15 Temmuz 2016 gecesi, Türk Silahlı Kuvvetleri içine sızmış illegal Fethullahçı Terör Örgütü(FETÖ) yapılanmasının NATO’ya bağlı subaylarla işbirliği halinde gerçekleştirdiği askeri kalkışma, silahsız halkın sokağa çıkıp namluların üzerine yürümesiyle başarısızlıkla sonuçlandı.
Bu kalkışma bir “darbe” değil, Türkiye’yi “işgal” eylemiydi. FETÖ 15 Temmuz günü, TSK içindeki NATO’cu unsurlarla birlikte kanlı bir darbe yapma ve ülkeyi ABD/NATO’ya işgal ettirme projesini hayata geçirdi. Hedefleri, Türkiye’de ABD hegemonyasını tekrar tesis etmek, bağımsızlık peşindeki milli unsurları tasfiye ederek cezalandırmaktı. Başarılı olsa idi ülke, Türkiye sınırlarına konuşlandırıldığı tespit edilen yabancı askeri unsurların ve kontrol ettiği terörist grupların doğrudan işgaline maruz kalınacaktı. 15 Temmuz itibariyle Kıbrıs’ta İngiliz üslerinde 5 bin asker konuşlandığı ve ABD’nin Suriye ve Irak’a nakliye uçakları ile binlerce asker getirdiği bilinmektedir.
15 Temmuz gecesi, TSK içerisindeki FETÖ ve NATO’ya bağlı subaylar, işbirliği halinde, NATO’ya müdahale gerekçesi sağlayacak kaos eylemleri gerçekleştirdiler. İşgal işbirlikçilerinin tanklı, uçaklı, helikopterli saldırılarına karşı kahraman Türk halkı, sokaklarda canını ortaya koyarak, kalkışmanın hedefine ulaşmasına geçit vermedi. 254 şehit ve 2.734 yaralı gazi, işgal öncülerinin heveslerini ve başarı umutlarını yok etti. Cumhurbaşkanının, başbakanın direniş çağrıları ve camilerde verilen salâlar milyonlarca insanı direniş için sokağa döktü.
Eylemler dolayısıyla tutuklanan asker sayısı, 168’i general olmak üzere 6.541 kişiydi. TSK’nın generallerinin yaklaşık yarısı işgal teşebbüsünün içinde yer almıştı.
İşgal teşebbüsünün hedefine ulaşamaması üzerine yurtdışına kaçmayı başaran örgütün elebaşlarının büyük kısmı başta Amerika ve Avrupa ülkeleri olmak üzere yurt dışında himaye gördüler. NATO, bünyesinde görevli FETÖcü subayların Türkiye’ye döndürülmesini engelledi. Donald Trump’ın ilk başkanlık kampanyası sırasında attığı bir tweet’te “15 Temmuz’da, 13 CIA görevlisi Türkiye’de darbeye yardım etti” diye açıklaması bunun planlı bir ABD-NATO işgal eylemi olduğunu göstermekteydi.
FETÖ’nün kurulması ve ihanet faaliyetleri
FETÖ, soğuk savaş döneminde, 1960’lı yıllardan itibaren komünizmle mücadele stratejisi çerçevesinde bir ABD/NATO yapılandırması olarak Fetullah Gülen tarafından bir dini cemaat olarak kuruldu. Görünüşe göre Nur Cemaatinin fraksiyonlarından birisiydi.
Dini bir cemaat olarak kendini takdim eden örgüt, açtığı yurtlar, dershaneler, öğrencilere sağladığı imkanlar dolayısıyla bütün bir Anadolu halkının çocukları okusun diye teveccüh ettiği bir yer haline geldi. Sonrasında, bu çocuklar devlet kadrolarında en iyi yerlerde istihdam edilmeye başlandı. Bağlılığı ile örgütün takdirini kazananlar bulundukları kurumlarda hızla en yüksek mevkilere yükseltildi. Artık örgüt, devlet kurumlarında yükselmek isteyenlerin de adresi olmaya başlamıştı. Müntesiplerine güç ve imkan sağlayan bu mekanizma, örgüt içinde katı bir hiyerarşiyi, müntesipler arasında güçlü bir dayanışmayı ve lidere olan adanmışlık duygusunu da besledi.
1999 yılının Mart ayında örgüt lideri Fetullah Gülen, sağlık sorunları bahanesiyle, ABD’nin Pensilvanya eyaletine gitti ve bir daha dönmemek üzere bu ülkeye yerleşti.
FETÖ 1992’den itibaren önce Kafkasya, Orta Asya, Balkanlar, Ortadoğu, Afrika ve Asya daha sonra Amerika, Avrupa ve Avustralya kıtalarında olmak üzere dünyanın pek çok ülkesinde okullar, dil kursları açtı. Bu kurumlar, ABD küresel üstünlüğünü empoze eden, ABD’ye diğer ülkelerden vasıflı insan kaynağı seçip aktaran, İngiliz dilini öğretip yaygınlaştıran bir eğitim örgütü olarak hizmet etti. MİT‘in 15 Temmuz’dan sonra TBMM’de kurulan araştırma komisyonuna gönderdiği FETÖ raporunda, FETÖ’nün 100 küsur ülkede doğrudan diploma veren 767 eğitim kurumu olduğu tespit edilmişti.
Kendisini “hizmet hareketi” olarak tanınan örgütün hizmeti, İslam’a yada Türk milletine değil Amerikan menfaatlerine hizmet olarak sürdü.
FETÖ, 1 Mart 2003 Tezkeresi’nin Meclis’te reddi ile başlayan süreçte, Amerikan politikalarına kayıtsız şartsız hizmet etmeyeceğini ortaya koyan Yeni Türkiye’den rahatsız oldu ve buna karşı ABD/NATO yanında savaşmayı seçti. Örgüt, yargı ve emniyetteki bağlıları eliyle hükümeti yıkma ve milli kadroları tasfiye operasyonlarına başladı. 7 Şubat 2012’de MİT Müsteşarı Hakan Fidan’ın tutuklanma niyetiyle savcılığa çağırılması, 27 Mayıs 2013 tarihinde başlayan Gezi Olaylarında FETÖ’nün organizatörlüğü, AK Parti hükümetine karşı FETÖ savcıları tarafından başlatılan 17-25 Aralık 2013 operasyonu, yine FETÖ savcılarınca Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın uluslararası mahkemede yargılanmasını sağlamak üzere 1 ve 19 Ocak 2014’te MİT’e ait tırların İŞİD’e silah götürdüğü iddiasıyla durdurulması ve uluslararası medyaya servis edilmesi kumpası savaşın parçalarındandı.
26 Şubat 2014 tarihinde yayınlanan MGK kararlarından itibaren örgüt ‘halkın huzurunu ve ulusal güvenliği tehdit eden yapılanma’, ‘devlet içindeki illegal yapılanma’, ‘paralel yapılanma’, ‘paralel devlet yapılanması’ ve ‘terör örgütleriyle işbirliği içinde hareket eden paralel devlet’ olarak tanımlanmaya başladı.
15 Temmuz 2016 gününe gelindiğinde FETÖ kanlı yüzüyle sahneye çıktı, başarısız darbe ve işgal teşebbüsünden sonra tespit edilebilen bütün kadroları devletten tasfiye edildi, örgüt iltisaklıları tutuklandı, kaçabilen yurtdışına kaçtı.
Liderinin 20 Ekim 2024’te ABD’de ölmesine rağmen ihanete ara vermediler. Kaçamayan örgüt bağlıları kripto hayat sürdürmeyi tercih ettiler. Bir kısmı hem iktidar partisi kadrolarında hem de muhalefet patileri içinde kalmayı yada başka siyasi, dini, sol ve liberal yapılar içinde gizlenmeyi başardılar. Sızdıkları siyasi partiler, medya, iş dünyası, sivil toplum örgütleri üzerinden siyaseti yönlendirme ve ülkede kaos çıkarma faaliyetinden hiç vazgeçmediler.
15 Temmuz’un üzerinden dokuz yıl geçti
2025 itibarıyla 15 Temmuz’un üzerinden dokuz yıl geçti ve 15 Temmuz, Türkiye’nin sadece işgale maruz kalması olarak değil, milletin iradesine savaş açan düşman bir yapıya karşı milletin kendiliğinden bir araya gelerek direnme iradesinin tezahürü olarak hafızalara kazındı. O gece sokaklara dökülen milyonlar, sadece yerli bir işbirlikçi örgüte değil, emperyal bir projeye karşı da direnmiş oldular.
Bugün artık 15 Temmuz’u değerlendirirken yalnızca geçmişte yaşanmış bir kriz olarak değil, Türkiye’nin bağımsızlık iradesiyle küresel emperyal sisteme verdiği bir cevap olarak görmek gerekmektedir. O günün hatırasını yaşatmak, yalnızca şehitlere borcumuz değil; aynı zamanda geleceğe karşı sorumluluğumuzdur.
Şehitlerimize Allah’tan rahmet, gazilerimize sağlık diler; bir kez daha hatırlatmak isteriz ki, milletin iradesine zincir vurmaya kalkışan her yapı, hangi kimliğe bürünürse bürünsün, karşısında yine bu milletin 15 Temmuz gecesindeki kararlılığını bulacaktır.
Diğer İçerikler