Bülent ERANDAÇ

Tüm Yazıları

Doğu Akdeniz, Musul‘u Yedikleri Gibi Asla Olmayacak

26 Ağustos 2019
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

Eğer, Musul ve Kerkük Türkiye’de olsaydı, bugün KÜRESEL GÜÇ KONUMUNDAYDIK. Kıbrıs ve Doğu Akdeniz’de “kavganın büyüğü” var.

Doğu Akdeniz’de Türkiye’nin Fatih, Barbaros, Yavuz gemileri inşallah gazı bulacak ve dünyanın enerji dengesini alt-üst edeceğiz. Değişen dengede Türkiye birdenbire “enerjide dev güç” haline gelecek.

Emperyalist güçlerle mücadelemizde gaz enerjimizle gücümüze güç katacağız. Bu mücadelenin motor güçü KKTC ve Doğu Akdeniz’dedir.

100 yıl önce Musul ve Kerkük, Türkiye'den Bir Haçlı-siyonist proje olarak İngilizler tarafından koparıldı. Bugün, Doğu Akdeniz’i Musul ‘u yedikleri gibi asla olmayacak. NOKTA.

MUSUL’U İNGİLİZLER HİLE VE KUMPASLARLA TÜRKİYE’DEN KOPARMIŞLARDI.

23 Nisan 1920 tarihinde Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin birinci hedefi, İngilizlerin Anadolu topraklarına sürdükleri Yunan ordusunu denize dökmek ve Misâk-ı Millîyi gerçekleştirerek Yeni Türkiye’yi inşa etmekti.

Mondros mütarekesi sonrası İngilizlerin İstanbul’u işgal ederek dağıttıkları Osmanlı Meclisi Mebus an’ın aldığı son karar, Misak-ı Millî’yi ilan etmesiydi.23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan TBMM’nin açılışından  bir hafta sonra Gazi Mustafa Kemal Meclis kürsüsünden Osmanlı Meclisi Mebus an’ının kabul ettiği aynen ve tekraren, Misakı-Milli’yi ilan etti.

Atatürk,’’ " hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan (güneyinden) geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder. İşte hudud-u millîmiz budur"diyordu.Bu ilanla, Türkiye,Misâk-ı Millî sınırlarını , Musul’u Kerkük’ü ve Süleymaniye’yi Anadolu’nun bir parçası olarak tanımlıyordu.

İNGİLİZLER MUSUL’U İŞGAL ETTİ.

Osmanlı Devletinin I. Dünya savaşının sonunda yaptığı Mondros Mütarekesi sırasında Kerkük merkez hariç, Süleymaniye ve genel olarak Musul vilayeti 6. Ordu komutanı Ali İhsan Sabis Paşanın denetimi altındaydı. İngilizler bölgedeki Hristiyan halkın katledildiği bahanesi ile Musul’un boşaltılmasını Ali İhsan Paşadan istediler. Ali İhsan Paşa her ne kadar bu teklifi reddetmiş ve direnmişse de sonrasında İstanbul’dan gelen emir üzerine kuvvetlerini Musul’dan Nusaybin’e çekmek zorunda kaldı. Şehrin boşaltılmasının ardından İngilizler 10 Kasım günü Musul’u işgal ettiler.

İngilizler Musul işgal etmelerine rağmen uzunca bir süre bölgeye hâkim olamadılar. Bölgedeki aşiretler özellikle Kerkük ve Süleymaniye halkı İngiliz hâkimiyetine sıcak bakmıyorlardı. Nitekim bölge halkı Kürtler, Araplar, Türkmenler Türkiye’nin tarafında yer aldılar ve  TBMM’nin açılmasıyla beraber Milli Mücadeleyi desteklediler. Bölgede hâkimiyet sağlamakta güçlük çeken İngilizler Nasturi ve Asurileri himaye etmeye başlarken Fransızlar da Ermenilerle tezgâh kurdular.

İngilizlerin Musul, Kerkük ve Süleymaniye şehirlerinde hâkimiyet kurmak için de havadan bombalamalar yapıyorlardı.

Anadolu’da Milli Mücadele başlamıştı. Doğuda Ermenilere karşı Batıda ise Yunanlılara karşı önemli başarılar kazanılmaktaydı. Anadolu’da mücadelenin başarıyla devam ettiği bu tarihlerde milli sınırlar içinde ifade edilen Kerkük, Süleymaniye ve Musul da TBMM’nin hedefi arasındaydı. Bölgenin İngiliz işgalinden kurtarılması için 1 Şubat 1922 tarihinde Milli Savunma Bakanlığına Revandiz bölgesine bir kısım kuvvet gönderilmesi emri verildi ve bu görev için Milis Yarbayı Özdemir Bey görevlendirildi. 

Mustafa Kemal Paşanın ve TBMM hükümetinin Musul, Kerkük, Süleymaniye konusunda gösterdiği kararlılığın teşebbüse dönüştüğü en önemli hareket ise Özdemir Bey’in buraya gönderilmesi oldu.TBMM hükümeti Özdemir Bey’i görevlendirmeden önce de Musul konusu sürekli bir şekilde TBMM’nin gündemindeydi. Revandiz bölgesindeki aşiretlerin TBMM’den yardım talepleri vardı. Bölgede yaşanan düzensizliğin kalkması için memur ve asker gönderilmesini istiyorlardı. TBMM de bölgeye belli sayıda asker göndermekten geri durmamıştı. Hatta bu askerler aşiretlerle beraber Revandiz’e saldıran İngilizlere karşı mücadele etmişlerdi. 

Genel Kurmay Başkanlığı bölgeyi, bölgedeki aşiretleri bilen ve yine bununla beraber çete faaliyetlerinde başarılı, Antep’te Kuvay-ı Milliye komutanlığı yapmış Milis Yarbayı Özdemir Bey’i bu göreve atadı. Özdemir Bey bu göreve gönderilirken aynı zamanda Musul’a taarruz için hazırlıklar da yapılmaktaydı. Özdemir Bey 22 Haziran 1922de Hakkâri üzerinden Revandiz’e ulaştı. Bölgedeki aşiretlerle birlikte İngilizlere karşı önemli başarılar elde ederek Süleymaniye’ye girdi. İngilizlerin hiç beklemedikleri bu mücadeleye karşı yapabilecekleri ise sınırlıydı. Yeterli askeri kuvvetleri bulunmadığından bu şehirleri günlerce havadan bombalamak yoluna gittiler. 

Özdemir Bey’in bölgedeki bu faaliyetleri sırasında Anadolu’dan Yunan kuvvetleri atılmış ve Lozan Konferansı başlamıştı.

TBMM Musul, Kerkük ve Süleymaniye’nin konferansta Türkiye’ye bırakılabileceğini düşündüğünden geniş çaplı askeri bir operasyonu istemiyordu. Yine de Lozan’da görüşmelerin çıkmaza girme ihtimalinin yükselmesi üzerine Genelkurmay Başkanı Fevzi Çakmak, El cezire cephe komutanlığına Musul’a yapılacak muhtemel bir taarruz için hazırlıkların yapılması emrini veriyordu. 

LOZAN’DA İNGİLİZ KUMPASLARI

Lozan konferansındaki görüşmelerin önemli başlıklarından biri Musul meselesi oldu. İsmet Paşanın başkanlığındaki heyet konferansta Musul, Kerkük’ün demografik yapısını rakamlarla ifade ederken bölgenin çoğunluğunun Türk olduğunu, Kürtler ve Araplarla beraber ise Anadolu’nun bir parçası olduğunu savunuyordu.

Ermeni hayranı Lord Curzon, bölgede Türklerden çok Kürtlerin ve Arapların bulunduğunu öne sürerek, ayak oyunları yapıyordu. Musul üzerinde bu tartışmalar yaşanırken bölgenin petrol zenginliği üzerine de yeni tezgâhlar kuruyordu.

İngilizler, Türklerin petrol zenginliği için Musul’u almasını engellemek için her türlü rezilliği sahneye koyuyordu.

Aynı günlerde TBMM’de hararetli konuşmalarda yapılıyordu. Erzurum Milletvekili Hüseyin Avni Bey, TBMM’de yaptığı heyecanlı bir konuşmada; “Paşa, ordunun başına otur, başka işin yoktur. Başkumandanlık vazifesini ifa et ve hudutlara bayrağımızı rekzet, bayrağını süngünü İngiliz’in gırtlağına daya!” diyordu. 

Lozan’daki görüşmelerin çıkmaza girmesi, Özdemir Bey’in Musul’da yoğunlaşan faaliyetlerine karşı İngiliz ordusunun saldırılarının artması Türkiye’yi İngiltere ile savaş noktasına getirmişti. 

Musul’a yapılacak bir harekâtın ülkeyi sonu belirsiz bir savaşa sürükleyeceğini ifade edilmeye başlanmıştı. Askeri seçenek yerine konunun konferansta çözülmesinin gerekliliğini öne çıkarılmaya çalışılıyordu.

Kesilen Lozan görüşmelerinin tekrar başlamasının ardından, ne yazık ki, Musul’un geleceği sonraya Türkiye ve İngiltere arasında yapılacak görüşmelere bırakıldı. Buradan bir netice çıkmaması halinde ise konunun Cemiyet-i Akvam’a götürülmesine karar verildi. 

Lozan konferansından sonra başlayan ikili görüşmelerden de İngilizler bir sonuç çıkmasını engelledi. İngilizler petrol bölgesi olan Musul ve Kerkük civarını Türkiye’ye bırakmamak için BİZANS OYUNLARINI bırakmadılar.

Türkiye’nin doğusunda çıkan Şeyh Sait isyanı ve hemen ardından bölgeye yönelik bölücü faaliyetlere teşebbüs ettiler. İngilizler, Fransızları da yanlarına alarak, bir yandan askeri bir yandan ekonomik saldırılarla Türkiye’yi kuşattılar. Ve. Türkiye 1926 yılında Ankara Antlaşması ile Musul üzerindeki haklarından vazgeçmek zorunda kaldı. 

HAÇLI-SİYONİSTLER BUGÜN DE DOĞU AKDENİZ’DE AYNI OYUNLARI TEZGÂHLIYORLAR

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan-Türk Devlet Aklı, ikinci bir Musul-Kerkük travması yaşanmaması için Doğu Akdeniz’deki haklarımızı sonuna kadar savunma ve gerekirse savaşla Türkiye için son yüzyıldaki beka meselesini halletme kararındadır.

Doğu Akdeniz’de keşfedilen petrol-gaz rezervleri, bölgesel dinamiklerin yeniden şekillenmesine yol açtı. Değişen dinamikler, enerji rekabetinin ve ihtilaflı konuların giderek artmasına ve krizlerin daha da derinleşmesine sebep oluyor.

Yaşanan süreçte, Birleşmiş Milletler Deniz Hukuku Sözleşmesi’ne göre Doğu Akdeniz bölgesindeki hidrokarbon enerji kaynakları üzerinde hak sahibi olan devletler; Türkiye ve KKTC, İsrail, Mısır, Lübnan, Güney Kıbrıs Rumları Yönetimi (GKRY)ve arkalarında Yunanistan olmasına karşın, derin ABD-Avrupa derin oyunları kurgulamaktadır.

100 yıl önce, Musul’u kalleşçe Türkiye’den koparan İngilizler, bu sefer yanına ABD ve Avrupa’yı alarak, yine ikinci Musul travmasını yaşatma peşindeler.

 Söz konusu rezerv kaynağının miktarının büyük olması bu ölçekte bir karmaşayı açıklayacak en büyük etken olarak karşımıza çıkmaktadır. Tahmini rakamlara göre 122 trilyon metreküp hidrokarbon rezervinin olduğu açıklanan bölgede; rezerv payı yüksek ve pazar avantajına sahip herhangi bir aktör için paha biçilemez bir kazanım söz konusu olacaktır.

Dolayısıyla, bu büyüklükte bir kaynak, Emperyalist güçlerin iştahını kabartmaktadır. 

Haçlı Siyonist cephe arlarında ittifaklar kurarak, Türkiye’yi dışarıda bırakan, East-Med ve Vasilikos gibi projeleri gündeme sokma telaşındadır.

Ancak, bu projelerin hem maliyetleri hem de Uluslararası Hukuk normlarınca Türkiye’nin kıta sahanlığından geçiyor olmaları projelerin gerçekleşme ihtimalini düşürmektedir. Tüm bu anlaşmazlıklar, bölgede süregelen; Türk-Yunan uyuşmazlığı, Kıbrıs meselesi, Filistin sorunu ve hatta Suriye iç savaşı gibi mevcut krizleri de tetikleyici etki yaratmıştır. 

Mevcut kapasitesi ile çıkardığı yeni rezervleri İsrail arkasına ABD’yi alarak, sinsi hazırlıklar içindedir. ABD-Avrupa’nın, Doğal gazın boru hattı ile Türkiye üzerinden Avrupa’ya taşınması en ucuz ve en makul seçenek olmasına karşın, doğu Akdeniz’den çıkarılacak gazın 1) Mısır’daki LNG tesisleri üzerinden Avrupa’ya taşınması ve 2) East-Med projesi ile Yunanistan üzerinden Avrupa’ya ulaşma planını desteklemesi İsrail, Yunanistan ve Rumların umutlarını yeşertmektedir. 

Bu açıdan bakıldığında, yalnızca bölge ülkeleri değil, aynı zamanda ABD ve Avrupa’daki egemen devletler de enerji mücadelesinin tarafı halindedir. Bölgedeki aktörlerin çok uluslu şirketler ve örgütlerle yaptıkları ruhsatlandırma anlaşmaları olayı daha karmaşık birçok uluslu satranç oyununa çevirmiş durumdadır.

Kurulan denklemlerin sonucu olarak, bölgede, uluslararası hukuk normları ışığında çözüm arayışları yerine askeri güç destekli savaş diplomasisinin hâkim olduğu görülmektedir. Böylece, Doğu Akdeniz, deniz alanlarına yönelik hibrid mücadelenin yaşandığı bir coğrafya konumuna gelmiştir. 

Cumhurbaşkanımız Tayyip Erdoğan-Türk Devlet Aklı, Kıbrıs Türklerinin kararlılıkla arkasında durmaktadır.4 sismik ve sondaj gemisi Türk donanması eşliğinde Doğu Akdeniz’de faaliyettedir. Yunan-Rum tarafından hukuksuz ilan ettikleri bloklarda çalışmaktadır.

Aynı dönemde S-400 hava savunma sistemlerinin Türkiye’ye teslimatlarının başlaması, Türk donanmasının süratla takviye edilmesi, alınan MGK kararlarıyla, meydan haçlı-siyonistlere bırakılmamaktadır.

Doğu Akdeniz’deki kararlılığından vazgeçmeyen Türkiye, bölgenin sahip olduğu enerji kaynakları hakça paylaşılarak çözüm bulunmadığı sürece KKTC’nin haklarını kararlılıkla savunacağını ifade etmeye devam etmektedir.

Türkiye, bölgeye dördüncü arama gemisinin gönderileceğini açıklamıştır. Buna göre, Fatih sondaj gemisi Türkiye’nin kıta sahanlığında faaliyet yürütürken, Yavuz sondaj gemisi KKTC’nin Türkiye Petrol Anonim Ortaklığı’na tanıdığı 2011 anlaşması sonrasında 2016’da yenilenen ruhsatlandırma anlaşmasıyla yetkilendirdiği alanlarda sondaj yapmaktadır. Benzer şekilde, Barbaros Hayrettin Paşa gemisi de adanın güneyinde faaliyetlerine devam etmektedir. 

SONUÇ

Bölgede Türkiye’nin elini güçlendiren bir diğer gelişme ise; Rusya ve Çin’in, AB’nin tek taraflı kısıtlı yaptırımlarını desteklemediklerini açıklamalarıdır. Türkiye’nin Doğu Akdeniz’deki mücadelesinin Rusya ve Çin tarafından desteklenmesi, oldukça önemlidir. Türkiye bu alanda başarılı bir diplomasi gerçekleştirmiş ve iki önemli BMGK üyesini yanına almayı başarmıştır. 

Bu bağlamda, Türkiye, enerjide dışa bağımlılığını azaltmak, döviz talebini düşürmek ve enerjide ticaret merkezi olabilmek için hayati öneme sahip bu kaynaklar üzerinde mücadelesini sürdürmektedir.

Karşısındaki bu çoklu bloğa rağmen; planlanan alternatif projelerin maliyeti, coğrafi konum avantajı ve kıta sahanlıkları gibi avantajlarını sonuna kadar kullanacaktır.

Gelecek neslin ikinci bir Musul-Kerkük travması yaşamaması için Doğu Akdeniz’deki hakların sonuna kadar savunulması Türkiye için son yüzyıldaki beka meselelerinden önde gelenlerinden birisidir. 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA