Tevfik ERDEM
Tüm Yazıları16 Nisan 2017 tarihinde yapılan referandum ile Anayasanın 18 maddesinde değişiklik yapılarak Türkiye, parlamenter sistemi terk edip Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi olarak tanımlanan yeni sisteme geçiş için ilk adımı atmış oldu. %51.4 ile kabul edilen anayasa değişikliği teklifinin 4. Maddesi gereği, hem milletvekili seçimlerinin hem de Cumhurbaşkanı seçiminin 5 yılda bir yapılması ve seçmenlerin her iki seçim için aynı gün sandığa gitmeleri kararı alındı. Referandumda kabul edilen bu kararlar çerçevesinde 24 Haziran 2018 tarihinde hem Cumhurbaşkanlığı hem de milletvekili seçimleri yapıldı. Bu seçimlerde %52.8 ile Cumhurbaşkanlığını kazanan Sayın Recep Tayyip Erdoğan yeni sistem ile iyice belirginleşen siyasi parti ittifaklarından daha fazla oyu aldı. Böylece Türkiye uzun bir geçmişe sahip parlamenter sistem yerine kendine özgü Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçmiş oldu. Bu geçiş çeşitli tartışmaları da beraberinde getirdi. Çünkü yeni sistem partili bir cumhurbaşkanlığını ve yürütmedeki iki başlılığın sonunu getiriyordu. Eleştiriler genellikle, yeni sistemin köklü demokrasi geleneğimizi erozyona uğratacağı ve yönetimde otoriterleşmeye doğru gidileceği şeklinde dile getiriliyordu. Ancak sistemin parlamenter bir yapıya sahip olması tek başına demokratik işleyişin gerçekleşmesini sağlayan bir unsur muydu, bu tartışılan bir durum olarak ortada durmaktadır. Çünkü parlamenter sistem özellikle Türkiye’de kusursuz bir işleyişe sahip değildi. İstikrarsız hükümetler, askeri vesayet etkisinde gerçekleştirilen cumhurbaşkanlığı seçimleri gibi hassas sorunlar parlamenter sistemin ekonomik ve siyasi krizlerle anılan yumuşak karnını oluşturmaktadır. Bu çerçevede öncelikle parlamenter sistemin geçmişine kısaca göz atılıp temel özellikleri ve eleştirileri esas alındığında yeni hükümet sistemi ile ilgili tartışmaların nasıl değerlendirilmesi gerektiği biraz daha netleşecektir.
Parlamenter Sistemin kökleri
Parlamenter hükümet sisteminin kökleri İngiltere’de meydana gelen siyasi ve sosyoekonomik gelişmelere dayanır. Başlangıçta tüm gücü elinde bulunduran kralın yetkilerini bir meclisle paylaşması sonrasında meclisin gücünün daha fazla ön plana çıkma sürecidir parlamenter sistem. Dolayısıyla İngiltere’de Parlamenter rejimin gelişmesi üç aşamada karşımıza çıkar
İlk olarak İngiliz ihtilalleri ve bildiriler, örneğin, 1215’de Magna Karta-Büyük Berat/Büyük Ferman- ile feodal ayrıcalıkların Kral tarafından tanınmasıyla, kralın keyfi vergi salma gücünün kısıtlanması çok önemli bir referans noktasıdır. Manga Carta ile soylular, kralın keyfi uygulamalarına karşı hukuki güvenceye sahip olup, uygulanacak yasaların parlamentoca yapılmasını istiyorlardı. Bu anlamda parlamento, soyluların konuşma toplantılarını ifade etmekteydi. 14. Yüzyılda İngiltere parlamentosu ikiye bölünür. Bir tarafta kendilerini krala daha yakın gören soylular ve din adamlarından oluşan Lordlar Meclisi, diğer tarafta, küçük şövalyeler, kent ve kasaba eşrafından (yani kent soylu orta sınıfı ifade eden burjuvadan) oluşan Avam Meclisi.
İngiliz iç savaşı sonrası Avam üyesi Oliver Cromwell’in kralı idam edip, Cumhuriyeti ilanıyla (1649) birlikte Lordlar kamarası feshedilir. Cromwell cumhurbaşkanı olur. Ta ki onun ölümü sonrası soyluların yeniden krallığı ilan etmesine kadar, İngiltere tahtsız olamaz! İngiliz siyasi kültürünün merkezi aktörü ve simgesidir taht.
1679 yılında kralın keyfi yönetimine karşı parlamento ünlü Habeas Corpus Yasasını çıkarır. Habeas Corpus Yasası insanın dokunulmazlık hakkını genişletip güvence altına aldığı için önemlidir.
İkinci olarak Parlamenter rejimin kurulma süreci karşımıza çıkar. 1688 yılındaki Glorius Revolution (Şanlı Devrim) ile parlamentonun egemenliği kesinlik kazanır. Kral ve onun hükümetinin elindeki yürütme, parlamentoya karşı sorumlu sayılır ancak parlamentonun esas olarak toprak soylular ile ticaret burjuvazisinin kontrolü altında olması yani ancak bu kesimlerin parlamentoya seçilmesi demokrasinin eşitlik ilkesi gereği onu (parlamentoyu) demokratik kılmaz. Bir başka önemli gelişme Kralın yetkilerini kısıtlayan ve parlamentonun avam kamarasının gücünü arttıran “Haklar Yasası”nın (1689) kabul edilmesidir. Bu yasa ile insanın doğal hakları olarak, yaşama, özgürlük ve mülkiyet hakları kabul edilir. Bunlardan vazgeçilemez ve devlet tarafından ihlal edilemez.
İngiltere’de parlamenter sistemin gelişmesini sağlayan üçüncü aşama, 19. yy’da iktidarın demokratlaşmasıdır. 18. yy.’da burjuvazinin iyice güçlenmesi, sanayi devrimi, işçi sınıfının ve siyasi partilerin ortaya çıkması parlamentoda farklı toplumsal çıkarları temsil eden iki grubu ortaya çıkarır.
Liberaller oy hakkının genişletilmesi için muhafazakârlarla çatışma içine girerler. Liberallerin bu talebi ile orta sınıflar, sanayi burjuvazisi ve işçiler toprak sahibi –muhafazakârlara karşı ortak bir cephe oluştururlar.
Yoksulluk yasası, sendikal haklar, çalışma süresinin kısalması, Chartist hareketin (tüm vatandaşların seçme ve seçilme hakkını kazanmasını talep eden hareketin) güçlenmesi sonrasında 1884 yılında genel ve eşit oy ilkesi kabul edilir. Böylece İngiltere’de bugünkü parlamenter sistemin temelleri atılmış olunur.
Bugün klasik demokrasi anlayışı parlamenter düzenle eşanlamlıdır. Parlamenter düzenin esası da, seçime dayanan ve temsil niteliği olan parlamentoya karşı sorumlu bir hükümetin bulunmasıdır ve bu noktada İngiltere’deki parlamenter sistemin özel bir yeri vardır.
Parlamenter Sistem ve Eleştirileri
Parlamenter sistemde yasama ve yürütme hukuken birbirinden bağımsızdır ancak aralarında bir takım işbirliği ve etkileşim vardır. Sistemin temel özelliği, yürütmenin iki başlı oluşudur. Yürütme yetkisi devlet başkanı ile bakanlar kurulu (kabine-yürütmede asıl yetkili organ) tarafından paylaşılır. Devlet başkanı siyaseten sorumsuzdur, devlet başkanının görevine son verilemez. Bakanlar kurulu da parlamentoya karşı sorumludur.
Parlamenter sisteme yönelik en temel eleştiri, teorik olarak yürütmenin yasamadan bağımsız olduğu belirtilse de, gerçekte yürütmenin asıl kanadı olan bakanlar kurulunun görevde kalmasının parlamentonun güvenine bağlı olmasıdır.
Sisteme yönelik ikinci eleştiri ise, yürütme ve yasamanın bütünleşmesidir. Güçlü bir tek parti (belki de bir koalisyon) hükümeti parlamentoyu denetimi altına alabilir. Bu şekilde bir iktidar istediği yasaları meclisten geçirip uygulama imkânına sahip olabilir yani yasama ve yürütme fiilen birleşmiş olur. Her ne kadar yasama ve yürütme kuramsal açıdan ayrı görünse de uygulamada yakın bir işbirliği olabilir. Zira hükümet, parlamentoda çoğunluğa sahip parti/ler tarafından kurulduğunda büyük bir oy oranıyla iktidara gelen bir parti hem yasama hem de yürütme gücünü ele geçirmiş olur. Böylece meclisin yürütme organı üzerinde denetimi yetkisi anlamını yitirir. Bu yüzden parlamenter sistem kuvvetler ayrılığı değil birliği rejimi olarak da nitelenir.
Yakın dönemlerde Türkiye’de çok fazla tartışılan isimlerden biri olan meşhur Alman hukukçu ve siyaset bilimci Carl Schmitt’in parlamenter sisteme yönelik geliştirdiği eleştiriler ve parlamento karşısına cumhurbaşkanını (tek bir lideri) koyması dikkate değerdir. Schmitt (2014:11) parlamenter sistemi nisbi temsil ve liste sisteminin seçmenle milletvekilli arasındaki bağı kopartmasından, parlamenter sistemin, partilerin ve ekonomik çıkar sahiplerinin hâkimiyetini gizleyen kötü bir vitrin haline gelmesine kadar eleştirirken, şöyle bir alternatif de sunmaktadır (Schmitt 2014:52), “Eğer pratik ve teknik sebeplerle halk yerine temsilcileri karar verebiliyorsa, halk adına tek bir temsilci de karar verebilir…”
Türkiye’de parlamenter sistem
Türkiye’de parlamenter sistemin tarihi, Birinci Meşrutiyet dönemindeki (1876) Meclis-i Umumi’ye kadar uzanır. Osmanlı Devleti’nde birinci Meşrutiyet’in ilânından sonra kurulan Meclis-i Umumi, Meclis-i âyân ile Meclis-i meb’ûsân’ın birleşmesiyle meydana gelen bir meclis yani parlamentodur. Cumhuriyete miras kalan bu gelenek, Türkiye’de demokrasinin gelişmesine büyük katkı sağlamıştır.
Parlamenter sistemin temel özelliği olan yürütmede iki başlılık, Türkiye’nin belli dönemlerinde meydana getirdiği ekonomik ve siyasi krizlerle bu sisteme yönelik eleştiri dozunun artmasına neden olur. Gerçekten de parlamenter sistem güçlü tek parti hükümetlerinin yaşandığı Adnan Menderes, Turgut Özal ve Recep Tayyip Erdoğan’ın başbakanlık yaptığı dönemler dışında ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklarla anılan bir sistem olmuştur. Örneğin 1978-80 yıllarındaki koalisyon dönemlerinde enflasyon oranı yıllık %75 dolayında iken, 1980 yılında cumhurbaşkanlığı için mecliste yapılan 115 turdan hiçbir sonuç alınamaması koalisyon hükümetlerinin önemli eleştiri noktalarından biri olarak gösterilmektedir.
Parlamenter sistemle ilgili tartışmalar ve partili cumhurbaşkanlığı sistemi, 21 Ekim 2007 tarihinde, %69.1 ile kabul edilen anayasa değişikliği referandumu ile başlar. Anayasada yapılan değişiklikle artık cumhurbaşkanını doğrudan halkın seçmesi, ona güçlü bir meşruiyet sunacağı için sistemin bu haliyle hâlâ parlamenter sistem olarak devam edip etmeyeceği daha o zamanlar tartışılır. İlk kez halkın oyuyla cumhurbaşkanı seçiminin yapıldığı 10 Ağustos 2014 tarihinde cumhurbaşkanı seçilen Recep Tayyip Erdoğan ile birlikte zaten kendi karizmasından kaynaklanan gücün cumhurbaşkanlığı makamı ile birleşmesi yürütmenin iki kanadı arasındaki güç ve yetki alanı tartışmasını gündeme getirir. Sayın Cumhurbaşkanının başkanlık sistemine geçilmesi yönündeki söylemi ise, güçlü parlamenter geçmişimizden kaynaklanan mirasın terkedilmemesi gerektiği ve karizmatik liderlerle bütünleşen başkanlık sisteminin otoriterleşmeye yol açacağı yönündeki karşı görüşlerin ortaya konulmasıyla tartışmayı devam ettirmiştir. Ancak 24 Haziran 2018 tarihinde yapılan seçimlerle yeni sistemin (Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin) ilk Başkanı (Cumhurbaşkanı) Recep Tayyip Erdoğan olmuştur. Yeni sistem sadece parlamenter sistemden daha farklı bir işleyişe sahip olmakla kalmayıp başkanlık sistemi olarak tanımlanan sistemden de farklıdır. Bu sisteme geçişin arka planında yatan gerekçelerden biri cumhurbaşkanlığı seçim krizlerini ortadan kaldırmak ve yönetimde iki başlılığın önüne geçmekti. Cumhurbaşkanlığı seçimi krizi deyince rahmetli Ali Fuat Başgil hocayı anmamak mümkün mü? Hikayesi tam bir Türkiye’nin demokrasi hikayesidir…
Kaynakça:
Erdoğan, Mustafa (2010), Anayasal Demokrasi, Siyasal Kitabevi, Ankara
Keskinsoy, Ömer (2018), Anayasa ve Türk Anayasa Hukuku, Monopol Yayınları, Ankara.
Schmitt, Carl (2014), Parlamenter Demokrasinin Krizi, Dost, Ankara
Güncel Yazıları
“Onlara Ait Her Şeyi Tümüyle Yok Et… Hepsini Öldür” Tevrat: Yasanın Tekrarı (Tesniye)..
30 Ekim 2023
Almanların Nazi/Faşizm Sevdasının Faturasını Müslümanlar Ödemek Zorunda Mı?
27 Ekim 2023
“Emperyalizmin En Ölümcül Silahı: Demokrasi Yalanı”
20 Ekim 2023
Mutlak Kötülük ve Zorba Devlet
14 Ekim 2023
Öğrenilmiş Acziyet, “Aksa Tufanı” ve Şu Bizim Ezik Aydınımsılar
09 Ekim 2023
12 Eylül ve NATO (ya da ABD)
12 Eylül 2023
Bale ve Opera ile AK Parti’yi Terbiye Etmek
24 Ağustos 2023
Muhalefet Dağınık, Yerel Seçimler Çantada Keklik (mi?)
22 Ağustos 2023
Ekrem Nereye Koşuyor?
18 Ağustos 2023
CHP İçindeki Kaostan İyi Parti’nin Kendi Sahasında Top Çevirmesine
14 Ağustos 2023
Suç ve Ceza İlişkisizliği : Esenyurt Saldırısı ve Diğerleri
01 Ağustos 2023
Zihni Batının İşgalinde Olanların Arap Düşmanlığı
26 Temmuz 2023
Bir İşgal Operasyonu: 15 Temmuz Başarısız Darbe Girişimi
14 Temmuz 2023
Konser İptallerini Karşı Devrim Olarak Okumak
12 Temmuz 2023
CHP Kabuk Değiştirebilecek mi?
05 Temmuz 2023