Durand Hattı İkilemi: Afganistan ile Pakistan Arasında Güvenlik, Egemenlik ve Barış Umudu Arasında Yol Almak

  1. Anasayfa /
  2. Tüm Analizler
  3. /
  4. Analiz
editör1 | 14 Kasım 2025
h4 { font-size: 24px !important; } Print Friendly and PDF

2025 yılı Ekim ayının başlarında Afganistan ve Pakistan arasında kısa süreli bir çatışma yaşanmasının ardından, 19 Ekim 2025’te Katar ve Türkiye’nin kardeşçe ara buluculuğu ile Doha’da bir ateşkes sağlanmış ve imzalanmıştır. Bunu, 25–30 Ekim tarihleri arasında İstanbul’da gerçekleştirilen ve ateşkesi pekiştirmeyi, ayrıca doğrulama mekanizmalarını oluşturmayı amaçlayan yoğun teknik düzeyde görüşmeler izlemiştir.

6 Kasım 2025’te yine İstanbul’da düzenlenen üçüncü tur üst düzey müzakereler nihai bir anlaşma ile sonuçlanmamış olsa da ateşkesin uygulanmaya devam etmesi ve böylece son derece hassas bir sınır hattında daha büyük bir tırmanmanın engellenmesi belirli ölçüde bir rahatlama sağlamaktadır.

Türkiye’nin yüzyıllara dayanan devlet tecrübesi ve bölgeye ilişkin derin medeniyet bilgisiyle yön verdiği diplomatik çabalar aktif biçimde sürmektedir. Ankara, iki komşu ve kardeş devletin ortak zemin bulmasına, karşılıklı güveni yeniden tesis etmesine ve sürdürülebilir barışa doğru ilerlemesine yardımcı olmaya kararlıdır. Bu diplomatik ivedilik, özellikle Pakistan’ı istikrarsızlaştırmaya devam eden ağır güvenlik krizinden kaynaklanmaktadır.

Bu itibarla Pakistan ve Afganistan liderliklerinin, güven inşa etmeye yönelik bu girişimlerin rasyonel dayanaklarını nihayet görecekleri ve kalıcı bir uzlaşı yönünde çalışacakları umut edilmektedir. Daimî bir barış anlaşması, onlarca yıllık savaşın ardından Afganistan’ın gecikmiş kalkınma sürecinin önünü açacağı gibi, Pakistan’ın sınır bölgelerinde artan güvenlik sorunlarının ele alınmasına da katkı sağlayacaktır.

Nitekim Ağustos 2021’de Taliban’ın Afganistan’da kontrolü ele geçirmesinden bu yana — ABD ve müttefik güçlerin çekilmesiyle eşzamanlı olarak, ABD’nin milyarlarca dolar yatırım yaptığı Afgan ordusunun çözüldüğü ve Eşref Gani liderliğindeki Kabil yönetiminin ani bir çöküş yaşadığı süreç — Pakistan özellikle Afganistan ile sınırdaş olan Hayber Pahtunhva (KP) ve Belucistan vilayetlerinde terörist şiddette ciddi bir artışla karşı karşıya kalmıştır. Belucistan’da Pakistan Talibanı Hareketi (TTP) ve ayrılıkçı bir örgüt olan Beluc Kurtuluş Ordusu (BLA) etkinliğini sürdürürken, KP’de ise TTP’nin çeşitli fraksiyonları cinayet ve kaos dalgasını yaymaya devam etmektedir.

İslamabad yönetimi, Kabil’de kendisine dost bir hükümetin Afgan topraklarının Pakistan’a yönelik saldırı planlayan gruplara kapatılmasını sağlayacağını ve uzun yıllardır operasyon üssü olarak kullanılan militan sığınaklarının dağıtılmasına katkıda bulunacağını umuyordu. Ancak bu beklentiler gerçekleşmemiş; Pakistan ciddi sınır ötesi güvenlik sorunlarıyla karşı karşıya kalmayı sürdürmüştür.

Güney Asya Terörizm Portalı’nın (SATP) verilerine göre, Pakistan’da terör kaynaklı ölüm sayısı 2021’de 664, 2022’de 971, 2023’te 1.513 ve 2024’te 2.236 olarak kaydedilmiştir. Araştırma ve Güvenlik Çalışmaları Merkezi (CRSS) verileri ise 2025 yılının ilk üç çeyreğinde toplam 2.414 ölümle bu rakamların dahi aşıldığını göstermektedir. Bu, 2024’ün aynı dönemine (1.527 ölüm) kıyasla %58’lik bir artış anlamına gelmektedir. CRSS’ye göre 2025’teki can kayıplarının yaklaşık %71’i Hayber Pahtunhva’da, %25’i ise Belucistan’da meydana gelmiştir.

Güvenlik güçleri de ağır kayıplar vermektedir. SATP verilerine göre 2024 yılında polis, asker ve diğer kolluk kuvvetlerinden 754 personel hayatını kaybetmiştir. CRSS ise 2024 yılını son on yılın güvenlik güçleri açısından “en kanlı yılı” olarak nitelendirmekte ve 685 güvenlik personelinin öldürüldüğünü bildirmektedir. Yalnızca 2025 yılının ilk çeyreğinde dahi, Mart ortasına kadar 277 güvenlik görevlisinin hayatını kaybettiği kaydedilmiştir. Bu durum, militan saldırılarındaki tırmanışın halen sürdüğünü açık biçimde ortaya koymaktadır.

Tırmanan İnsanî Bedel: Stratejik Yanılgının Dramatik Göstergesi (Kasım 2025’e Kadar Güncellenen Verilerle)

Yıl

Şiddet Olayları (Tahmini)

Toplam Ölüm

Sivil Kayıplar (Tahmini)

Güvenlik Gücü Kayıpları (Tahmini)

2021

~200–250

664

338

205

2022

~376

971

229

379

2023

~590

1.513

557

685

2024

~750

2.236–2.546

~1.378

~754

2025 (Ocak–Kasım)

~470–500

~2.800

~1.170

~480

Kaynak: CRSS/SATP, Ocak–Kasım 2025 verileri.
Not: 2025 yılı, son yirmi yılın en kanlı dönemlerinden biri olmaya doğru ilerlemektedir.


Karşılaştırmalı olarak değerlendirildiğinde, Pakistan’daki terör kaynaklı ölümler 2021–2025 yılları arasında üç kattan fazla artmıştır. Hayber Pahtunhva (KP) bölgesi, şiddetin merkezi hâline gelmiştir. Bu eğilim, 2021 sonrası Afganistan’daki istikrarsızlık ile sınır ötesi militan sığınaklarının yeniden canlanmasının Pakistan’ın güvenlik krizini nasıl derinleştirdiğini göstermektedir. Bu durum, 2025 yılını neredeyse son iki on yılın “en ölümcül yılı” hâline getirme potansiyeline sahiptir.

Artan can kayıpları, özellikle güvenlik güçleri arasında, derin bir moral çöküntüsüne yol açmıştır. Hiçbir modern ordu, böylesine yüksek kayıpları moral ve komuta güveninde ciddi sarsıntılar yaşamadan sürdüremez. Pakistan askerî liderliği içinde büyüyen hayal kırıklığı, nihayetinde sahada dramatik biçimde yansımıştır: Pakistan savaş uçaklarının Kabil semalarında görülerek, Afgan topraklarından faaliyet yürüttüğü iddia edilen Pakistan Talibanı (TTP) mevzilerini hedef aldığı rapor edilmiştir. Buna misilleme olarak Taliban güçleri —iddialara göre TTP militanlarıyla eşgüdüm içinde— Pakistan sınır karakollarına saldırılar düzenlemiş, onlarca askeri öldürmüş veya yaralamıştır. Bu gelişme, Pakistan uçaklarının Kabil yakınlarını bombaladığı, Taliban unsurlarının ise sınırın öte yanında karşı saldırıya geçtiği bir tabloyu ortaya koymuştur ki, bu yalnızca trajik değil, aynı zamanda neredeyse tahayyül edilmesi güç bir durumdur.

Tarihsel olarak, Pakistan’ın Kabil’deki ardışık yönetimlerle ilişkileri her zaman gergin olmuştur. Ancak mevcut çatışma, şimdiye dek görülmemiş bir kırılma noktası teşkil etmektedir. Taliban’ın, Afgan topraklarının sınır ötesi terör faaliyetlerinde kullanılmasına ilişkin İslamabad’ın meşru güvenlik kaygılarına rağmen, Pakistan’la askerî düzeyde karşı karşıya gelme iradesi göstermesi, bir zamanlar “kardeşane” olarak nitelendirilen ilişkileri derinden sarsmış ve taraflar arasında yeni bir ideolojik ayrışmayı görünür kılmıştır.

Bugün Pakistan–Afganistan ilişkilerini izleyen gözlemcileri meşgul eden temel soru şudur: İslamabad’ın, Pakistan Talibanı’nı (TTP) dizginleme yönündeki tekrar eden diplomatik girişimlerine karşın, Taliban’ın Kabil’de iktidara dönüşünden bu yana Pakistan’daki şiddet neden bu denli keskin biçimde artmıştır? Taliban yönetiminin, Pakistan karşıtı militan grupları kontrol altına alma konusundaki isteksizliği, günümüz bölgesel güvenlik ortamının en acil ve en karmaşık sorularından biri olarak varlığını sürdürmektedir.

Asıl Sorun: Kabil Yönetimlerinin Durand Hattı’nı Tanımayı Sürekli Reddetmesi

Gerçek sorun, Kabil’deki ardışık yönetimlerin —ister monarşi, ister cumhuriyet, ister komünist ya da milliyetçi rejimler, yahut bugün olduğu gibi ideolojik bir hareket olarak kendini tanımlayan Taliban yönetimi olsun— Durand Hattı’nı Afganistan ile Pakistan arasındaki meşru uluslararası sınır olarak tanımayı ısrarla reddetmesinde yatmaktadır.

Durand Hattı, yaklaşık 2.640 kilometre boyunca uzanan, Pakistan ile Afganistan arasındaki engebeli sınır hattını oluşturur. Hat, Afganistan’ın Bedahşan vilayetinde, Pakistan’ın Hayber Pahtunhva eyaletine bağlı Çitral bölgesinin yakınındaki Vahan Koridorundan başlar; oradan güneye doğru uzanarak Afganistan’ın Nimruz vilayetinde, Pakistan’ın Belucistan eyaletine bağlı Çagai bölgesine kadar devam eder. Bu hat; dağlık bölgeleri, kabile vadilerini ve kurak ovaları geçerek beş resmî sınır kapısı üzerinden iki ülkeyi birbirine bağlar: Torkham (Nangarhar–Hayber), Chaman/Spin Boldak (Kandahar–Quetta), Ghulam Khan (Host–Kuzey Veziristan), Angoor Adda (Paktika–Güney Veziristan) ve Arandu (Kunar–Çitral). Bu geçiş noktaları, iki ülke arasındaki ticaret ve insan hareketliliği açısından yaşamsal öneme sahiptir.

Durand Hattı, 1893 yılında Afganistan Emiri Abdurrahman Han ile Britanya Hindistanı arasında imzalanan bir antlaşma sonucunda çizilmiştir — yani Pakistan’ın 1947’de kurulmasından yarım yüzyıldan daha uzun bir süre önce. Erken dönem anlaşmalar hattı teyit etmiş olsa da, sonraki Afgan hükümetleri hattı kimi zaman “sömürgeci bir dayatma” olarak nitelendirmiş, kimi zaman ise bütünüyle geçersiz saymıştır.

Durand Hattı’nın ortadan kaldırılması, fiilen Pakistan’ın varlığını reddetmek anlamına gelir. Dolayısıyla, İslamabad’daki hiçbir hükümet —ne kadar zayıf veya uzlaşmacı olursa olsun— böyle bir öneriyi kabul edemez. Bu tür bir düşünce tarzı, yalnızca sürekli çatışma ve savaş üretir. Paştun halkının bölünmüşlüğü tarihsel bir gerçekliktir; ancak bu durum, Güney Asya’da benzersiz değildir. Bölgedeki birçok etnik grup —örneğin Pencaplılar ve Bengaliler— de değişen sınırlar nedeniyle benzer biçimde bölünmüştür.

Afganistan’ın tüm Paştunları temsil etme iddiasıyla sınırı sorgulaması, analitik olarak tutarsız, olgusal olarak ise temelsizdir. Bugün dünya üzerindeki Paştun nüfusunun büyük çoğunluğu Pakistan’da yaşamaktadır (yaklaşık 38–40 milyon), buna karşılık Afganistan’da 15–18 milyon civarındadır. Pakistan’daki Paştunların büyük bölümü uzun zamandır Durand Hattı’nı coğrafi ve siyasal bir realite olarak kabul etmiş; ülkenin siyasal, demokratik ve askerî yapısına bütünüyle entegre olmuştur. Kabil’in bu konuda revizyonist bir tutumda ısrar etmesi, yalnızca iki ülke ilişkilerini değil, tüm bölgesel düzeni tehdit etme riski taşımaktadır. Durand Hattı’nı sorgulamak, esasen Pakistan devletinin toprak bütünlüğünü sorgulamak anlamına gelir. Bu nedenle, Kabil’deki herhangi bir yönetim, eninde sonunda bu gerçeği kabul etmek zorundadır. Çünkü belirlenmiş sınırları tartışmaya açmak, adalet arayışı değil, yayılmacı bir hayalin peşine düşmektir. Ayrıca, Pakistan’a yönelen ideolojik şiddeti tolere etmek ya da dolaylı biçimde desteklemek, terörizmin kendisinden ayrı tutulamaz; böylesi çelişkiler Afganistan’ın sorumlu bir komşu olarak güvenilirliğini zedeler ve bölgenin kırılgan barışını ciddi biçimde tehlikeye atar.

Sınırlar Üzerinde Savaşmak Yerine İşbirliği ve Bağlantısallık

Afganistan ile Pakistan, sınır anlaşmazlıklarını sürdürmek yerine bu sınırları kabul edilmiş bir gerçeklik olarak görmeli ve karşılıklı işbirliği, bölgesel bağlantısallık ve ekonomik karşılıklı bağımlılık yoluyla bu sınırların anlamını yitirmesini sağlamalıdır. Böylece coğrafya bir çatışma kaynağı değil, bir fırsatlar alanına dönüşebilir. İki ülke, ticaret, enerji ve kültür koridorları aracılığıyla Güney ve Orta Asya’yı birbirine bağlayan stratejik bir köprü hâline gelebilir.

Zengin maden kaynaklarına sahip Afganistan, kara ile çevrili konumuna rağmen, eğer bölgesel ulaşım hatları (demiryolları, kara yolları ve ticaret güzergâhları) Pakistan ve Orta Asya üzerinden etkin biçimde entegre edilirse, bölgesel büyüme ve istikrarın merkezi hâline gelebilir.

Sürekli savaşlardan yorgun düşmüş Afgan halkı, ülkesini yeniden inşa etme fırsatını hak etmektedir; Pakistan ise onlarca yıllık kargaşa ve fedakârlığın ardından kalıcı bir barışı hak etmektedir. Pakistan ile Afganistan arasında yeniden tesis edilecek bir kardeşlik duygusu, yalnızca iki ülkeyi değil, tüm bölgeyi istikrara kavuşturabilir ve belki de İslam dünyasında yeni bir uyanışın kıvılcımını yakabilir. Bu da tarihsel kırgınlıkların ötesine geçerek onur, kalkınma ve birlik temelli ortak bir vizyona yönelmeyi mümkün kılar.

Afganistan artık “imparatorlukların mezarlığı” mitine dayanan savaş zihniyetini aşmalı ve tarihsel kimliği olan “medeniyetin beşiği” rolünü yeniden üstlenmelidir.

Mevlana Muhammed İkbal’in sözleriyle:

آسیا یک پیکر آب و گل است
ملت افغان در آن پیکر دل است

Asya, su ve topraktan oluşan bir bedendir;
Afgan milleti ise o bedenin kalbidir.

Eğer kalp iyileşirse, tüm beden canlanır. Afganistan’da barışın sağlanması, tüm Asya’nın istikrarı anlamına gelir.


Yazar Hakkında:
Firdous Syed, Keşmirli bir siyasal analist, köşe yazarı ve barış aktivistidir. 1990’larda bölgedeki direniş hareketlerine katılmış, daha sonra çabalarını sivil toplum, barış inşası ve kalkınma alanlarına yöneltmiştir. Yıllar boyunca Keşmir, Güney Asya siyaseti ve uluslararası ilişkiler üzerine çok sayıda yazı kaleme almış; uzlaştırıcı ve düşünsel üslubuyla tanınmıştır. Syed, diyaloğu, kalkınmayı ve Keşmir sorununa barışçıl çözüm arayışını savunmaktadır. Hâlihazırda ahlakî ve medeniyet dinamikleri üzerine araştırmalar yürütmekte ve yakında yayımlanacak kitabı üzerinde çalışmaktadır.

 

Tüm hakları SDE'ye aittir.
Yazılım & Tasarım OMEDYA