Ukrayna’nın son dönemde Rusya’nın stratejik bombardıman üslerine karşı düzenlediği dronsaldırıları, Batı başkentlerinde güvenlik paradigmasını yeniden gündeme taşıdı. Özellikle Tu-95 bombardıman uçaklarını ve A-50 radar platformlarını hedef alan bu düşük maliyetli ancak yüksek etkili saldırılar, ABD dahil birçok ülkenin konvansiyonel hava savunma sistemlerinin bu tehditlere karşı hazırlıksız olduğunu ortaya koydu.
The New York Times’ın aktardığına göre, ABD Başkanı Donald Trump, bu gelişmelerin ardından üç ayrı başkanlık emriyle dron güvenliği konusunda acil önlemlerin alınmasını emretti. Bu kapsamda; kolluk kuvvetlerine gerçek zamanlı tespit sistemleri sağlanması, Çin yapımı sivil dronlara bağımlılığın azaltılması ve özel sektörle işbirliği içinde yeni nesil savunma çözümlerinin geliştirilmesi hedefleniyor.
Ancak strateji hâlâ şekillenme aşamasında. CNN’in savunma yetkililerine dayandırdığı haberine göre Pentagon içinde dronlara karşı geliştirilecek politikanın kapsamı ve yönü konusunda görüş ayrılıkları yaşanıyor. Özellikle dronların sivil altyapılara yönelik potansiyel saldırı kabiliyeti, tehdit algısını yalnızca askeri alanla sınırlı olmaktan çıkarıyor.
Uzmanlar, mevcut radar sistemlerinin düşük irtifalı ve küçük boyutlu dronları tespit etmekte yetersiz kaldığını belirtiyor. Buna karşılık, THOR ve Leonidas gibi yüksek güçlü mikrodalga sistemleri ile M-LIDS mobil savunma platformları gibi teknolojilerin geliştirilmesine hız verilmiş durumda.
Atlantic Council’ın analizine göre, ABD'nin karşı karşıya olduğu asıl sorun, bu tür saldırıların yalnızca sınır ötesinden değil, içeriden de kolayca organize edilebilmesi. Bu da Washington'un savunma stratejisini, klasik dış tehdit algısından çıkarıp daha esnek, çok katmanlı ve sivil-asker işbirliğine dayalı bir çerçevede yeniden tasarlamasını gerektiriyor.
Amerikan güvenlik camiasında temel soru şu: Ukrayna'nın sahada başarıyla uyguladığı bu maliyeti düşük ama etkisi büyük stratejiye karşı ABD ne kadar dirençli ve hazırlıklı? Washington’un önümüzdeki dönemde bu soruya nasıl bir stratejik cevap vereceği, yalnızca iç güvenlik değil, NATO ittifakı ve küresel caydırıcılık açısından da belirleyici olacak.