletine bağlı Houston şehrinde Suriyeli bir anne-babadan dünyaya gelmiştir. Kısa bir süre Virginia Üniversitesi’nin Katar’daki Sanat Fakültesi’nde eğitim gördükten sonra New York’taki School of Visual Arts’ta illüstrasyon alanında yüksek lisans yapmıştır.
Rama’nın politik görüşleri, sanatına da açık biçimde yansır. Siyah-beyaz çizimlerinde Orta Doğulu kadınlar, Gazze’deki açlık ve Filistin bayrağı gibi temalar öne çıkar. Bu sanatsal tavır, genel olarak eşi Zahran’ın politik düşünceleriyle uyumlu bir çizgi izler. Rama, ABD’deki geleneksel medya düzeninde alışıldık kalıpların dışında bir figür olarak öne çıkar. Sahnede başörtüsü takmamakla birlikte kimliğini inkâr etmez; Filistin’i savunurken “Arap olduğum için değil, insan olduğum için” ifadesini kullanır. Bu tavır, çifti hem politik hem kültürel alanda yeni bir değer sisteminin öncüleri haline getirmiştir.
Bu yönüyle Mamdani çifti, Amerika’daki Müslüman göçmenlerin “eriyip kaybolması” değil, kendi kimlikleriyle var olmalarının sembollerinden biri sayılmaktadır.
Hitabet Gücü ve Halkla Bağ Kurma Becerisi
Zahran Mamdani, ses tonunu, vurgularını ve yüz ifadelerini ustalıkla kullanarak hem kalabalıklar hem de siyasi rakipleri üzerinde güçlü bir etki bırakmaktadır. Konuşmalarında kullandığı dil, seçmenlere bir “politikacı” dan ziyade “eşit bir yurttaş” olarak hitap eden bir figürü çağrıştırır. Bu yönüyle Barack Obama’nın söylem gücünü, Bernie Sanders’ın adalet merkezli mesajlarını hatırlatır. Mamdani, Obama’nın 2008 kampanyasında ırk meselesine dair yaptığı konuşmadan ilham aldığını da açıkça dile getirmiştir.
Hitabet yeteneği, sadece halkın kalbini kazanmakla kalmaz; siyasi liderler üzerinde de etkili olur. Düşüncelerini akıcı biçimde ifade eder, ses tonunu ve vurgularını ustaca kontrol eder; mimiklerini etkin biçimde kullanır. Kelime seçimleri dinleyiciyi derinden etkiler.
Mamdani’nin bir başka önemli özelliği de çok dilli olmasıdır. İngilizce, Arapça, Hintçe, Bengalce ve İspanyolca konuşabilmektedir. Bu durum, göçmen topluluklarla kurduğu iletişime büyük bir güç katmaktadır. Konuşmalarında zaman zaman bu diller arasında geçiş yapması, dinleyiciye güçlü bir samimiyet duygusu verir.
Onun genç yaşına rağmen geniş destek bulmasının sebeplerinden biri, Amerikan toplumunda yükselen yeni kuşağın eski siyasi dilden yorulmuş olmasıdır. Bu kuşak, kimlik siyasetine sıkışmış söylemlerden ziyade adalet, iklim krizi, eğitim, sağlık ve insan onuru gibi evrensel konular etrafında söz kuran liderler aramaktadır. Mamdani de tam olarak bu dili kullanmaktadır.
Bu hitabet gücü, Mamdani’nin hem Demokrat Parti içindeki rakiplerini geride bırakmasında hem de geniş kitlelere ulaşmasında belirleyici olmuştur. Konuşmalarının üslubu ve metinlerinin hazırlanmasında kimlerin danışmanlık yaptığı tartışılsa da bilinen gerçek şu ki, onun söylemi özellikle iki isimden —eski ABD Başkanı Barack Obama ve bir senatörden— etkilenmiştir.
New York belediye başkanlığı zafer konuşması, bu hitabet gücünün en görünür örneklerinden biri olmuştur. Konuşmanın bazı bölümleri, siyasi iletişim alanında örnek metinler olarak incelenmeye başlanmış; uluslararası medya kuruluşları, konuşmanın hemen ardından bu kesitleri yayınlayıp etkisini yorumlamak için adeta yarışmıştır.
Mamdani’nin iktidar ve servetin küçük bir zümrenin elinde toplanmasını, milyarderler ve dev şirket ağlarını hedef alan söylemi, zengin kesimlerin tepkisini çekmiştir. Zenginlerden daha fazla vergi alınması, düşük gelirli gruplar için konut, ulaşım ve çocuk bakımına yatırım yapılması gibi yapısal değişiklikler talep etmesi, onlarca milyarderin organize biçimde kampanyasına karşı harekete geçmesine yol açmıştır. ABD’nin dört bir yanından 26 milyarder ve varlıklı aile üyesi, onu yenilgiye uğratmak amacıyla 22 milyon dolardan fazla para harcamıştır.
Kimlik, İslamofobi ve Siyasi Direnç
Mamdani’den korkanlar yalnızca sermaye çevreleri değildir. On yıllardır İsrail’i destekleyen Amerikan siyasal düzeni, bugün hâlâ Gazze’de işlenen savaş suçlarını açıkça eleştiren Müslüman bir liderin varlığından tedirginlik duymaktadır. Eski Amerikan anlatısının özellikle Z kuşağı arasında ciddi biçimde sorgulanmaya başlaması, 7 Ekim sonrası süreçte daha da görünür hale gelmiştir. Kamuoyu yoklamaları da bu dönüşümü doğrulamaktadır.
İsrail’i destekleyen çevreler, Mamdani’nin İsrail hakkındaki farklı görüşlerinden ötürü ondan ciddi anlamda çekinmektedir. Bu nedenle sık sık antisemitizm suçlamalarına maruz kalmış, söyleşileri çarpıtılarak “Yahudi düşmanı” ve “İsrail takıntılısı” olarak lanse edilmeye çalışılmıştır. Oysa asıl kriz, Mamdani’nin kazanmasının, Amerikalıların onlarca yıldır süren “İsrail konusunda fikir birliği”ne meydan okumaya hazır olduklarını gösterecek olmasıdır. Bu ihtimal, hem Cumhuriyetçi hem de Demokrat Parti içinde rahatsızlığa yol açmaktadır.
Sıradan seçmen açısından bakıldığında, Müslüman bir belediye başkanının insan haklarını açıkça savunması, yalnızca Yahudi toplumu için değil, mevcut iktidar yapısı için de bir tehdit olarak algılanmaktadır. Cumhuriyetçi Parti üyeleri ve popülist sağ, Mamdani’nin Müslüman kimliğini hedef alarak onu karalamaya başlamış; adaylığını 11 Eylül saldırılarına benzetmiş, vatandaşlıktan çıkarılmasını, “cihadçı” ilan edilmesini istemiş, hatta Özgürlük Heykeli’ni peçeli tasvir eden karikatürler yayınlamıştır.
Daha dikkat çekici olan ise Demokrat Parti’nin tavrıdır. Mamdani partinin adayı olmasına rağmen, parti önde gelenleri başından beri ona mesafeli durmuştur. Ezici bir kamuoyu desteği elde etmesine rağmen üst düzey isimler büyük ölçüde sessiz kalmıştır. New York Demokrat Parti başkanı Jay Jacobs, Mamdani’yi İsrail’e bakışı ve “sosyalist inançları” nedeniyle açıkça desteklemeyi reddetmiş; Senato azınlık lideri Chuck Schumer ise sessiz kalmayı tercih etmiştir. Böylece partinin “liberal” sınırlarının bile Mamdani’nin özgürlükçü söylemi karşısında dar geldiği ortaya çıkmıştır.
Bu tutum Demokrat Parti için aslında yeni değildir. Daha önce de çok popüler ama partinin sınırlarını zorlayan adaylara karşı mesafeli durulmuştur. Fakat Mamdani’nin popülaritesi ve temsil ettiği değerler, önceki örneklerden daha derin bir kırılmaya işaret etmektedir.
Mamdani, hiçbir partinin resmi çizgisini değiştirmek için kimliğinden, dininden veya helal hassasiyetinden taviz vermeye niyetli değildir. Göçmen kimliğini, aksanını ve İsrail hakkındaki eleştirel görüşlerini değiştirmeyi de düşünmemektedir. Değiştirmek istediği şey, esasen Amerika’nın kendisidir.
Müslüman Kimlik, Yeni Kuşak ve Siyasete Katılım
Mamdani’nin kimliğini ve “Müslümanım” vurgusunu gururla ve açık biçimde öne çıkarması, onun ayırt edici yönlerinden biridir. Batı’da yaşayan bazı Müslüman siyasetçilerin, Müslümanların sorunlarında geri durduğu veya bu sorunları açıkça sahiplenmekten kaçındığı düşünüldüğünde, Mamdani’nin duruşu dikkat çekici bir istisna oluşturmaktadır. Bu tablo, hem Müslümanların hem de siyasi elitlerin konumunda bir değişime işaret ediyor olabilir. Belki de Müslümanlar arasında yeni bir siyasetçi kuşağı şekillenmektedir: Bir zamanlar kültürel ve siyasi hayatın kenarında kalmış bir azınlık olan Müslümanlar, bugün Amerikan toplum-siyaset dokusunun asli bileşenlerinden biri haline gelmektedir.
Nicelik kadar nitelik de değişmektedir. Günümüzde ABD’de 4 milyondan fazla Müslüman yaşamaktadır ve bu nüfusun yaklaşık yüzde 60’ı ikinci veya üçüncü kuşak göçmenlerden oluşmaktadır. Yani bu kişiler Amerika’da doğmuş, Amerika’da eğitim almış, dil ve kültür bakımından toplumun ayrılmaz parçası haline gelmişlerdir. Buna rağmen uzun yıllar, Müslüman politikacılar sisteme girebilmek için ya kimliklerini geri planda tutmak ya da parti çizgisine fazlasıyla sadık görünmek zorunda kalmışlardır.
Zahran Mamdani’nin farkı tam da burada ortaya çıkar: O, kimliğini gizlemek yerine açıkça Müslüman olduğunu ve bununla gurur duyduğunu söylemektedir. Bu tavır, yıllarca “asimilasyon” baskısı altında yaşamış göçmen gençler için güçlü bir özgüven kaynağı olmuştur. İsrail’i eleştirmenin eskiden bir siyasetçinin kariyerine mal olabildiği bir ortamdan, bugün İsrail’e fazla yakın durmanın dahi siyasi maliyet üretebildiği bir döneme geçiş yaşanmaktadır. Bu durum, Amerikan kamuoyunda meydana gelen değişimin çarpıcı bir kanıtıdır.
Mamdani, zafer konuşmasında, başarıya giden yolun “soykırımı desteklemekten geçmediğini” ima eden bir cümle kurarak rakibinin İsrail’le yakın ilişkisine gönderme yapmıştır. Batı medyasının, Mamdani’nin başarısını aktarırken Gazze’nin bu süreçte oynadığı rolü çoğu zaman görmezden gelmeye çalışması ise ayrı bir dikkat çekici noktadır. Oysa Gazze’de yaşananlar yalnızca bölgesel dengeleri değil, küresel vicdanı da derinden etkilemiştir.
Tabandan Siyaset ve Yahudi Seçmenler
Mamdani, “tabandan” gelen siyaseti temsil eder; elit ağlara, lobilerin finansal gücüne yaslanmadan, sahaya yayılan genç gönüllülerle kampanya yürütmüştür. Büyük şirketlerden ve zengin bağışçılardan para almamış, kampanyasını halktan gelen küçük bağışlar ve gönüllü emeğiyle sürdürmüştür. Bu, klasik Amerikan siyaseti için sıra dışı bir yöntemdir. Kampanyasında profesyonel danışmanlar yerine mahalle gençleri, öğrenciler ve göçmen işçiler aktif rol almıştır. Sürekli sokaklarda, kafelerde, pazarlarda insanlarla buluşarak doğrudan temas kurmuştur.
New York nüfusunun yaklaşık yüzde 15’ini Yahudiler oluşturmaktadır. Dünyada New York’tan daha fazla Yahudi nüfusuna sahip tek şehir Tel Aviv’dir. Bu gerçek, şehir siyasetinde Yahudi seçmenlerin ve Siyonist nüfuz ağlarının etkisini artırmaktadır. Bu çevrelerin önemli bir kısmı Mamdani’yi açıkça istemediklerini dile getirmiş; çünkü Mamdani Filistin’de olup bitenleri sert biçimde eleştirmiş, “soykırım” ve “toplu imha” gibi ifadeleri kullanmıştır. ABD’li siyasetçiler arasında bu dil pek nadirdir.
Tüm aleyhte kampanyalara rağmen Yahudi seçmenlerin yaklaşık yüzde 30’unun Mamdani’ye oy verdiği, hatta kampanyasında gönüllü olarak çalışan çok sayıda Yahudi olduğu ifade edilmektedir. Bu bağlamda 150–180 bin Yahudi seçmenin Mamdani’ye oy vermiş olabileceği dile getirilmektedir. Bu durum, New York’taki Yahudi toplumu içerisinde Siyonizm karşıtı veya eleştirel çizgideki kesimlerin görünürlüğünü artırmış, Gazze öncesinde çok görünür olmayan bazı Ortodoks grupların da sesini güçlendirmiştir.
Arap Rejimlerinin Rahatsızlığı ve Müslüman Gençler
İlginç bir şekilde, Zahran Mamdani’nin zaferi Arap dünyasındaki bazı rejimlerin medyasında da rahatsızlıkla karşılanmıştır. Birçok Körfez ülkesi, onun seçilmesini soğuk ve mesafeli bir dille haberleştirmiş; bazı televizyon kanalları ise “Şii kökenli” olduğu veya “eşcinsel topluluğa yakın durduğu” yönünde iddialarla onu itibarsızlaştırmaya çalışmıştır. Çünkü bu rejimler özgürlük, adalet ve siyasal İslam kavramlarını yan yana duymaktan korkuyor. Onlar için Müslüman ama itaatkâr bir figür kabul edilebilir; fakat Müslüman, özgür düşünen ve adalet talep eden biri tehlikeli sayılır. Mamdani, tam da bu nedenle Arap dünyasındaki statükocu iktidarların rahatsız olduğu bir sembole dönüşmüştür.
Onun başarısı, Batı’daki Müslüman gençler arasında da büyük bir özgüven dalgası yaratmıştır. Artık pek çok genç, “sistemin içinde yer alabilmek için kimliğimi gizlemeliyim” düşüncesinden uzaklaşmaktadır. Yerine “kimliğimle var olabilirim ve bu bana güç kazandırır” anlayışı yerleşmektedir. Dahası, Mamdani’nin başarısı Amerika’da doğmamış birinin hikâyesi iken, bugün aktif olarak siyaset ve sivil toplum alanına girmeyi düşünen gençlerin çoğu zaten bulundukları ülkede doğmuş, dil ve kültür açısından tam anlamıyla o toplumun parçası olan insanlardır.
Gazze, “Aksa Tufanı” ve Yeni Siyasi Vicdan
Zahran Mamdani’nin zaferi, doğrudan Gazze’de yaşananların bir sonucudur. 7 Ekim olaylarından sonra İsrail’in gerçekleştirdiği yıkım ve sivil kayıplar, Amerikalı gençlerin vicdanında bir kırılma yaratmıştır. İnsanlar ilk defa “adalet” kavramını Filistin bağlamında bu kadar güçlü bir şekilde düşünmeye başlamışlardır. Uzun yıllardır süregelen “İsrail haklıdır” söylemi, bu süreçte ciddi biçimde sorgulanmıştır.
Özellikle üniversite kampüslerinde yapılan protestolar, bu değişimin sembolü haline gelmiştir. Yüzlerce Amerikan öğrencisi “Stop the Genocide – Soykırımı Durdurun” pankartlarıyla yürüyüşler yapmış, bazıları okuldan atılma pahasına Filistin’e destek açıklamalarında bulunmuştur. Bu atmosferde yetişmiş genç kuşak, Mamdani’nin dili ve duruşuna güçlü bir sempatiyle yaklaşmıştır. O artık yalnızca bir aday değil, adalet duygusunun sesi konumuna gelmiştir.
Mamdani, Uluslararası Ceza Mahkemesi’nin Netanyahu hakkındaki kararına atıfta bulunarak “Eğer New York’a gelirse tutuklama kararını uygulamaya hazırız” demiş; böylece yerel yöneticilerin de küresel adalet söylemine katkıda bulunabileceğini sembolik bir çıkışla göstermiştir.
Sonuç:
New York’un yeni belediye başkanı Zahran Mamdani, yalnızca yerel bir seçim başarısının değil, küresel bir siyasal dönüşümün de sembolü haline gelmiştir. Yürüttüğü kampanyada hem inancını hem de siyasal duruşunu açık biçimde ortaya koymuş; İslamofobiye, sömürgeciliğe ve eşitsizliğe karşı geliştirdiği söylemle geniş bir seçmen tabanına ulaşmıştır.
Mamdani, Filistin meselesini Amerikan kamuoyunda yeniden güçlü biçimde gündeme taşıyan en etkili siyasetçilerden biri olmuştur. Gazze saldırıları karşısında ABD’nin tutumunu eleştirerek, “Gazze’deki çocuklar da New York’taki çocuklar kadar değerlidir” sözleriyle geniş yankı uyandırmıştır. Bu ifade, yalnızca Müslüman seçmenleri değil, adalet duygusuna sahip farklı toplumsal kesimleri de harekete geçirmiştir.
Onun yükselişi, Batı’da Müslümanların siyasal varoluş biçiminde bir paradigma değişimini temsil etmektedir. Zahran Mamdani, dinî veya etnik bir temsil figürünün ötesinde, ahlaki bir duruşun simgesi haline gelmiştir. Siyaseti, “erime” ile “ayrışma” arasında sıkışmış göçmen kuşaklara yeni bir yol göstermektedir: Kimliğini koruyarak, evrensel değerler etrafında birleştirici bir siyaset. Bu yönüyle Mamdani, İslam’ın adalet, merhamet ve insan onuru merkezli değerlerinin çağdaş siyasette nasıl anlamlı bir zemin bulabileceğini somutlaştırmaktadır.
Mamdani’nin seçilmesiyle birlikte ABD siyasetinde “Müslüman lider” kavramı artık yalnızca korkulan değil, tartışılan ve konuşulan bir olgu haline gelmiştir. Onun “adalet” merkezli dili, sadece Müslümanlara değil; işçilere, göçmenlere, öğrencilere, kadınlara ve her türlü dezavantajlı gruba hitap etmektedir. Bu nedenle New York’un Müslüman belediye başkanı yalnızca dinî kimliğiyle değil, “vicdan siyaseti” yle de tanımlanmaktadır.
Sonuç olarak, Mamdani’nin zaferi Gazze Savaşı’nın küresel etkisinin bir yansımasıdır; Yahudi toplumunda ilk kez bu denli belirgin bir anti-siyonist bölünmeyi görünür kılmış, Arap rejimlerinde rahatsızlık uyandırmış, Batı’daki Müslüman gençler için ise cesaret ve kimlik sembolü haline gelmiştir. Tüm bu gelişmeler, hem Amerika’da hem de dünya genelinde adalet merkezli yeni bir siyasal vicdanın doğuşuna işaret etmektedir.
Doç. Dr. Cevher Şulul
Harran Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Felsefe ve Din Bilimleri Öğretim Üyesi