Bugün dünyamız çok önemli günlerden geçiyor. Suriye’den Tahran’a, Kabil’den İslamabad’a, Bangladeş’ten Afrika’ya ve İstanbul’dan Gazze’ye kadar birçok bölgede dünya düzeninin kaderini belirleyecek gelişmelere tanıklık ediliyor. Ancak bunların en önemli odak noktası Gazze’dir.
7 Ekim 2023’te Aksa Tufanı ile başlayan olaylar, dünya çapında yalnızca Filistin halkının haklı davasını görünür kılmakla kalmadı; aynı zamanda soykırımcı İsrail’in gerçek bir terör devleti olduğunu, Batılı ülkelerin ikiyüzlülüğünü ve soykırımı nasıl sarsılmaz şekilde desteklediklerini de ortaya koydu. Bu süreç, İsrail’in sadece bölge için değil, tüm dünya için bir güvenlik ve istikrar tehdidi haline geldiğini, dünya kamuoyunun geniş kesimlerinin ona karşı nefret beslediğini ve sonuç olarak hem içten hem dıştan çökmekte olduğunu açıkça gösterdi.
Fakat mesele burada bitmiyor. İsrail’in kaçınılmaz sonunu ve çöküşünü fark eden Batılı ve bazı Avrupa ülkeleri de artık İsrail’i yalnız bırakıp uzaktan onun nasıl kahrolup perişan olacağını izlemek istiyor. Öte yandan bu ülkeler, İsrail’in düşeceği uçuruma kendilerinin de sürüklenmemesi için son dakikada kendilerini kurtarmanın derdine düşmüş durumda.
Bu bağlamda, Avrupa’da İsrail’e verdiği güçlü destekle her zaman öne çıkan Fransa ve İngiltere dikkat çekiyor. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, 24 Temmuz Perşembe günü yaptığı açıklamada, Fransa'nın Filistin’i devlet olarak tanıyacağını duyurdu. Macron, sosyal medya platformu X’ten yaptığı paylaşımda bu kararın Eylül ayında Birleşmiş Milletler Genel Kurulu’nda resmiyet kazanacağını belirtti. “Bugün acil olan şey, Gazze’deki savaşın sona ermesi ve sivil halkın kurtarılmasıdır” diyen Macron, “Fransa’nın Ortadoğu’da adil ve sürdürülebilir bir barışa olan tarihi bağlılığı göz önüne alındığında, Filistin devletinin tanınmasına karar verdim. Barış mümkündür” ifadelerini kullandı.
Macron’un bu açıklamasının, İsrail’in Gazze’de yürüttüğü soykırımda binlerce masum insanın savaş, açlık ve susuzluk nedeniyle hayatını kaybetmesinden sonra gelmesi zamanlama açısından oldukça manidardır. Fransa’nın bu adımının ardından İngiltere’den de İsrail’e yönelik tehdit niteliğinde bir açıklama geldi. Birkaç gün önce 221 İngiliz milletvekili Filistin devletinin tanınması için mektup yazarken, dün İngiltere Başbakanı açıkça İsrail’i uyardı.
İngiltere Başbakanı Keir Starmer, İsrail’e bazı şartlar öne sürerek, bunların yerine getirilmemesi halinde Eylül ayındaki BM Genel Kurulu’nda Filistin’i devlet olarak tanıyacaklarını açıkladı. Starmer, düzenlediği basın toplantısında şartlarını şöyle sıraladı:
Starmer, hedeflerinin güvenli bir İsrail ile yaşayabilir, egemen bir Filistin devleti olduğunu vurguladı. Bu açıklamaların, “Gazze’deki durumun artık tahammül edilemez hale gelmesi” ve “iki devletli çözüm umudunun tükenmesi” gerekçesiyle yapıldığını belirtti. Ayrıca, Filistin'in tanınmasının uzun süredir lideri olduğu İşçi Partisi’nin politikası olduğunu ve hükümetin barış planının bir parçası olarak gündemde yer aldığını ifade etti.
İsrail’e en fazla destek veren ülkeler arasında yer alan bir devletin başbakanı tarafından böyle bir açıklama yapılacağı, birkaç yıl önce kimsenin aklına gelmezdi. Ancak İsrail’i kaçınılmaz çöküşe sürükleyen sınır tanımayan vahşet ve soykırım, artık en büyük destekçilerini bile onun çöküşünü uzaktan izleyen konumuna getirdi.
Filistin devletinin tanınması sürecinde, yine İsrail’in önemli destekçilerinden biri olan Kanada da benzer bir adım attı. Kanada Başbakanı Mark Carney, ülkesinin Birleşmiş Milletler’de Filistin Devleti’ni tanımayı planladığını açıkladı. Carney, Cuma günü X hesabından yaptığı açıklamada, “Kanada, İsrailliler ve Filistinliler için barış ve güvenliği garanti eden iki devletli çözümü desteklemektedir” ifadelerine yer verdi. Ayrıca, Ottawa'nın bu hedefi ilerletmek için tüm uluslararası platformlarda aktif şekilde çalışacağını belirtti ve Dışişleri Bakanı’nın gelecek hafta New York’ta düzenlenecek BM Yüksek Düzeyli İki Devletli Çözüm Konferansı’na katılacağını duyurdu.
Peki, bir zamanlar İsrail’e sarsılmaz destekleriyle bilinen bu devletler artık kendilerini kurtarma telaşına düşmüşken, İsrail’in en büyük destekçisi olan ABD’nin bu gelişmelere karşı tutumu nedir?
Bu sorunun cevabını ararken görüyoruz ki, İsrail artık ABD için ciddi bir sorun haline gelmiş durumda. İsrail, Ortadoğu’da ABD’nin isteklerini yerine getiren bir yapı olmaktan çıkıp, adeta kontrolsüz bir biçimde herkesle savaşmak isteyen, kaos yaratan bir aktöre dönüşmüş. ABD iç kamuoyunda yapılan anketler de bu durumun fark edildiğini gösteriyor. Bu bağlamda, Haziran 2025’te yapılan Quinnipiac anketine göre Amerikalıların yalnızca %37’si İsrail’e daha fazla sempati duyarken, %32’si Filistinlileri desteklemekte, %31 ise kararsız kalmaktadır. Mart ayında bu oran %46 idi. Cumhuriyetçiler arasında İsrail’e destek %78’den %64’e gerilerken, Demokratlar arasında bu oran sadece %12’ye düşmüş, Filistin’e destek ise %60’a yükselmiştir.
Benzer şekilde, geçtiğimiz hafta ABD’de yayın yapan Yahudilere ait önemli bir haber ve analiz platformu olan Jewish Insider, Kongre binasındaki Yahudi ve İsrail yanlısı çalışanların giderek daha fazla yalnızlaştığını bildirdi. Bir zamanlar ABD-İsrail ittifakını kesin ve sorgusuz destekleyen ofislerde bile artık İsrail hakkında konuşulmaktan kaçınıldığı ifade edildi. Bir Kongre çalışanı, mevcut ortamı “düşmanca” olarak nitelendirirken, uzun süredir İsrail yanlısı olan isimlerin dahi geri çekildiği bildiriliyor.
Kamuoyu, dış politikayı etkiliyor. Eğer Kongre'deki İsrail savunucuları artık görüşlerini açıkça dile getiremeyecek duruma gelmişse, özellikle İsrail’in en çok desteğe ihtiyaç duyduğu dönemde siyasi destek ciddi şekilde zayıflamış demektir.
ABD-İsrail ittifakı artık garanti değil. Barack Obama döneminde imzalanan ve 38 milyar dolarlık askeri yardım içeren 10 yıllık Mutabakat Muhtırası (MOU) süresinin dolmak üzere olduğu bir dönemde, ABD’deki siyasi iklimin de ciddi biçimde değiştiği görülüyor. CNN’in yakın tarihli bir anketine göre Amerikalıların sadece %43’ü ABD’nin küresel ölçekte öncü rol oynaması gerektiğine inanıyor. Özellikle ilerici kesimlerde İsrail artık demokratik bir müttefik olarak değil, savunmayı ve yardımı hak etmeyen bir yük olarak görülüyor.
Medya ve kamuoyu da hızla İsrail aleyhine dönüyor. Artık medya sadece Yahudi lobisinin kontrolünde değil. 7 Ekim sonrası yaşanan gelişmeleri objektif şekilde aktaran küresel medya kuruluşları, İsrail’in gerçek yüzünü dünya halklarına ve ABD kamuoyuna göstermeye devam ediyor. Bir zamanlar yalnızca akademik çevrelerde kullanılan "yerleşimci sömürgecilik", "soykırımcı", "terör devleti" ve "apartheid" gibi terimler, artık sosyal medyada ve hatta Kongre’de bile yaygın bir şeklide kullanılıyor.
İsrail, ABD kamuoyundaki olumsuz imajını düzeltmek için sosyal medya fenomenlerini kullanarak bir propaganda kampanyası başlattı. Özellikle genç Amerikalılar arasında desteği yeniden kazanmak amacıyla, İsrail Dışişleri Bakanlığı MAGA (Make America Great Again) hareketine bağlı, milyonlarca takipçisi olan 16 sosyal medya fenomenini İsrail’e davet etti. Consortium News’e göre, bu kişilerin ziyaret masrafları ve propaganda eğitimleri için 86 bin dolarlık bütçe ayrıldı. Bu ziyaretin temel amacı, söz konusu fenomenlerin çevrimiçi etkilerini kullanarak İsrail’e daha olumlu bir imaj kazandırmak olduğu belirtiliyor.
Neticede, 7 Ekim 2023 sonrası ortaya çıkan gelişmeler, sadece İsrail’in Filistin’e yönelik vahşi saldırılarını ve uluslararası hukuku hiçe sayan uygulamalarını değil, aynı zamanda küresel siyasette derin bir kırılmayı da ortaya koyuyor. Uzun yıllardır İsrail’e koşulsuz destek veren Batılı ülkeler bile artık geri adım atarken, Filistin devletini tanıma yönünde somut adımlar atıyor. Fransa, İngiltere ve Kanada gibi ülkelerin İsrail’i yalnız bırakma eğilimi, Tel Aviv yönetiminin içte ve dışta nasıl hızla meşruiyet kaybettiğini gösteriyor. ABD'de ise hem kamuoyu hem de siyasi elit düzeyinde destek eriyor, İsrail’in küresel sistemdeki dokunulmaz konumu artık sorgulanıyor. Medyada, akademide ve toplumsal bilinçte “soykırım”, “terör devleti”, “apartheid rejimi” gibi kavramlarla anılan bir İsrail, yalnızlaşıyor ve çöküş sürecine hızla yaklaşıyor. Tüm bu gelişmeler bütüncül olarak ele alındığında, İsrail’in nasıl büyük bir felakete sürüklendiğini daha net görmek mümkündür.
Diğer İçerikler