Çip ile Çelik Arasında: ABD Donanmasının Dramatik Tükenişi

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
editör1 | 04 Aralık 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Çelik olmadan donanma,

 donanma olmadan hegemonya olmaz.

 

I. GİRİŞ

1945’ten sonra dünya denizlerinin mutlak hakimi olan Amerika Birleşik Devletleri, küresel tersane kapasitesinin yaklaşık %70’ini elinde tutuyordu. Bir haftada destroyer, bir ayda uçak gemisi denize indirebilen dev tesislere sahipti. Pasifik’ten Atlantik’e kadar her denizde Amerikan bayrağı dalgalanıyordu. O tersaneler sadece gemi üretmiyordu; 20. yüzyılın çelik hegemonyasını somutlaştırıyordu.

Seksen yıl sonra, 2025’te aynı Amerika, 13 milyar dolarlık nükleer uçak gemisinin büyük bakımını Japonya’nın Yokohama tersanesine göndermek zorunda kalıyor. Kendi topraklarında ne yeterli kuru havuz, ne yeterli nitelikli iş gücü, ne de rekabetçi maliyet kaldı. Çelik iskelet çürürken, kumdan yapılmış dijital beyin (Çip) hâlâ Washington’ın elinde sanılıyor. Oysa beyin, cesedi taşıyacak omurgayı çoktan kaybetti.

Bu makale, ABD’nin kendi elleriyle yıktığı tersane imparatorluğunun hikayesidir; aynı zamanda neoliberalizmin en pahalı yanılgısının da belgesidir.

II. ZİRVEYE GİDEN YOL: 1775-1970

ABD Donanmasının Çelikle Yazılan 200 Yıllık Destanı

Erken Cumhuriyet ve Sanayisiz Deniz Gücü Arayışı (1775–1860)

Bağımsızlık Savaşı’nda 13 koloni, İngiliz donanmasının ablukasını kırmak için Continental Navy’yi kurdu. 1775’te ilk savaş gemisi USS Alfred denize indirildi. Henüz tersane yoktu; mevcut ticaret gemilerine top takılıp korsan savaşı yapıldı.

ABD, kuruluş döneminde deniz gücü inşa ederken sanayi altyapısı henüz emekleme evresindeydi. Yelkenli ahşap gemiler, bölgesel tersaneler ve sınırlı metal işleme kapasitesi, ülkenin jeopolitik iddiasını da sınırlıyordu. Jeopolitik olarak ABD, Atlantik dünyasının çeperinde, ticari yolları korumak dışında büyük stratejik hedeflere sahip değildi. Donanma da bu mütevazı konumun bir yansımasıydı.

1794-1798 – “Altı Fırkateyn Yasası”  Kurucu babalar (özellikle John Adams) Kongre’yi ikna etti: “Avrupa’nın büyük donanmalarına karşı altı ağır fırkateyn yeter.” USS Constitution, United States, Constellation gibi efsane gemiler bu yepyeni devlet tersanelerinde (Boston, Philadelphia, Washington Navy Yard) inşa edildi. ABD’nin ilk “millî tersane sistemi” böyle kuruldu.

1812’de İngilizlerin 600 gemilik filosuna karşı 20 gemilik ABD filosu açık denizde düello kazandı. USS Constitution’ın “Old Ironsides” lakabı bu dönemde doğdu. Savaş sonrası Kongre, denizlerdeki İngiliz üstünlüğünü dengelemek için tersane yapımına ayrılan bütçeyi onayladı.

1861-1865 – İç Savaş ve sanayi devrimi: Kuzey, 600’den fazla zırhlı gemi (monitor tipi) üretti. Nehir zırhlısı yapan tersaneler kuruldu. Savaş bittiğinde ABD, dünyanın en büyük ikinci zırhlı filosuna sahipti. Çelik henüz yoktu ama “seri üretim” fikri burada doğdu.

İç Savaş, ABD’ye yalnızca ulusal birliğin bedelini değil, aynı zamanda modern savaşın sanayi gerektirdiğini öğretti. Zırhlı gemiler, buhar makineleri ve demir kaplamalar, tersanelerin ve metalurjinin önemini dramatik biçimde artırdı. Bessemer ve açık ocak çeliği, ABD’yi çeliği kitlesel ölçekte üretebilen az sayıdaki ülkeden birine dönüştürdü. Bu, donanmanın gelecekteki dönüşümü için jeopolitik bir sıçrama tahtası oldu.

“New Navy” ve Sanayi–İmparatorluk Bağlantısının Kurulması (1890–1914)

1890’lar, ABD’nin sanayi kapasitesiyle jeopolitik iddiasını ilk kez tam anlamıyla eşleştirdiği dönemdir. Alfred Thayer Mahan’ın "Deniz Hakimiyeti Teorisi", yalnızca stratejik bir düşünce değildi; sanayi üretiminin jeopolitik karşılığıydı. Bu dönemde çelik endüstrisi yükseldi, tersaneler modernleşti ve ABD çelik savaş gemileri çağının öznelerinden biri haline geldi.

Bu üçlü uyumun sonucu:

  • ABD, İspanya’yı 1898’de yenerek bir deniz-imparatorluk aktörü oldu,
  • Büyük Filo’nun dünya turu ABD’nin küresel stratejik öz güvenini pekiştirdi.

Savaşın Sanayiyi Doğurduğu Çağ (1917–1945)

1917–1918 – Seri Üretim Savaş Gemilerinin Doğuşu

ABD, I. Dünya Savaşı sırasında Alman U-bot baskısına yanıt olarak tarihin ilk büyük “seri destroyer” seferberliğini başlattı. Hedef100 günde 100 destroyerdi. Savaş bittiğinde 267 destroyer denize inmişti. Bu sadece askeri bir performans değil, ABD’nin sanayi kapasitesini koordine edebilme becerisinin ilk büyük kanıtıydı. Amerikan stratejistleri o gün ilk dersini aldı: Deniz gücü, çelik ve iş gücünden doğar.

II.Dünya Savaşı  – İnsanlık Tarihinin En Büyük Tersane Patlaması

Pearl Harbor’dan sonra ABD tersaneleri bir ulusal seri üretim makinesine dönüştü.
Rakamlar hâlâ benzersiz:

  • 2.710 Liberty
  • 531 Victory
  • 122 uçak gemisi (çeşitli tiplerde)
  • 350 destroyer
  • 200 denizaltı
  • İş gücü: 1,7 milyon kişi
  • Erkekler askerde olduğu için daha çok kadın işçiler çalıştı. Rosie the Riveter efsanesi doğdu.
  • Çelik tüketimi: on milyonlarca tonluk savaş seferberliği (kesin rakam farklı kaynaklarda değişir fakat ölçeğin devasa olduğu tartışmasızdır).

Bu dönem, üretimin hız ve hacim bakımından askeri stratejinin kendisine dönüştüğü bir çağdı. ABD artık yalnız bir donanma gücü değil, küresel endüstri imparatorluğuydu.

Soğuk Savaş’ın Çelik Zirvesi (1947–1970)

Savaş sonrası Amerika, dünya endüstrisinin kalbinde duruyordu. Demir – Kömür çağının hegemonu İngiltere, büyük savaş sonrasında gücünü yitirmişti ve çelik zırhı donanmasıyla ABD hegemonyayı devraldı.

Bu yıllar, ABD tersanelerinin “altın çağı”dır: Dönemin stratejik kilometre taşları:

  • 1949 – İlk süper uçak gemisi USS United States’in kızağı kondu.
  • 1950’ler – Forrestal sınıfı süper taşıyıcılar ortaya çıktı.
  • 1961 – Dünyanın ilk nükleer uçak gemisi USS Enterprise.
  • 1968 – Nimitz sınıfının başlangıcı.

Sanayi kapasitesi:

  • 1960–1970 arası ABD yıllık çelik üretimi: 100 milyon tonun üzerinde
  • Aktif büyük tersane sayısı: 60 civarı
  • 1970 başında filodaki uçak gemisi sayısı: 20’den fazla

Bu dönemde ABD, yalnız askeri üstünlüğüyle değil, tersane ve ağır sanayi kapasitesiyle küresel liderdi. Hegemonyanın gerçek temeli budur. 200 yıllık yolculukta ABD’nin öğrendiği tek bir ders vardı: “Çelik gücü = tersane gücü = deniz gücü”. Neoliberalizm bu dersi unutturana kadar…

III. NEOLİBERAL KIRILMA: SANAYİDEN FİNANSA GEÇİŞ (1975–2000)

1973 petrol krizi, Vietnam sonrası travma ve “üretim kârsızdır” söylemi, ABD’yi 1975’ten itibaren adım adım sanayi sonrası bir ekonomiye itti. Bu dönüşüm, tarihte belki de ilk kez bir dünya gücünün kendi endüstriyel temellerini bilinçli tercihlerle çözmesiydi.

A. 1975–1980 – Devlet küçülürken Uzak Doğu yükseliyor

Ekonomi politikası çevrelerinde daha adı konmadan “Gülen Eğri” (Smiling Curve) modeli popülerleşti: Üretim düşük katma değerliydi; tasarım, pazarlama ve finans daha kârlıydı. Bu yanlış okuma, Batı’da sanayi dışlanmasının entelektüel temelini oluşturdu.

Bu sırada Japonya, Güney Kore ve ileride Çin, tam tersini yaptı: Üretimi stratejik silah olarak benimsedi.

B. 1980’ler – Reagan Dönemi: Tersanelerin Büyük Tasfiyesi

  • 1980’de 31 büyük özel tersane vardı; 1989’da sadece 8 kaldı.
  • Philadelphia, Brooklyn, Charleston gibi tarihi kamu tersaneleri ardı ardına kapatıldı.
  • Kongre sübvansiyonları kesti; ABD’li şirketler Kore ve Japon tersaneleriyle ortaklığa yöneldi.
  • Tersane işçi sayısı: 1980’de 180 binken1990’da 90 binlere düştü.

Bu dönemde ABD, ağır sanayiyi küresel rakiplerine “devretti”.

C. 1990’lar – Barış Temettüsü ve Çöküşün Tamamlanması

Soğuk Savaş bittiğinde Pentagon “tehdit azaldı, bütçe düşürülsün” dedi. 1993–1997 arasında altı büyük kamu tersanesi daha kapandı. Ticari gemi siparişleri de dibe vurdu: 1990’da 1,2 milyon GTon’dan 2000’de 0,3 milyon Gton’a geriledi.

Bakım-onarım kapasitesi çöktü:

  • 1980’de 400’den fazla kuru havuz vardı, 2000’de yaklaşık 120 kaldı.
  • Usta işçi sayısı %60–70 oranında eridi.

ABD donanması bu yıllarda ilk kez “endüstriyel sürdürülebilirlik” sorunu yaşamaya başladı. Çelik iskelet, kendi elleriyle eritilmişti. Ve kimse bunun geri dönüşünün olmadığını henüz anlamamıştı.

IV. NEDEN: ÖNGÖRÜSÜZLÜK MÜ; TERCİH Mİ?

 

ABD’nin tersane ve çelik kapasitesini kaybetmesi bir “öngörememe” miydi, bilinçli bir “tercih” miydi?

 

1975-2000 arasında neoliberalizm, Harvard’dan MIT’e, Washington’dan Wall Street’e kadar elit kesimde adeta dini bir inanç haline geldi. “Üretim düşük katma değerli, finans ve hizmet yüksek katma değerli” dogması sorgulanamaz oldu. Paul Krugman’dan Larry Summers’a, Stan Shih’in “Gülen Eğri”sinden Francis Fukuyama’nın “Tarihin Sonu”na kadar herkes aynı nakaratı tekrarladı: “Sen Ar-Ge ve marka yap, fabrikayı Çin’e ver, daha çok kazanırsın.” Yatırımcılar kısa vadeli, çeyrek kârlarına, CEO’lar hissedar memnuniyetine baktı. Kimse “Ya o fabrika bir gün sana çelik ve gemi vermezse?” sorusunu sormadı – ya da sormaya cesaret edemedi.

 

1991 Körfez Savaşı’yla birlikte stratejik düşünce tamamen “teknoloji fetişizmi”ne teslim oldu. Andrew Marshall, Donald Rumsfeld ve “Revolution in Military Affairs” ekolü, “Bir akıllı mühimmat 100 tankı yok ediyorsa, 100 tank üretmeye gerek yok” dedi. Filo 600 gemiden 300’e, sonra 255’e düşürüldü; çünkü “kalite nicelikten üstündür” deniyordu. 365 gün sürecek bir Pasifik savaşında gemilerin kim tarafından tamir edileceği, mühimmatın kim tarafından yeniden üretileceği sorusu hiç gündeme gelmedi.

 

En güçlü kör edici etken ise çıkar ittifakıydı. Savunma devleri kendi tersanelerini kapatıp Güney Kore’den, Japonya’dan daha ucuz parça almayı kârlı buldu. Kongre üyeleri kapanan tersanelerin seçmen kaybettireceğini biliyordu ama kampanya parası Wall Street’ten ve lobicilerden geliyordu. Pentagon tedarik bürokratları 30 yıl boyunca “global tedarik zinciri daha verimli ve ucuz” yanılgısını raporlara yazdı. Savaş çıktığında POSCO’nun çelik göndermeyi kesebileceği ihtimali hiçbir zaman ciddiye alınmadı.

 

Soğuk Savaş’ın bitişi “barış temettüsü” zehirlenmesini getirdi. 1991’de “Tehdit bitti, büyük savaşlar dönemi kapandı” denildi. Clinton yönetimi savunma bütçesini %35 kısarken, 1993-1997 arasında 6 büyük kamu tersanesi kapatıldı. Usta işçiler emekli oldu, bilgi birikimi yok oldu. 11 Eylül 2001 geldiğinde ise dikkat tamamen kara savaşlarına (Irak ve Afganistan) kaydı; donanma ve endüstriyel taban yine ihmal edildi. “Artık büyük donanma savaşları olmayacak” varsayımı 30 yıl boyunca dokunulmaz kaldı.

 

Sonuçta Harvard’lı, MIT’li, RAND’ci, Pentagon’cu bütün o süper zeka, ideolojik körlük, kısa vadeli çıkar bağımlılığı ve tarihsel miyopluk yüzünden aynı hatayı yaptı: Çeliğin, tersanenin, kaynakçının stratejik değerini unuttu. 1945’te herkesin bildiği ve kabul ettiği bu gerçeği 1985’te “modası geçmiş” ilan ettiler. 2025’te yeniden keşfediyorlar – ama çok geç ve çok pahalıya. Tarihin gördüğü en pahalı entelektüel hata budur.

 

V. 21. YÜZYILIN TOKADI: KAPASİTE KRİZİNİN AÇIĞA ÇIKIŞI (2000–2025)

 

2005 – Katrina: Kırılma Anı

 

Katrina fırtınası sonrası New Orleans sular altında kalınca ABD’nin büyük kurtarma vinçleri ve özel kurtarma gemileri konusunda ciddi açıkları olduğu görüldü. Bazı kritik ekipmanların yurt dışından getirildiği resmi raporlara geçti. Bu bir uyarıydı: ABD artık kendi limanlarını bile hızlıca ayağa kaldıracak endüstriyel kapasiteye sahip değildi.

 

2011–2018 – Stratejik Alarm

  • 2011 CRS raporları, Çin’in gemi inşa tonajının ABD’nin yüzlerce katına ulaştığını ortaya koydu.
  • 2017 Kuvvet Yapısı Değerlendirmeleri (Force Structure Assessment), 355 gemilik filonun mevcut tersanelerle ulaşılamaz olduğunu ilan etti.
  • 2018 Ulusal Savunma Strateji Komisyonu, gemi inşa tabanının “kritik biçimde eridiğini” belirtti.

ABD tarihinde ilk kez donanmanın lojistik sürdürülebilirliği tartışma konusu oldu, benzer raporlar yayınlandı.

2020–2023 – Panik Yasaları

  • 2020 NDAA: Gemi inşa sanayi üssü (Shipbuilding Industrial Base) için ilk özel fon.

Yıllardır ihmal edilen tersane sanayi üssünün çöküşünü durdurmak için ilk kez özel ve doğrudan bir fon ayrıldı; bu fonla, kapasite artışı ve iş gücü eğitimi hedeflendi.

  • 2022: Biden’ın gemi inşaatını canlandırma planı (Shipbuilding Revival Plan, yaklaşık 25 milyar $).

Mevcut tersaneleri yenilemek, yeni tersaneler kurmak ve iş gücü eksikliğini gidermek amacıyla yaklaşık 25 milyar dolarlık 10 yıllık kapsamlı bir devlet yatırım planı vaat ederek, "çelik iskeleti" yeniden canlandırma kararlılığı ortaya kondu.

  • 2023 SHIPS for America Act: Yasal altyapı oluşturuldu.

Benzer daha başka yasal düzenlemelerle ABD bayraklı ticari gemi inşaatına yönelik, uzun vadeli bir yasal ve finansal teşvik altyapısı oluşturuldu. Bu adımlar, askeri gemilerin yanı sıra ticari filonun da ulusal güvenlik açısından kritik olduğu yönündeki Neorealist kaygıya dayanıyordu..

Bu yıllar, “sanayiye geri dönüş”e yönelik ilk ciddi devlet müdahalesidir.

2025 Gerçek Bilanço

Bugün tablo şöyle:

ABD

  • Büyük tersane: 7 civarı
  • Büyük kuru havuz: 4 (bir kısmı yaşlı)
  • Tersane iş gücünün ortalama yaşı: 54
  • Newport News kaynakçı açığı: 3.000–4.000 kişi
  • 2035’e kadar gereken yeni işçi: 70–90 bin, mevcut yetişen: çok düşük
  • Bazı bakım projeleri yıllarca gecikiyor; karmaşık nükleer bakım süreçlerinde uzman eksikliği kritikleşti.
  • Yeni Constellation fırkateyninin ana yüklenicisi: İtalyan Fincantier
  • Nükleer denizaltı tasarım ve üretim kapasitesini koruyor (hacmi düşük, yılda 1-2).

Bir yandan ABD Donanması, 20 yıllık ve 21 milyar dolarlık bir Tersane Altyapı Optimizasyon Planı kapsamında, kamu tersanelerini yenilemek için çalışmalar yürütüyor, diğer yandan özel sektör teşvik ediliyor. Kaybedilen kapasite geri kazanılmaya çalışılıyor.

Çin

  • 3.uçak gemisi Fujian denize indirildi.
  • Tip-055 muhripleri: 8 adet hizmette.
  • Aynı anda inşaatta olan büyük savaş gemisi sayısı: 40+
  • 2024–2025 küresel ticari gemi sipariş payı: %55–60
  • Mega kuru havuz sayısı: onlarca; toplam havuz kapasitesi ABD’nin onlarca katı.
  • Nükleer denizaltı üretim kabiliyeti ABD’den daha yüksek (yılda 4-6, Bohai Tersanesi).

Çin artık yalnızca üretimde değil, endüstriyel ölçek ve hızda mutlak lider.

ABD 1945’te dünyanın %70 tersane kapasitesine sahipti. 2025’te %0,4. O %69,6’lık kayıp, savaşla değil, neoliberal tercihlerle oluştu. Ve en anlamlı cümle 2025’te bir US Navy amiralinden geldi: “We can design the best ships in the world. But we can no longer build them, and we definitely can no longer fix them.” yani “Dünyanın en iyi gemilerini tasarlayabiliriz. Ama artık onları inşa edemiyoruz ve kesinlikle tamir edemiyoruz.” Bu aynı zamanda Gülen Eğri’nin iflasının ilanıydı.

VI. GÜLEN EĞRİ’NİN İNTİKAMI

Neoliberal dönüşüm yalnız tersaneleri değil, onların varlık sebebi olan çelik sektörünü de aynı mezara gömdü. Amerika'nın 20. yüzyıldaki çelik imparatorluğu, küresel tedarik zincirlerinin “Gülen Eğri” mantığına göre yeniden düzenlenmesiyle birlikte, adım adım Asya’ya taşındı.

1980’de ABD, 111 milyon tonluk üretimiyle dünyanın bir numaralı çelik gücüydü.
2025’te 87 milyon ton ile 4. sıraya gerilemiş durumda:

  1. Çin (~1.050 milyon ton),
  2. Hindistan, (110 milyon ton)
  3. Japonya, (100 milyon ton)
  4. ABD. (87 milyon ton)

Bu düşüş yalnız miktarsal değil; yapısal. 1980–2000 arasında ABD’de 40’tan fazla entegre yüksek fırınlı tesis kapatıldı; Bethlehem Steel, LTV Steel, National Steel gibi devler tarihe karıştı. 2025’te ABD’de aktif yüksek fırın sayısı yalnızca 8, 1980’de bu sayı 70 idi.

Bu sadece çelik krizinin değil, sanayi yapısının stratejik intiharının hikayesidir.

“Smiling Curve / Gülen Eğri” modelinin çelik üzerindeki işleyişi şöyle özetlenebilir:

ABD'nin stratejik yanılgısı burada ortaya çıktı: “Ben patent ve finansla kazanırım, çelik dökmek düşük katma değer — bırak Asyalılar yapsın.”

Çin ise vadinin en çetin kısmına indi, oradan tırmandı ve bugün hem döküyor, hem hadde ediyor, hem de küresel fiyatı belirliyor.

Tersanelerle Çelik Aynı Anda Çöktü

ABD tersane kapasitesi ile çelik kapasitesi birlikte geriledi.

Tarihsel paylar bu durumu çıplak biçimde gösteriyor:

Çelik üretimi düşünce gemi gövdeleri için gereken ağır saclar dışarıdan alınmaya başladı.
2025’te bir Amerikan uçak gemisinin çelik gövdesinin yaklaşık %40’ı ABD’de üretilemeyen, ithal çelikten geliyor (çoğunlukla Güney Kore POSCO veya Çin Baowu’dan).

Bu “ikili çöküş” şu zinciri doğurdu:

  • Gemi yapacak çelik yok → dışarıdan ithal,
  • İthal çeliği işleyecek tersane yok → bakım ve inşa dışarıya kayıyor,
  • Donanmanın lojistik sürdürülebilirliği eriyor.

Modern dünyanın iskeleti çelikten, sinirleri kritik minerallerden, beyni ise yarı iletkenlerden—yani kumdan oluşur. ABD önce çelik iskeleti, ardından kritik mineral sinirlerini dışarı verdi. Geriye kalan “kumdan beyin”, yani teknoloji, hâlâ güçlü; fakat artık onu taşıyacak beden çökmüş durumda.

Gülen Eğri’nin acı intikamı budur: Dün vadideki işçiyi küçümseyenler, bugün o işçinin ürettiği çeliğe muhtaç hale geldi.

VII. GÜNCEL JEOPOLİTİK DARBOĞAZ: ZAMANLA YARIŞ

ABD’nin çelik ve tersane kapasitesindeki uzun vadeli erozyon, 2022 sonrası jeopolitiğin sertleşmesiyle ilk kez açık bir kırılma anına dönüştü. Soğuk Savaş sonrasının “barış temettüsü” ile özelleştirilmiş, küçültülmüş ve dışsallaştırılmış savunma sanayii, Ukrayna ve Gazze savaşlarıyla birlikte beklenmedik bir sınav verdi. Bu iki cephe ABD’ye sert bir gerçek hatırlattı: Modern savaş, yalnızca teknoloji, istihbarat ve finans kapasitesiyle değil; çelik, barut, gemi, mühimmat ve bakım altyapısıyla kazanılır.

Ukrayna’ya yapılan yoğun mühimmat ve silah transferleri ABD depolarını hızla eritirken, üretim kapasitesinin 1980’ler seviyesinin bile altında olduğu görüldü. 155 mm top mermisi üretimi, HIMARS mühimmat yenilemesi, hava savunma bataryaları ve basit zırhlı parça tedariğinde bile Washington sürekli sıkıntı yaşadı. Aynı dönemde Gazze ve Kızıldeniz gerilimleri ABD Donanması’nı aşırı yıprattı; destroyerler ve amfibi gemiler, bakım gecikmeleri nedeniyle görev sürelerini doldurmadan tekrar konuşlandırılmak zorunda kaldı. ABD tarihinde ilk kez endüstriyel altyapının zayıflığı, operasyonel stratejinin doğrudan bir sınırı haline geldi.

Bu tablo, 2025 sonrasında ABD dış politikasının yönelimini belirleyen “Trump Doktrini”nin stratejik arka planını da oluşturdu. Trump’ın söylemindeki barış vurgusu yalnız retorik değildir; ABD’nin üç büyük cepheli bir savaşı kaldıracak tersane, çelik, mühimmat ve bakım kapasitesi kalmadığının kabulüdür. Washington’ın zaman kazanmak istemesi — Pasifik, Avrupa ve Orta Doğu’nun aynı anda tutuştuğu bir dönemde — bir zorunluluk stratejisine dönüşmüştür. Doktrinin görünmeyen esası şudur:

  • Büyük güçlerle savaşma, zaman kazan.
  • Evi (sanayiyi, tersaneleri, çeliği) yeniden inşa et.
  • Sadece düşük maliyetli ve kısa süreli prestij operasyonlarına yönel.

Bu bağlamda Venezuela senaryosu özel bir anlam taşır. ABD’nin derin strateji çevrelerinde Venezuela, yüksek jeopolitik maliyeti olmayan, ancak “küresel prestij” açısından etkili görülen bir hedef olarak değerlendirilir. Çünkü:

  • Çin veya Rusya ile doğrudan çatışmaya yol açmaz.
  • Latin Amerika’da ABD hâlâ belirgin bir üstünlüğe sahiptir.
  • Operasyonel gereksinim, Pasifik’te bir muhrip filosu konuşlandırmak kadar ağır değildir.
  • İç politikada “güç gösterisi” ihtiyacını karşılar.

Washington büyük bir savaştan kaçınıyor; çünkü endüstriyel kapasitesi 1945’in, hatta 1970’in çok gerisinde. Trump yönetimi bu kapasiteyi yeniden kurmaya çalışırken, zaman kazanmak zorundadır, aksi durumda, ABD deniz hegemonyasının stratejik dayanak noktası çökecektir.

Bugün Amerikan hegemonyasının kaderi, dronlar veya yapay zekâdan çok daha fazla, kaynakçı sayısına, kuru havuz kapasitesine, çelik sac tonajına ve mühimmat üretim çizgilerinin hızına bağlıdır.

VIII. SONUÇ

Bugün küresel ticaret hacminin %80’inden fazlası, askeri teçhizat ve ikmalin %90’ı deniz yolu ile taşınıyor. Ancak bu devasa lojistik gerçekliğin ortasında ABD:

  • dünya gemi yapımının %1’inden azını gerçekleştiriyor,
  • ticaret filosunun %1’den azı ABD bayrağı taşıyor,
  • ABD limanlarının %80’inden fazlası yabancı şirketler tarafından işletiliyor,
  • ABD’nin dışarıda tek bir limanı bile yok.

Bu çelişkili tablo şunu gösteriyor: ABD küresel ekonomi için vazgeçilmez bir tüketici ve finans merkezi olsa da, o ekonomiyi taşıyan denizcilik altyapısına neredeyse hiç sahip değil.

Kendisine ait ticaret filosu olmayan dünyanın en büyük ithalatçısı, hegemonyasını “deniz yollarının serbestliğini koruyabilme” kapasitesi ile sürdürüyor. Fakat Çin’in askeri yükselişi bu modeli zorluyor. ABD bugün müttefikleriyle entegre savunma geliştiriyor; çünkü tek başına küresel deniz lojistiğini garanti edecek sanayi-tabanı gücüne artık sahip değil. (1)

ABD, 20. yüzyıl boyunca inşa ettiği dev tersane ve çelik altyapısıyla küresel deniz gücünün zirvesine çıkarken, 1975 sonrası neoliberal politikalar ve üretimin dışa kaydırılmasıyla bu stratejik temeli hızlıca kaybetti. Bugün, finans, tasarım ve teknoloji (çip-kum beyin) üstünlüğü hâlâ ABD’nin elinde olsa bile, çelik altyapı ve nitelikli iş gücü olmadan bu beyin sürdürülebilir bir deniz gücü üretmekte yetersiz kalıyor. Bu gerileme yalnız ekonomik değil; jeopolitik bir kırılmadır.

ABD artık tek başına küresel deniz yollarını ve kendi hegemonyasını ayakta tutacak endüstriyel güce sahip olmadığını biliyor. Bu yüzden NATO'yu yeniden silahlandırıyor, AUKUS'u büyütüyor, Japonya ve Filipinler'le ortak devriye anlaşmaları imzalıyor, Güney Kore'yi nükleer denizaltı teknolojisine ortak ediyor. Yani "Dünya Jandarmalığı" bitti; şimdi "Orkestra Şefliği" dönemine geçti. Kendi gemisi azaldıkça, müttefiklerin gemisini, kendi çeliği azaldıkça başkalarının çeliğini, kendi tersanesi yetmedikçe başkalarının tersanesini kullanmak zorunda.

Bu yapısal zayıflık, son yıllardaki savaşlar ve krizlerle daha görünür hale geldi. Ukrayna’ya devasa mühimmat akışı ABD depolarını eritmiş, üretim hatları Soğuk Savaş ölçeğinin çok gerisinde kalmıştır. Gazze ve Kızıldeniz gerilimleri ABD Donanması’nı aşırı yıpratmış, bakım gecikmeleri operasyonel planlamayı sınırlamıştır. 2023–2025 arasında Pentagon’un yaşadığı en önemli farkındalık, savaşın yalnız stratejiyle değil çelik, bakım ve iş gücü ile sürdürülebileceğiydi.

Bu nedenle ABD, 2020’den itibaren gecikmiş bir “sanayi tabanı uyanışı” başlattı. Tersane modernizasyon fonları, çelik tedarik zincirini Amerikalılaştırma çabaları, mühimmat üretim hatlarını üçe–dörde katlama planları ve iş gücü eğitim programları bunun parçalarıdır. Ancak kayıp öylesine büyüktür ki, bu çabanın sonuç vermesi en az 15–20 yıllık bir yatırıma ihtiyaç duyacaktır.

Bu durum, ABD dış politikasının tonunu da sert biçimde değiştirmiştir. 2025 sonrasında giderek belirginleşen “Trump Doktrini” gerçekte bir barış idealizmi değil, bir kapasite zorunluluğudur. Trump’ın “barış, diyalog, gereksiz savaşlardan kaçınma” söylemi; ABD’nin büyük ölçekli bir çok cepheli savaşı kaldıracak sanayi gücüne sahip olmamasının jeopolitik tercümesidir. Çin’le çatışmadan kaçınma, Rusya’yla doğrudan angajmanı sınırlandırma ve içe dönük sanayi onarımı — hepsi zaman kazanma stratejisinin parçalarıdır.

Bu stratejinin gölgesinde Venezuela gibi “düşük maliyetli güç gösterisi” seçeneklerinin tartışılması da dikkat çekicidir. Çünkü ABD artık pahalı savaşlardan kaçınmak zorunda olduğu gibi, ucuz prestij operasyonlarıyla hegemonyasını sembolik olarak da olsa canlı tutmaya çalışmaktadır. Venezuela’nın bataklığa dönüşme riski, harekatın deniz ve hava tabanlı olarak sınırlanmasını gerektirir ki bu, zafiyetin doğrulanması demektir. Kaldı ki ABD, sınırlı harekatta da tereddüt etmektedir.

Neoliberal tercihlerin sonucu olarak ABD, kendi elleriyle inşa ettiği tersane imparatorluğunu çökertecek kadar stratejik bir boşluk yaratmış; Çin ise hem çelik hem tersane kapasitesinde hızla yükselerek küresel deniz ve ticaret hegemonyasında avantaj sağlamıştır. Çin ve diğer ülkeler mevcut kapasitelerini muhafaza etseler bile ABD’nin eski donanma ve sivil gemi üretim kapasitesi yeterliliğine kavuşması on yıllar alacaktır. Kaldı ki Çin bu alanda önlenemez bir yükseliş trendindedir.

Bu çıkmaz, ABD'yi çelik altyapısını yeniden kurmak için devletçi sanayi politikalarına, Çin'i ise küresel sistemi sürdürebilmek için piyasa esnekliğine zorlayarak, iki sistemi de birbirine yaklaştırmaktadır. Nihayetinde, hegemonyanın geleceği, kumdan beyin ile çelikten iskelet arasındaki zorlu rekabetin sonucuna bağlıdır; bu rekabet, karşılıklı ekonomik bağımlılık nedeniyle çatışma yerine yeni bir pragmatik dengeye mi, yoksa küresel bir yıkıma mı yol açacak, zaman gösterecektir.

KAYNAKLAR

1. https://sinantavukcu.com/2024/11/12/gazze-savasi-abd-donanmasini-da-vurdu-abd-donanmasi-yorgun-murettebat-tukenmislik-sendromu-yasiyor/

2. https://files.gao.gov/reports/GAO-25-106286/index.html?utm

3. https://www.nationaldefensemagazine.org/articles/2022/1/21/improving-the-shipbuilding-industrial-b

4. https://www.mckinsey.com/industries/aerospace-and-defense/our-insights/charting-a-new-course-the-untapped-potential-of-american-shipyards?utm

5. https://es.ndu.edu/Portals/75/Documents/industry-study/reports/2023/AY23%20Shipbuilding-Cleared.pdf?utm

6. https://enotrans.org/article/decline-u-s-shipbuilding-industry-cautionary-tale-foreign-subsidies-destroying-u-s-jobs/?utm

7. https://www.csis.org/analysis/empty-bins-wartime-environment-challenge-us-defense-industrial-base  (CSIS raporuna bu bağlantıdan ulaşılabilir)

8.  https://www.realcleardefense.com/articles/2025/11/20/the_dire_state_of_our_shipbuilding_

infrastructure_1148537.html?utm

9. https://www.olgn.org/wp-content/uploads/2025/01/11.Seatrade-Chinese-shipyards-booked-74-percent-of-all-newbuilding-orders-in-2024.pdf?utm

10. https://hansa.news/shipbuilding-china-now-accounts-for-50-of-production/?utm

 

  Galip TÜRKMEN (Emekli Eti Maden Başmüfettişi)

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA