Paralel Yapı, BND, CIA, MI5-MI6 İlişkisi, Sözde Tevhid-İ Selam Örgütü

Geçmişte Gladio’nun gerçekleştirdiği suikast ve cinayetleri örtme taktiği ile Gladio tarafından naylon örgüt kurma, sızma ve yönetme taktik ve stratejisi ile kurgulanan, sözde Tevhid-i Selam isimli örgütün, günümüzde Paralel Yapı tarafından yeniden canlandırılarak, hükümete ve MİT’e karşı uluslararası bir operasyonun parçası olarak, illegal ve hukuk dışı bir çalışma başlatılması, 7 Şubat ve geziden başlayarak ulusal güvenliğimizi de tehdit eden küresel saldırıların devamı niteliğinde görünüyor.

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Haberler
  3. /
  4. İç Politika ve Hukuk
  5. /
  6. Siyaset
Bülent Orakoğlu | 12 Eylül 2014
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Öncelikle Türkiye Cumhuriyeti siyasi tarihinde bir ilk olarak halkın seçtiği ilk Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ı canı gönülden kutluyorum. Bu noktada ortaya çıkan sonucu, milli iradenin tecellisi ve zaferi olarak, siyasi istikrar ortamının devamı yönünde, Yeni Türkiye vizyonu ve misyonuna güçlü bir kamuoyu desteğini yansıtması açısından da çok önemli bulduğumu belirtmek isterim.

12’nci Cumhurbaşkanı seçilen Erdoğan, gerek seçim döneminde, gerekse Cumhurbaşkanı seçildikten sonra yaptığı konuşmalarda paralel yapıyla görevi boyunca kararlılıkla mücadele edeceğini duyurmuştu. Daha önceki MGK toplantılarında, paralel yapının iç ve dış tehdit boyutları, ilişkide oldukları ülkeler, finans kaynakları devlet kurumlarına sızmış örgüt mensuplarının araştırılması yönünde alınan kararlar gereği, istihbarat birimlerince bu konuda hazırlanan raporların son MGK’da değerlendirilmesi sonucu bu tehdidin “terörle mücadele” kapsamına alınmasının kararlaştırıldığı bizzat Erdoğan tarafından açıklanmıştı. Böylece, Milli Güvenlik Kurulu’nun değişmez gündem maddesi olan terörle mücadelenin “iç ve dış güvenlik tehdidi” bölümüne paralel yapı tehdit unsuru olarak eklenmiş oldu.

12. Cumhurbaşkanı Erdoğan yaklaşık % 52 oyla ilk turda kazandığı seçim sonrasında yaptığı balkon konuşmasında, genel başkanlık ve başbakanlık makamına gelecek kişinin “ulusal güvenliğimizi tehdit eden bu yapıya karşı hiçbir şekilde müsamaha göstermemesi hem bizim hem milletimizin beklentisidir” demişti.

AK Parti kurmayları içinden istişare yoluyla seçilerek genel başkan ve aynı zamanda başbakanlık görevini ifa edecek kişide aranan en önemli kriterin, paralel devlet yapılanması ile mücadeleyi Cumhurbaşkanı Erdoğan ile aynı kararlılık ve azim içinde sürdürme performansına sahip olma şartı olduğu bizzat Erdoğan’ın açıklamalarıyla ortaya çıkmış görünüyor.

Esasen, 4 Ağustos’ta yapılan Yüksek Askeri Şura Toplantısında Jandarma Genel Komutanı Servet Yörük paşanın emekli edilmesi sonucu, bir yıl önceki şura kararıyla ordu komutanlığı yapmadan Kara Kuvvetleri Komutanlığı’na atanan Hulusi Akar’a iki yıl sonrası için Genelkurmay Başkanlığı yolu açılmış olmasında, TSK içine sızmış paralel yapının tasfiyesi ile mücadele edebilecek kriterlere sahip olmasının neden olduğu bir sır olmasa gerek. Eğer olağanüstü bir gelişme yaşanmazsa 2015 yılı Ağustos ayında yapılacak şuranın ardından Orgeneral Akar, Genelkurmay Başkanı olarak atanacak.

Orgeneral Akar, 30 Ağustos 2011 tarihinden geçerli olarak orgeneralliğe terfi etti ve Genelkurmay 2’nci Başkanlığı görevine atandı. Burada, Genelkurmay Başkanı Orgeneral Necdet Özel’le çok yakın çalıştı. “Özel’in sağ kolu” olarak anıldı. TSK içinde “Hükümete en yakın orgeneral” olarak bilinen Akar’ın ani yükselişi kendisinin bazı çevrelerce şucu bucu şeklinde hedef alınmasına yol açmıştı. Ancak Akar’ın TSK içinde ve devletin üst katlarında çok iyi bilinen ve sevilen bir asker olması kendisi hakkında ortaya atılan iftira ve yaftalamalara Genelkurmay tarafından itibar edilmeyerek iddialar net bir şekilde yalanlanmıştı.

Orta Doğu’da ve dünya’da bölgesel ve küresel güç olma yolunda emin adımlarla ilerleyen Yeni Türkiye’nin önü küresel destekli bir darbe girişimi ile 17-25 Aralık’ta kesilmek istenmişti. Polis, Yargı, MİT ve Ordu başta olmak üzere devletin tüm kurumlarını hedef alan illegal hiyerarşik paralel yapının, devleti Ahtapot misali kuşatarak “yolsuzluk ve rüşvet örtüsü altında” milli iradeye yönelik suikast girişimi son anda, hükümet tarafından alınan adli ve idari tedbirlerle önlenebilmişti. Yapılan soruşturma ve operasyonlarda, devletin kurumlarına sızma stratejisinin belirli bir program ve plan dâhilinde uzun yıllardan bu yana devam ettiğini ortaya koymuştu.

Paralel cunta’nın polis ayağına günümüze kadar üç dalga operasyon yapıldı. Operasyonların ağırlıklı olarak istihbarat ve terör şubelerinde görev yapmış üst düzey polis şefleri ve alt rütbeli personele yapılması bu yapının istihbarata verdiği önemin de bir kanıtı olarak değerlendirilebilir.

Paralel yapılanmanın hangi tarihten başlayarak devlet kurumlarına ve öncelikle neden polise ve istihbarat ünitelerine sızdığı, yurt dışı bağlantıları, günümüzde Alman Dış İstihbarat Servisi BND’nin 2009 tarihinden bu yana Türkiye’yi dinlediği iddiaları ile ilgili olarak BND ve küresel bazı devletlerin gizli servisleri ile paralel yapı arasında bir bağ olup olmadığı sorularının cevabı, geçmiş yıllarda bu yapı ile ilgili resmi veya özel hazırlanmış raporlarda gizli. 

Aralık 2002 tarihinde hunharca ve profesyonelce düzenlenen bir suikast sonucu öldürülen Necip Hablemitoğlu’nun ölümünden sonra yayınlanan ’köstebek’ adlı kitabında “Yeni Hayat” dergisinden alınmış “Türkiye’de Etki Ajanı Borsası Fethullahçılar” ara başlığı altında yayınlanan rapor günümüzde paralel yapının varlığı ve Türkiye aleyhine faaliyetlerine ışık tutacak bilgileri içeriyor.

Neden İstihbarat Birimleri Hedef?

1980’li yıllarda başlayan bu sızma ve kadrolaşma harekatının vahim sonuçları ile ilgili bir anekdot, Hablemitoğlu’nun “Köstebek” adlı kitabında yer almıştı. Olay Fethullah Gülen’in ABD’ye gitmeden önce devletin istihbarat birimleri ile ilişkisini açıklaması ile ilgiliydi. Gülen, Gazi olaylarını iki ay öncesinden istihbarat vasıtasıyla öğrendiğini açıklayarak, Gazi Osmanpaşa olayları olmadan önce, Türkiye’nin birçok bölgesinde bu tür patlamaların olacağı bilgisi veya istihbaratını olaylardan 1,5 ay önce devletin başındaki insanın en yakınına ilettiğini açıklamıştı.

Herkul.org sitesinde Fethullah Gülen’in ‘Kara propaganda ve nefis muhasebesi’ başlıklı söyleşisi yayınlandı. Söyleşide Gülen üst düzey bir görevliye kurulan fuhuş tuzağını kendisine gelen bir bilgi ile engellediğini açıklıyor.

Gülen, Amerika’da bulunduğu sırada birisinin kendisine telefon açtığını belirterek, “Bana akşamüstü bir telefon geldi. Burada akşamdı. Türkiye’de gece yarısıydı sanıyorum. Dediler ki nefsine uyarak bir yerde bir alüfte (hayat kadını) ile buluşmaya gidiyor ve aynı zamanda birilerinin de komplosu söz konusu olabilir. Türkiye’de onu tanıyan bir arkadaşa telefon ettim. Kalk dedim, gece yarısı deme evine koş git. Bu bir komplo meselesi ise şayet, günümüzde geldiği konuma gelemezdi. O mevzudaki telefon sabit. Benim kendisine o ricada bulunduğum o zat da hala hayatta. Ben bu zamana kadar bu meseleyi kimseye açmadım. Bize yakışan budur. Belki de böyle birisi benim öyle bir ayıbını bildiğimden dolayı şimdilerde homurdanıyorsa şayet, “keşke benim ayıbımı bilen bu insan nalları dikse gitse de ayıbımı bilen biri olmasa” der, belki. Mümin olarak bizim karakterimiz buydu, bu mevzuda belki on tane hadise sayabilirim” demişti.

Fethullah Gülen’in devlet içine sızmış istihbaratçılarından aldığı bilgileri devletin üst düzey yetkililerine devlet hiyerarşisinden önce bildirmesi, devletin üst katları içinde sevgi ve itimada dayalı bir güç elde etmenin dışında zoraki bir güç sağlamaya yönelik bir faaliyet olarak değerlendirilebilir.

Necip Hablemitoğlu, Köstebek isimli kitabında paralel yapı ile ilgili olarak resmi veya özel birçok rapora yer vermişti. O dönemde “Yeni Hayat” dergisinde yer alan “Türkiye’deki Etki Ajanı Borsası Fethullahçılar” ara başlığı altında yayınlanan raporda; “Paralel yapının o süreçte” MİT ve Genelkurmay İstihbaratı’na muadil ve alternatif bir sivil istihbarat örgütü kurma çabalarını hızlandırdıkları, bu örgütün, hizmeti, cemaati gizlemeye yönelik yanıltıcı bilgi üretme hizmeti dâhil tüm teknik hizmetlerini paralel yapı içindeki emniyetçilerin yürüteceği, siyasilere ve de hedef kişilere yönelik tehdit-şantaj amaçlı özel bilgi bankası gibi çalışılacağının öğrenildiği belirtilmişti.

Paralel yapının ABD casusu, etki ajanı, yönlendirici ajan ya da kısaca nüfuz casusu olmadığını bugüne kadar iddia eden kimsenin çıkmadığı açıklanan raporda, kendi yayın organlarında bile bu yönde bir inkârın söz konusu olmadığının da özellikle altı çizilmiş görünüyor. Fethullah Gülen’in ABD’de ‘refugee’ statüsünde kalıcı olmadığının iddia edilmesinin aksine CIA nezdinde tüm paralel yapı mensuplarının ‘Walk-in’ tabir edilen bir kategoride yani gönüllü olarak ajanlık hizmetini talep ettikleri de özellikle iddialar arasında yer alıyor.

Paralel Yapının CIA, BND, MI5-MI6 İlişkileri

Rapor’da ayrıca paralel yapı’nın sadece CIA hesabına tek taraflı ajan değil ‘double-agent’ olarak piyasalarını yükselttikleri, Alman Dış İstihbarat Servisi olan BND’nin tavassutuyla ilk adımda Afganistan’da okul sayısını 6’ya çıkardıkları, BND bağlantısından dolayı Almanya’nın iç istihbarat örgütü olan Federal Anayasa’yı Koruma Teşkilatı’nın da desteğini otomatikman alan örgütün yaklaşık 2.400.000 vatandaşımızın yaşadığı bu ülkede himmet parası toplama ve yandaş mürit kazanma amacına yönelik olarak, Türklerin yoğun olarak yaşadığı Köln, Münih, Hanover, Stuttgart gibi tüm şehirlerde Y. Burg A.Ş. gibi şirketlerin yanı sıra, Dost Yolu Derneği, Türk Akademisyenler Derneği, İslam Din Birliği gibi çok sayıda aktif örgüte sahip oldukları da iddia ediliyor.

İngiltere’de de okul açan ve Londra’da büyük bir merkez binası satın alan paralel yapının İngiltere’nin dahilde yabancılara dönük faaliyet gösteren, MI5 ve Dış İstihbarat Servisi MI6’nın Uzak Doğu’ya yönelik faaliyet gösteren departmanı CIFE ve Orta Doğu’ya yönelik faaliyet gösteren departmanı MEİC ile okullar konusunda müşterek çalışma yürüttükleri, okul açma faaliyetleri çerçevesinde 50’den fazla ülkede 500’den fazla okul açtıkları ve bu yapının Türkiye’nin hasmı ülkeler için en uygun ve en zengin ajan borsasını oluşturdukları raporda önemli iddialar arasında yer alıyordu.

Paralel Cunta’ya Yapılan İlk Operasyon

22 Temmuz’da, Paralel Cunta’nın polis ayağına yapılan ilk operasyonda, 114 polis şefi ve memuru hakkında İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı’nca, “çok sayıda kişinin (milletvekili, hâkim, gazeteci) sahte belgelerle, ilgisi olmadıkları halde yasadışı örgüt üyesi oldukları gerekçeleriyle dinlendikleri ve casusluk yapıldığı iddiaları ile gözaltı ve yakalama kararı verilmişti”.

Şüphelilerin, sözde selam-tevhid adlı örgüt kurulduğu iddiasıyla delil olmadığı halde bir kurgu oluşturularak yaklaşık 3 yıl süreyle aralarında devletin üst düzey yetkilileri ve MİT müsteşarının da bulunduğu 251 hedef kişi, toplamda 2280 kişinin dinlenmesi suretiyle casusluk suçunu işledikleri savcılık açıklamalarında belirtilmişti.

Geçmişte toplumda kutuplaşma ve kamplaşma yaratmaya yönelik kamu vicdanını yaralayan önemli bazı suikast ve cinayetlerin açık ve belgeli delillere rağmen arka planlarının aydınlatılamaması, yargıda “devletin âli menfaatlerinin” gözetilerek eksik veya yönlendirilmiş soruşturmalar sonucu verilen mahkumiyet kararlarının, bumerang etkisi yaparak günümüzde demokrasi ve millet iradesini tehdit etmesi bu tür suikastların yeniden araştırılarak asıl fail ve azmettiricilerinin yargı önüne çıkarılma zaruretini ortaya koyuyor.

Tevhid-i Selam örgütü, Türk Gladiosu’nun, Türkiye-İran ilişkilerini bozmak, Türkiye’de, laik-antilaik kamplaşması yaratmak amacıyla, 1990’lı yıllarda gerçekleştirdiği laik cinayetlerini üzerine bırakmak için kurguladığı bir örgüt.

28 Şubat Darbesi’nin flu konjonktürel ortamında daire başkanı olarak göreve başladığım günlerde darbe sürecini önlemeye yönelik faaliyetlerimiz dışında mesai harcadığım en önemli konular Nesim Malki cinayeti ve Uğur Mumcu Suikastı dosyaları olmuştu.

Ocak 2000 yılında İstanbul Beykoz’da yasadışı terör örgütü Hizbullah’a yönelik yapılan operasyonda örgüt lideri Hüseyin Velioğlu ölü, sözde askeri kanat sorumlusu Cemal Tutar ve örgütün ikinci adamı Edip Gümüş sağ olarak ele geçirilmişti. Polisin baskın yaptığı Beykoz’daki villa Hizbullah’ın ana karargâhı olarak kullanılıyordu. Örgüt ani bir kararla kısa bir süre önce karargâhını, Batman’dan İstanbul Beykoz’da baskın yapılan villaya taşımıştı. Baskında, Hizbullah örgütünün arşivinin büyük bir bölümü tahrip edilmiş bir halde ele geçirilmişti.

Hizbullah terör örgütünün strateji ve taktiksel açıdan eylem ve faaliyetlerinde, profesyonellik, gizlilik, katı kurallar ve sıkı bir disiplinin öne çıktığı biliniyor. Kaçırılacak veya infaz edilecek kişilerle ilgili istihbaratı, kaçırma eylemini ve infazı ayrı ayrı hücreler tarafından gerçekleştirilmesine rağmen, örgütün ana karargâhını ve arşivini İstanbul’a taşımasından 10 gün sonra 17 Ocak’ta polis baskınına uğraması örgütün üst düzey yöneticilerinin JİTEM ve Özel Harp ile irtibatını ortaya koyan bir mizansen olsa gerek.

Örgütsel deyimle Batman’dan İstanbul’a hicret eden örgüt, iki iş adamını kaçırarak fidye istemişti. Kaçırılan iş adamlarının kredi kartlarını kullanmak suretiyle, Beykoz’daki ana karargâha kapı siparişi verilmesi acemiliğin ötesinde derin yapılarla açık bir işbirliğinin kanıtı gibi. İstanbul polisi de kaçırılan iş adamlarının kredi kartlarının izini sürerek kısa sürede villaya operasyon düzenlemişti. 

Bu operasyonun bir mizansen olduğuna yönelik olarak yoğun çatışma ortamında yalnızca rehber Hüseyin Velioğlu’nun ölü olarak ele geçmesine rağmen (dışarıda infaz edilip, çatışma alanına getirilme ihtimali yüksek),  Edip Gümüş ve Cemal Tutar’da bir çizik bile olmaması, polisin villa baskınından kısa bir süre önce iki örgüt militanının dışarıya gönderilmesi, operasyondaki tuhaflıklar olarak dikkatli gözlerden kaçmıyordu.

Ismarlama polis baskını sonrasında Hizbullah’ın arşivinde, Uğur Mumcu Suikast’ını aydınlatacak bir mektuba ve İran gizli servisi ile irtibatlı Tevhid-i Selam isimli bir örgüte ulaşıyordu. Tevhid-i Selam örgütü yöneticilerinden olduğunu iddia edilen iğneci kod adlı Yusuf Karakuş, Hüseyin Velioğlu’na yazdığı mektupta Tevhid-i Selam grubundan ayrıldığını, Hizbullah’a geçmek istediğini referans olarak da Uğur Mumcu suikastında bulunduğunu ifade ediyordu.

Sadettin Tantan’ın içişleri Bakanlığı döneminde yürütülen ‘Umut Operasyonları’ bu mektubun ele geçmesi ile başlatılmış, Uğur Mumcu başta olmak üzere Bahriye Üçok, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy cinayetlerinin kesin çözüldüğü açıklanmıştı.

Hizbullah, JİTEM ilişkisi ve Yeşil’in Özel Harp içinde ‘Beyaz Kuvvetler’ mensubu olarak, infaz biçimleri konusunda eğitmenlik yapması, herkesi şaşırtan ‘domuz ipi’ ile bağlayıp enseye çivili sopa batırma yönteminin, Hizbullah militanlarına, binbaşı Cem Ersever ve Yeşil’in öğrettiği de kamuoyuna yansımış bilinen sırlar arasında bulunuyor.

Uğur Mumcu’nun eşi Güldal Mumcu’nun kitabı “İçimden Geçen Zaman”da yer alan anekdotlar suikasta ışık tutacak nitelikte bilgiler içeriyor. Yeşil’in Uğur Mumcu Suikast’ına duyduğu ilgi ise oldukça ilginç! Güldal Mumcu ve yakınlarının Uğur Mumcu’nun devlet içindeki derin yapılar tarafından öldürüldüğünün bilincinde olarak, kamuoyuna yaptıkları açıklamalar birilerini rahatsız etmiş olacak ki, Yeşil, iki küçük çocuğun elini tutarak 1996 yılının kurban bayramında, Güldal Mumcu’yu evinde ziyaret ediyor. Güldal Mumcu’ya hitaben: “Siz bizim için kıymetlisiniz, Uğur beyi katleden tetikçileri teslim etsek yeterli olur mu?’” sorusuna Güldal Hanım, kocasını kimin niçin öldürttüğünü sorması üzerine, Yeşil siz hepsini istiyorsunuz, 3 tane gül alıp, birini Başbakanlığa, diğerini Çeçenistan Büyükelçiliğine sonuncusunu da Uğur beyin öldürüldüğü yere koyacağı şeklindeki şifreli ve sembollerle konuşması Uğur Mumcu Suikastının arakasındaki güçler hakkında sanırım yeterli ipuçlarını veriyor.

İçişleri eski Bakanı Mehmet Ağar’ın, Güldal Mumcu’ya yaptığı açıklamada: “Bir tuğla çekilirse duvar tamamen yıkılabilir” sözü, DGM savcısı Ülkü Coşkun’un ise, “Bu işi devlet yapmıştır, olayı aydınlatmam konusunda yazılı emir verilirse olay çözülür” açıklaması, davaya yeni atanan savcı Kemal Ayhan’ın Güldal Mumcu’ya “Faillere büyük ölçüde ulaşmaya çalışıyoruz” açıklaması sonrasında evde ölü bulunması, otopsi bile yapılmadan defnedilmesi olayın arkasındaki güce, Türk Gladiosu’na işaret ediyor.

Türk Gladiosu tarafından 1990’lı yıllarda kurgulanan Sözde Tevhid-i Selam örgütü 2011 yılında paralel yapı tarafından nasıl ve neden canlandırıldı?

Geçmişte Gladio’nun gerçekleştirdiği suikast ve cinayetleri örtme taktiği ile Gladio tarafından naylon örgüt kurma, sızma ve yönetme taktik ve stratejisi ile kurgulanan, sözde Tevhid-i Selam isimli örgütün, günümüzde paralel yapı tarafından yeniden canlandırılarak, hükümete ve MİT’e karşı uluslararası bir operasyonun parçası olarak, illegal ve hukuk dışı bir çalışma başlatılması, 7 Şubat ve Gezi’den başlayarak ulusal güvenliğimizi de tehdit eden küresel saldırıların devamı niteliğinde görünüyor.

Eğer, 17-25 Aralık darbe girişimi başarılı olsaydı bir kurgu olarak oluşturulan Tevhid-i Selam Örgütü üzerinden Başbakan Erdoğan, bakanlar, milletvekilleri, gazeteciler, MİT Müsteşarı Hakan Fidan ve yüzlerce kişi ile ilgili olarak tutuklamalar yapılacak, Türkiye kaos ortamına sokulacaktı.

Türkiye’de 90’lı yıllarda işlenen, birlik ve beraberliğimizi bozmaya yönelik laik-antilaik kamplaşmasına yol açan laik suikastları (Uğur Mumcu, Ahmet Taner Kışlalı, Muammer Aksoy, Bahriye Üçok, Çetin Emeç vs.) ve cinayetlerinin, küresel güçlerin Orta Doğu politikalarını destekleyecek bir şekilde, İran’ı ve gizli servisini hedef göstermesi ve Türkiye-İran arasındaki ilişkileri bozacak bir mahiyet kazanması iç ve dış destekli tipik bir Gladio operasyonuydu.

Günümüzde laik suikastları ve cinayetleri arkasında Gladio yapılanması olduğuna yönelik ciddi delil ve kamuoyu algısı mevcut olduğuna göre, günümüzde ortaya çıkan gerçekler ışığında, suikast’a ve cinayete kurban edilen gazetecilerin eş ve çocuklarının yeni bilgi, belge ifadeleri doğrultusunda, Umut operasyonlarının yeniden yargıda ele alınması halen günümüzde, devletin üst yetkililerine eylem yapabilecek kapasitede olan bu cinayet şebekesinin eylemleri ve iç uzantılarının ortaya çıkarılması, Türkiye’nin ileri düzeyde demokratikleşmesi normalleşmesi açısından elzem görünüyor.

Sözde Tevhid-i Selam Örgütü’nün, günümüzde, paralel yapı tarafından yeniden kurgulanması ile hükümete ve MİT’e karşı uluslararası bir operasyonun parçası olarak, illegal ve hukuk dışı bir çalışma başlatılması, bu örgütün mercek altına alınması zaruretini ortaya koyuyor.

Paralel yapının polis şeflerinden eski terörle mücadele müdürü Yurt Atayün, delil olmaksızın kurgulanan “Tevhid-i Selam” isimli bir suç örgütünü gerekçe göstererek kritik bazı isimlerin telefonlarını dinleyip bu bilgileri başka ülkelere servis etmekle suçlanıyor.

Yurt Atayün ile birlikte 11 şüphelinin “Devletin gizli kalması gereken bilgilerini casusluk amacıyla temin etmek ve resmi belgede sahtecilik gerekçesiyle” tutuklanmaları, Yurt Atayün’ün ifadesinde Selam-Tevhid Örgütü operasyonunun, Bursa’da Kamile Yazıcıoğlu’nun ifadeleri üzerine başlatıldığını, Bursa Emniyet Müdürlüğü’nün dosyayı kendilerine göndermeleri üzerine savcılığın bilgisi dahilinde soruşturma başladığını ifade etmesi, paralel yapının üretilmiş veya tahrif edilmiş belgelerle hedef kişi veya kurumlara yapılacak kumpas, soruşturma ve davalardaki stratejisini de ortaya koymuş görünüyor.

Bursa’da, verdiği ifadeyle Selam-Tevhid operasyonunun yeniden başlatılmasına sebep olduğu belirtilen Kamile Yazıcıoğlu, 26 Şubat 2014 tarihinde İstanbul TEM’de alınan yeni ifadesinde üç yıl önceki anlatımlarının kendisine ait olmadığını söylemişti. Eşi ile MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın irtibatlı olduğu, eşinin masaüstü bilgisayarında İsrail Başkonsolosluğu’nun krokilerinin bulunduğu, bir bankadaki gizli hesaptan 20-25 bin TL para gönderildiği, eşinin İran’a ajanlık karşılığında para aldığı iddialarının ve tutanaktaki imzanın kendisine ait olmadığını savunmuştu.

İstanbul Cumhuriyet Başsavcısı Hadi Salihoğlu yaptığı yazılı açıklamada; sözde Selam-Tevhid Örgütü kurulduğu iddiasıyla 251 kişi hakkında yürütülen soruşturmayla ilgili yapılan inceleme ve araştırmanın tamamlanıp 251 kişi hakkında takipsizlik kararı verildiğini açıklamıştı.

Paralel yapı medyası ve kalemşörleri ise halen Selam-Tevhid soruşturmasının “Casusluk ve terör soruşturması” olduğu iddiasını dillendirerek, Kamile Yazıcıoğlu’nun eşinin İran adına casusluk yaptığı şikayeti ile soruşturmaların başladığı yönünde psikolojik harekat ve kara propaganda faaliyetlerine devam ediyorlar.

Paralel cuntanın polis ayağına yapılan ikinci operasyon dalgası 5 Ağustos’ta birinci dalganın devamı olarak daha alt rütbedeki 33 personele yönelik olarak yapılmıştı. 1. dalga operasyonda tutuklanan İstanbul İstihbaratının eski sorumlusu Ali Fuat Yılmazer’in ifadesi doğrultusunda ikinci dalganın İstanbul İstihbarat şubede görevli alt kadrolara yapıldığı iddia edilmişti.

İzmir’de 62 kişinin yasadışı dinlendikleri yönünde şikayeti üzerine İzmir Cumhuriyet Başsavcılığı’nca 19 Ağustos’ta, ikisi üst düzey 32 polis hakkında yakalama kararı çıkarılarak paralel yapıya yönelik 3. operasyon dalgası başlatılmıştı.

Paralel yapı ile ilgili olarak 3 dalga halinde yapılan operasyonlarda ortak nokta, mülkiye ve polis başmüfettişlerinin bireysel şikâyetler ve devlet kurumlarından yazılı olarak yapılan ihbarlar üzerine yaptıkları inceleme ve soruşturma sonrasındaki hazırlanan raporlar doğrultusunda ilgili cumhuriyet savcılıklarınca gözaltı kararlarının uygulanması olmuştu diyebiliriz. Halen 20’den fazla ilimizde müfettişlerin paralel yapı ile ilgili şikâyet ve ihbarları tetkik etmeleri yeni operasyonların geleceğinin sinyali gibi gözüküyor.

Paralel Yapı’nın Adliye Şovu

Paralel yapı medyasına mensup bazı köşe yazarları, milletvekilleri ve bu yapıyla direkt iltisaklı bazı sivil unsurların, paralel cuntanın polis ayağına yapılan operasyonu etkisizleştirmek gayesi ile gerçekleri de çarpıtmak suretiyle, yürütülen soruşturmayı engellemeye yönelik olarak toplumda, güvensizlik yaymak ve yargıyı etkilemek amacıyla şov ve kara propaganda yöntemlerini organize bir şekilde kullandıklarına şahit oluyoruz.

22 Temmuz’da paralel yapının polis ayağına yapılan operasyonlar ile gözaltına alınan polislere destek verilmesi suretiyle, örgütteki çözülmelerin önüne geçmek ve cuntanın diğer ayaklarına yapılması kuvvetle muhtemel operasyonların öncelikle önlenmesi, başarılamadığı takdirde ise bu operasyonların “şüpheli” olduğuna yönelik iç ve dış kamuoyu algısı yaratılmasına yönelik olarak ve adli tahkikatı sekteye uğratmak amacıyla Türkiye’nin birçok bölgesinden gelerek adliye önünde eylem yaparak şüphelilere destek veren 29’u Emniyet Müdürü 71 alt rütbede polis hakkında soruşturma açılması paralel devlet ile mücadelede devletin kararlı duruşunu sergilemesi açısından önemli görünüyor.

Bülent ORAKOĞLU

SDE Başkan Danışmanı

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA